TR EN

Dil Seçin

Ara

Peygamber Mucizelerinden Bilimsel Gelişmelere

Bilim ilerledikçe, Kur’an’ın sırlarını açığa çıkarıyor.

Yirminci yüzyılda insanlık bilim ve teknoloji sahasında hatırı sayılır gelişmeler kaydetti. Özellikle yirminci yüzyılın ilk yarısından sonra, uzay sahasında baş döndürücü gelişmeler yaşandı. Hatta, bu çağa “uzay çağı” dendi.

Yine yirmi birinci yüzyıla girdiğimiz yakın zamanda ise “genetik” sahada insanı hayretler içerisinde bırakan, akıl almaz gelişmeler kaydedildi. “Bilimde devrim” denilebilecek buluşlara imza atıldı. Öte yandan, parçacık fiziği sahasında “yüzyılın en büyük deneyi” olarak kabul edilen çalışmalar gerçekleştirilerek, insanlık adına heyecan verici projelerden söz edildi.

Aslında bütün bu gelişmeler, yüzyıllar önce peygamberler tarafından ‘mucize’ler olarak atılan ‘ilerleme tohumları’nın, insanlıkça ‘yeşertilme çabası’ndan başka bir şey değildi. İnsanlığın asırlardır bilgi birikimiyle kaydettiği bu gelişmeler, hep bu peygamberî tohumların (mucizelerin) açılımına hizmet oldu.

Nasıl mı?

 

Kur’ân’da zikredilen peygamber mucizeleri

Kur’ân, peygamberleri insanlara manevi sahada rehber kıldığı gibi, maddi sahada da önder ve üstat kılmıştır. Peygamberlerin manevi kemalâtından bahsetmekle insanları onlardan istifadeye teşvik ettiği gibi, ‘mucizeler’inden bahsetmekle de onların benzerlerine yetişmeye ve taklitlerini yapmaya cesaretlendirmiştir.1 Hatta Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, Kur’ân’ın, peygamber mucizelerini zikretmekle, insanlığın bilim ve teknoloji sahasında ulaşacağı son noktayı tayin ettiğini, gidilebilecek en ileri noktalara parmak bastığını, en ileri hedefleri belirlediğini, böylelikle insanlığı o noktalara ulaşmaya teşvik ettiğini söylemektedir.2

Dolayısıyla günümüz bilim ve teknoloji sahasında yaşanan gelişmeleri de, hep bu Kur’ân’da zikredilen peygamber mucizelerinin işaretleri kapsamında değerlendirmek mümkündür.

Şimdi gelelim bunun güncel birkaç örneğine. Aslında örnekler çoğaltılabilir. Fakat biz bu yazımızda örnek olması ve ufuk açması bakımından sadece birkaç misâlle yetineceğiz.

 

Işınlama ve Hz. Süleyman (as)

Geçenlerde medyada Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi’ndeki (CERN) deneyle, atom parçacıklarının Büyük Hadron Çarpıştırıcısı’nda rekor bir enerjiyle çarpıştırıldığı ve bu büyük deneyle kâinatın kimi sırlarının açığa çıkarılabileceğinin ümit edildiği haberi yer aldı.

Fakat deneyle ilgili haberlerde dikkat çeken bir başka konu, CERN’de görev yapan İTÜ Fizik Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Kerem Cankoçak’ın sözleri arasında geçen şu cümle idi:

“İleride ne tür teknolojik gelişmeler yaşanacağını öngörmek tam da mümkün değil. Meselâ bir yerden bir yere ışınlanma gerçekleştirilebilir ya da bambaşka bir teknoloji gelişebilir.”3

Evet, ışınlama gerçekten heyecan verici bir olay. Nitekim, kimi gazeteler de CERN ile ilgili haberde başlığa bu kısmı taşımışlardı.

Ama sıkı durun, daha heyecan verici bir olaydan bahsedeceğim size.

