TR EN

Dil Seçin

Ara

Yaşayan Kaşi

Yaşayan Kaşi

Çinilere eskiden ‘kaşi’ derdik. Bu isim Orta Asya’daki Kaşan şehrinden geldi. Türklerin Orta Asya’da ilk sırlı seramiği ürettikleri tarih M.Ö. 4. yüzyıldır.

Çiniler Asya’dan yola çıkmış, Selçuklu ve Osmanlı’ya uğramış ve gelmiş Kütahya’ya, İznik’e oradan da günümüze. İşte size eşsiz güzellikte eserler; her dönemin izini bulursunuz siz o Kütahya çinilerinde. Eskiden ‘kaşi’ derdik biz ona. Bu isim nereden mi geldi. Orta Asya’daki Kaşan şehrinden. Kaşan, Edirne’de olmuş Keşan. Türklerde bir gelenektir, sanatlarıyla birlikte sevdikleri şehirlerin isimlerini de taşırlar. Onlar yaşatmak için getirmişler ancak sonraki kuşaklar bir şekilde götürmüş o ata yadigârı isimleri. Onlardan biri ‘kaşi’. Ticari kaygıların kurbanı mı olmuş ne! İşte size o ismin yok oluş öyküsü.

Türklerin Orta Asya’da ilk sırlı seramiği ürettikleri tarih milattan önce dördüncü yüzyıldır.1 Selçuklu’ya gelindiğinde artık Anadolu’da çini sanatı doruk noktaya ulaşmıştı. Osmanlı dönemi mi? O zaten bir efsane.

Efsane Edirne, Bursa, İznik ve Kütahya çinileri ile başlıyor. Sonrasında yoğunluk İznik ve Kütahya’ya kayıyor. Bir zaman işler yolunda gitmiyor ve İznik çiniciliği yok oluyor. Günümüzde bu efsane Kütahya çinicilerinin omuzlarında yol almaya devam ediyor. Ancak bu arada ‘kaşi’ ismi de kurban veriliyor.

 

Çini üretiminde Fatih Sultan Mehmet dönemi

Saraydan içeri giriyoruz. İstanbul’un fatihi karşılıyor bizi. Hayır, o yalnızca İstanbul’un fatihi değil gönüllerin de fatihi.

Haftalık toplantılar düzenliyor o koca padişah. Çalışma grupları oluşturulmuş bilim, teknoloji, edebiyat ve sanat alanlarında. Sanatçılardan oluşan gruba “Ehli Hiref” deniliyor.2

Bu toplantılar meyve vermeye başlıyor. Bugünkü tanımlaması ile “Çini Bakanlığı” kuruluyor. Baba Nakkaş (Saray Nakkaş Başı) yeni bir tarz ortaya koyuyor; göz akı astar üzerine mavi beyaz. Böyle olunca da desenlerde bir derinlik ortaya çıkıyor. Çini’nin gözü ile insanın gözü karşı karşıya geliyor. Ne müthiş bir manzara bu böyle!..

Sonra ‘çini’de renkler çeşitlenmeye başlıyor; mercan kırmızısı, turkuvaz, firuze yeşili, kobalt mavisi… İşte şimdi seyrine doyulmuyor bu sanatın. Nedendir bilinmiyor, o kabarık mercan kırmızısını bugün dahi öyle güzel üretemedik.

Saray bu eşsiz çinileri İznik’te üretiyor. Kütahya ise burada yetiştirilemeyen siparişleri yapıyor. Dünyanın dört bir yanına satılıyor çiniler, neredeyse tam üç asır.

Sonra Osmanlı’nın çöküş yılları. Çini bundan çok fazla mahzun! Sonunda İznik üretimi bitiyor. Kütahya ise can çekişmeye başlıyor. Böyle bir dönem eline geçer de, seramik üreticisi Çin hiç boş durur mu? Doldurmuş bu boşluğu istila edercesine. Porselen getirmiş bizim memlekete. Üstelik bizim ‘kaşi’nin benzerlerini de porselenden yapmış. Hemen anlamışız bunların ‘kaşi’ olmadığını. Bunlar ‘Çin işi’ demiş ve ayırmışız.

 

Yalnızca Kütahya çiniciliği yoluna devam edebiliyor

Bu Çin istilasından çok muzdarip oluyor Kütahyalı. Hemen bir seferberlik başlatıyor. Ne de olsa ticari geleneği çok eskilerden geliyor. Dünyada bilinen ilk borsanın kurulduğu ve yine ilk toplu iş sözleşmesinin yapıldığı yerdir Kütahya.