Aslında ışınlama asırlar önce gerçekleşmişti!

Nasıl mı?

Hz. Süleyman’ın (as) mazhar olduğu bir mucize ile.

Olay şöyle cereyan eder:

Yemen’de bulunan Sebe’ Melikesi Belkıs, elçileri vasıtasıyla saltanatının gücünden ve İlâhî davetinden haberdar olduğu Şam’daki Hz. Süleyman’a (as) ulaşmak, onu ve tebliğ ettiği dini yerinde görmek için yola çıkar. Belkıs’ın kavminin ileri gelenleriyle yola çıktığını ve Müslüman olmaya meyilli olduğunu öğrenen Hz. Süleyman (as) ise, bir mucize ile onların hiç tereddüde kapılmadan imana gelmelerine vesile olmak ister. Emrinde çalışan cin ve insanların ileri gelenlerini toplayarak onlara şöyle der:

“Ey ileri gelenler! Onlar bana Müslüman olarak gelmelerinden evvel, o kadının (Belkıs’ın) tahtını bana hanginiz getirebilir?”

Hz. Süleyman’ın ordusu içinde, ‘ifrit’ denilen çok kuvvetli ve becerikli bir cin taifesi vardır. Onlardan biri der ki:

“Sen henüz yerinden kalkmadan, ben onu sana getiririm. Eminim ki buna gücüm yeter.”

Bunun üzerine Hz. Süleyman’ın (as) yakınlarından, ‘eşyanın bir mekândan diğerine celb ve nakli’ konusunda ilim sahibi biri, öne atılarak, “Sen daha gözünü açıp kapamadan getirebilirim” der ve o anda getirir de. Kimi rivayetlerde aynen değil de ‘görüntü ve ses’ olarak getirdiği nakledilir.4

İşte, o zamanlar mucize olan bu hadisenin ‘görüntü ve ses nakli’ şeklinde olan kısmının günümüzde gerçekleştiği, önümüzdeki 50-100 yıl içinde ise “ışınlama” teknolojisiyle ‘aynen nakil’ tarzında gerçekleştirilebileceği bilim adamları tarafından öngörülüyor.

Niye olmasın?

O zamanlar bir mucize olan ‘uzak mesafelerden ses ve görüntü nakli’nin şimdilerde neredeyse ‘sıradanlaştığı’—ki, sıradan bir şey gibi görülmesi beşerin gafletinin bir neticesidir—dikkate alınırsa, ‘aynen nakil’ (ışınlama) de gerçekleşebilir. Allahu â’lem.

Nitekim Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri de, Kur’ân’da Hz. Süleyman’ın (as) mucizesinin zikredildiği ilgili âyete değinirken şöyle demektedir:

“‘Semâvî kitapların esrârına vâkıf bir âlim ise, ‘Sen daha gözünü açıp kapamadan ben onu sana getiririm.’ dedi. Süleyman Belkıs’ın tahtını yanında hazır görünce...’ (Neml Sûresi, 40) âyeti, işaret ediyor ki, uzak mesafelerden eşyayı aynen veya sûreten ihzâr (hazır) etmek mümkündür. (...) Cenâb-ı Hak, şu âyetin lisân-ı remziyle (işaret diliyle) mânen diyor ki: ‘Ey Benîâdem (insanoğlu) (...) Öyle ise, şu azîm nimetten istifade edebilirsiniz. Haydi göreyim sizi, vazife-i ubûdiyetinizi (kulluk vazifenizi) unutmamak şartıyla öyle çalışınız ki, rûy-i zemini (yeryüzünü), her tarafı herbirinize görülen ve her köşesindeki sesleri size işittiren bir bahçeye çeviriniz.”5

Evet, ‘ışınlama’nın insanlığın bilim sahasındaki çalışmalarına bağlı olarak günün birinde gerçekleşmesi mümkün. 

 

Genetik gelişmeler ve Hz. İsa (as)

Yakın zamanda ajanslara şöyle bir haber düşmüştü:

“İngiliz bilim adamları, doğuştan gelen göz hastalıklarının tedavisinde devrim niteliğinde bir operasyona imza attı. Uzmanlar, gen tedavisine dayanan yöntem sayesinde körlüğün tarihe karışmasının mümkün olabileceği müjdesini veriyor. Yöntem, gözdeki sorunlu genlerin sağlıklılarıyla değiştirilmesi esasına dayanıyor. Böylece renkleri ya da ışığı seçme konusunda başarısız olan sorunlu genler, retina içine enjekte edilen sağlıklı genlerle tedavi ediliyor. Gün ışığında nesnelerin sadece siluetlerini görebilen, geceyse görüşü tamamen kaybolan hasta, operasyonun ardından hızla iyileşiyor.”6

Haber, aslında, Hz. İsa’nın (as) Kur’ân’da zikredilen bir mucizesini hatırlatıyor. O (as), Allah’ın izniyle doğuştan körleri iyileştiriyordu. Bu husus, Kur’ân’da şöyle zikredilir:

“İsa ‘Allah’ın izniyle anadan doğma körleri iyileştiririm.’ dedi.”7

Bakın, Bediüzzaman Hazretleri 1920’li yıllarda telif ettiği risâlesinde bu âyetle ilgili olarak ne diyor:

“İşte şu âyet işaret ediyor ki: ‘En müzmin dertlere dahi derman bulunabilir. Öyle ise, ey insan ve musîbetzede benîâdem! Me’yus olmayınız. Her dert, ne olursa olsun, dermanı mümkündür; arayınız, bulunuz.”8

Yine başka bir haberde de, en ölümcül hastalıklara bile çare bulma umudundan şöyle söz ediliyor:

“Kalıtsal rahatsızlıklarda genlerin rolü hakkında şimdiye dek yapılan en kapsamlı çalışmada, bilim adamları yaygın genetik bozukluklara yol açan 15 geni tespit etti. (...) Yaklaşık 200 bilim adamının yaptığı bu çalışma tıp dünyasında bir dönüm noktası olarak görülüyor. Bu, çalışmanın sonuçları kadar kullanılan yöntemden de kaynaklanıyor. Geliştirilen yeni yöntemle, sorunlu genlerin tespiti hızlanıyor. İnsan genlerinin tam bir haritasını çıkarmaya yönelik genom projesini destekleyenler, bunun ölümcül hastalıklara çare bulma umudu sağlayacağını söylüyor.”9

Haberdeki “ölümcül hastalıklara çare bulma umudu” dikkat çekici. Nitekim Bediüzzaman da, Hz. İsa’nın (as) mucizesinin zikredildiği yukarıdaki âyetin işaretiyle ilgili olarak sarfettiği sözlerinin devamında “Hattâ, ölüme de muvakkat (geçici) bir hayat rengi vermek mümkündür.” demiştir.

Evet, yeryüzünü hikmetiyle büyük bir eczahane şeklinde yaratan Hakîm, her hastalığın ilacını yaratıyor. Âyetin işaret ettiği gibi, insanlık, çalışıp araştırdığı takdirde, en müzmin dertlere de çare bulabilir.

Ve aslında tıp veya genetik sahasındaki bu tür gelişmeler, aynı zamanda insanlık adına Hz. İsa’nın (as) mucizesini gerçekleştirmeye doğru atılan büyük bir adım niteliğindedir.