Kısa zamanda toparlıyor işleri. Ancak ülkenin zor günleri bir türlü yakasını bırakmıyor. Dönemiyor o eski şaşaalı günlerine. Savaş yılları bunlar. Osmanlı tüm cephelerden çekilmeye başlamış. Anadolu’nun bağrına sığınıyor ve olanca gücüyle savunuyor ana vatanını. Son kale burası diyor. “Son kale geçilirse mazlum milletlerin hali nice olur.” diyor ve neyi var neyi yok ortaya koyuyor. Savaş bu, neler kaybettirmemiş ki milletimize; en değerli çini sanatçıları da yitiriliyor bu var olma savaşında.

 

Cumhuriyet dönemi, tek çini üretim merkezimiz Kütahya

Cumhuriyetin yirminci yılında ancak toparlanabiliyor Kütahya çiniciliği. Artık tek çini üretim merkezimiz burası. Merak ediyorsunuz değil mi, burada başarı nasıl kazanıldı diye. Kütahyalı çiniyi sırlamak için soda arıyor. Ancak yok memlekette, ne yapacaktı şimdi! Sırlamadan da olmuyor işte, canlanmıyor o göz nuru nakışlar cam yapının arkasına saklanmayınca. Kütahya insanının pratik çözümü giriyor devreye. Afyon-Gazlıgöl’den sodalı toprak getiriliyor. Kazanlara koyup kaynatıyorlar. Toprak köpük olup koşuyor imdadına o benim sanat ruhlu insanımın. Sonra bir bir ortaya çıkmaya başlıyor sevgi nakışları. Lale oluyor, gül oluyor, narçiçeği oluyor…

Kütahya çiniciliği toparlanıyor. Ancak ‘kaşi’ ismi kayboluyor. Eskiden ‘Çin işi’ iken, şimdi oluyor ‘çini’. Bu dönemde her konuda olduğu gibi ticari kaygılar ağır basıyor. Teknolojiyi elinde tutan ülkeler de bundan bir güzel faydalanıyorlar. Size yeni isimler sunuyorlar altın tepsiler içersinde.

Şimdi devir değişti. Yeni bir dönemin kapısı önünde duruyor ülke insanımız. Geleceğe bakarken geçmişin yaralarını da sarmanın gerekliliğine inanıyor.

 

Bilim ve Sanat Müzeleri

Amerika’ya bir konferans için gitmiştim. Konferans Florida-Daytona’da. Burası bizim Antalya gibi turistik bir bölge. Konferansın son günü şehri geziyorum. Yolum Bilim ve Sanat Müzesine düştü. Müzedeki gezintiye cola makineleri ile başlıyorum. Bitmek bilmiyor bu makineler. Burası makine medeniyeti mi ne derken kendimi sanat galerisinde buluyorum. O da ne! Tanıdık bir çini tabağı ile karşılaşıyorum. “Bu bizim kaşi’lerden mavi beyaza ne kadar çok benziyor.” Altındaki yazı Küba’dan getirildiğini söylüyor. Oraya nereden geldiyse!

Gruplar halinde ilkokul çocukları geziyor galeriyi. Her grubun başında eğitimciler, sürekli bilgilendiriyor çocukları. İzin istedim ben de katıldım o çocuk kervanına. Her hallerinden belli oluyor, bu çocuklar derslerine çalışarak gelmişler. Hele o siyahî çocuğun parmak kaldırması hiç gözümün önünden gitmiyor; çokbilmişim ben der gibiydi. Görevliler bu tür gezilerin yoğun olarak yapıldığını söylüyorlar. Hayran kalmamak mümkün mü?

Amerikalılar çırpınıyor, dertleri bir medeniyet koymak genç kuşakların önüne. Biz var olanları göstermekte ne kadar geciktik diye söylenmeye başlıyorum. Ne dersiniz, işe “Bilim ve Sanat Müzeleri” kurarak mı başlayalım memleketin ta en ücra köşelerinden. Kütahya’dan, İznik’ten, Edirne’den…

 

Kaynaklar

1. M. Eriç, Yapı Fiziği ve Malzemesi, Literatür Yayınları 2, 1994, 252. Sayfa.

2. http://www.cinisanatcisimehmetkocer.com/