 

Hayvanların dilini çözmek ve Hz. Davud (as)

Şu habere de bir dikkat edin:

“Prof. Dr. Miktad Doğanlar, Amanos Dağlarında bulunan ve bir yıl yaşayıp 100 civarında yumurta bırakan çekirge ailesinden endemik bir böceğin günde 20 civarında kene yediğini tespit ettiklerini, bunun keneyle mücadelede değerlendirilmesi gerektiğini bildirdi. Böceğe, Amanos ile özdeşleşmesi için ‘Eremiaphila Dagi’ adının verildiğini belirten Doğanlar’a göre, böylelikle Kırım Kongo Kanamalı Ateşi hastalığı ile etkin bir şekilde biyolojik yolla mücadele gerçekleştirilebilir.”10

Ve şimdi Neml Sûresi’nin 16. âyetini okuyalım: “Bize kuşların dili öğretildi.”

Ve ayrıca Sâd Suresi’nin 19. âyeti: “Kuşlar da onun etrafında toplanırdı.”

Bu iki âyet, Hz. Davud (as) ve Hz. Süleyman (as) hakkındadır. Yani o iki peygamber, bir mucize olarak, kuşların dilinden anlar, onların kabiliyetlerini de bilir ve onları bazı işlerde istihdam ederlerdi.

İlk bakışta, keneye karşı çekirge türü bir böcekle mücadele etmenin, bu âyetlerle ne gibi bir bağlantısı olduğu anlaşılmayabilir. Ancak Kur’ân’ın herbir âyetinin açık mânâsının yanında, bir de her asra bakan işârî mânâlarının olduğu gerçeği dikkate alınırsa, mesele daha iyi anlaşılır.

Nitekim Bediüzzaman Hazretleri de, yukarıdaki iki âyetle ilgili olarak da şöyle demiştir:

“…sâir hayvanât (diğer hayvanlar) ve tuyûrun (kuşların) çoğu insana musahhar ve hizmetkâr olabilir. Nasıl ki, en küçüklerinden bal arısı ve ipek böceğini istihdam edip ilham-ı İlâhî ile azîm bir istifade yolunu açarak ve güvercinleri bazı işlerde istihdam ederek ve papağan misillü kuşları konuşturarak, medeniyet-i beşeriyenin mehâsinine güzel şeyleri ilâve etmiştir; öyle de, başka kuş ve hayvanların istidad (kabiliyet) dili bilinirse, çok tâifeleri var ki, karındaşları hayvanât-ı ehliye (evcil hayvanlar) gibi, birer mühim işte istihdam edilebilirler.”11

Evet, Kur’ân, sözkonusu iki âyetin işârî mânâsıyla, insanoğlunu, hayvanların ‘kabiliyet dilini’ öğrenmeye ve bu sayede onları insanlığın faydasına olacak bazı önemli işlerde istihdam etmeye teşvik etmektedir.

Hatta Bediüzzaman, bununla ilgili olarak aynı yerin devamında şöyle bir örnek de verir: “Meselâ, çekirge âfetinin istilâsına karşı, çekirgeyi yemeden mahveden sığırcık kuşlarının dili bilinse ve harekâtı tanzim edilse, ne kadar faydalı bir hizmette, ücretsiz olarak istihdam edilebilir.”

Ne dersiniz, yukarıdaki haberde yer alan, insan sağlığına zararlı olan kenelere karşı çekirge ailesinden endemik bir böcekle veya bir başka canlı türüyle mücadele etme düşüncesi de, bu mânâları hatırlatmıyor mu?

Yakın zamanda ajanslara düşen şu haber de, yine hayvanların “mühim bir işte istihdam edilmeleri”ne örnek gösterilebilir:

“İngiltere’de yapılan bir araştırmaya göre, erkek kara kurbağaların günler öncesinden depremi hissettikleri ortaya çıktı. Uzmanlar, geçtiğimiz yıl İtalya’nın L’aquila bölgesindeki bir kurbağa üreme merkezinde bulunan erkek kurbağaların %96’sının, bölgede meydana gelen depremden 5 gün önce üreme tesisinden kaçtıklarına dikkat çekerek, kurbağaların depremi günler öncesinden sezebildiklerini açıkladı.”

Deprem öncesi değişik davranışlarda bulunan hayvanlar, kurbağalarla sınırlı değil elbette. Pek çok hayvan, deprem öncesi farklı davranış değişiklikleri gösterebiliyor. Hatta yine geçenlerde medyada yer alan bir habere göre, karınca hareketlerinin izlenerek, bu sayede nerede, ne zaman ve kaç şiddetinde deprem olacağının tahmin edilebildiği yer almıştı.12

Aslında bilimin, “hayvanların kabiliyet dilini ve ne işe yaradıklarını” çözmek ve “insanlığın hizmetinde kullanmak” adına ortaya koyduğu ve koyacağı tüm gelişmeler, sözkonusu iki âyetin işârî mânâları kapsamındadır. Dolayısıyla Hz. Davud ve Hz. Süleyman aleyhisselâmların mucizelerinin benzerine yetişmeye, taklidini yapmaya yöneliktir.

Evet, “Zaman ihtiyarlandıkça, Kur’ân gençleşiyor.”

Bilim, varlığın dilini çözdükçe Kur’ân’ın sırlarını ortaya koyuyor ve mucizeliğini de ispat ediyor.

 

Sonuç

Aslında sürekli bir model arayışı içerisinde olan günümüz insanı, hem maddî, hem de mânevî sahada model olmuş peygamberleri hakkıyla örnek alabilse, pek çok sorunun üstesinden gelebilecek, dünya ve ahiret mutluluğuna da kavuşacaktır.

Ne var ki, vahye kulağını kapamış sefih medeniyetin telkinlerinin tesirinde kalan insanlık, gözü önündeki bu muhteşem modelden çoğu zaman gaflet etmektedir.

Halbuki, Kur’ân’ın, peygamberler vasıtasıyla insanlığa getirdiği ana mesajla birlikte onların mucizelerini de zikretmesinin hikmeti, bu mânâlar çerçevesinde bir kez daha düşünülse, Kur’ân’ın ezelî kelâm oluşu ve kıyamete kadar bütün insanlığın dünya ve ahiret mutluluğunu temin edebilecek evrensel hakikatleri ihtivâ edişi daha iyi anlaşılacaktır.

Yazımızı, yine Bediüzzaman Hazretleri’nin Kur’ân’la ilgili bir duasıyla bitirelim:

“Allahım! Sevdiğin ve râzı olduğun şekilde Kur’ân’ın sırlarını anlamayı nasip eyle. Ona hizmet etmeye bizi muvaffak kıl. Âmin.”

 

Dipnotlar:

1- Hattâ Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, mânevî kemâlât gibi maddî kemâlât ve harikaları dahi ilk olarak mucize eliyle insanlığa hediye edenlerin peygamberler olduğunu söylemiştir. Bu anlamda meselâ Hazret-i Nuh’un (aleyhisselâm) bir mucizesi olan gemiyi ve Hazret-i Yûsuf’un (aleyhisselâm) bir mucizesi olan saati ilk olarak insanlığa hediye eden, mucize elidir. Bu sırdandır ki, sanatkârların çoğu, herbir sanatta birer peygamberi pîr edinmişlerdir. Meselâ, gemiciler Hazret-i Nuh’u (aleyhisselâm), saatçiler Hazret-i Yûsuf’u (aleyhisselâm), terziler Hazret-i İdris’i (aleyhisselâm)... vs.

2- Bununla ilgili pek çok örnek de verir Bediüzzaman. Bunun için bakınız: Sözler, 20. Söz, 2. Makam.

3- Sabah, 1.4.2010.

4- Peygamberler Tarihi, s. 325.

5- Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, s. 405-406.

6- Anadolu Ajansı.

7- Âl-i İmrân Sûresi: 49.

8- Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, 20. Söz, 2. Makam.

9- Ntvmsnbc, 07 Haziran 2007.

10- Anadolu Ajansı.

11- Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, 20. Söz, 2. Makam.

12- Bugün gazetesi, 11.3.2010.