TR EN

Dil Seçin

Ara

Geçip de Aynaya Soran Var mı?

Geçip de Aynaya Soran Var mı?

Verdiğin emanet ne güzeldi Allah’ım. Onu lâyıkınca taşıyamadım. Yüzüme bakacak gözüm yok. Ellerimde kirlendi emanetin. Elmas iken, âdî bir cama döndü. Kıymetini bilemedim. Kırk-elli yılda eskidi derim, pörsüdü cildim. O güzellikten bir eser yok. Yok yakınımda kimsecikler. Bir Sen varsın, bir Sen. Hâlimi, derdimi bilen. Bir an olsun beni yalnız bırakmayan. Sadece Sen... Gerçek Sahibim, Mâlikim, Efendim, Rabbim, İlahım, Allah’ım, sadece Sen…

Kimler geldi, kimler geçti şu dünyadan. Her biri bu aynaya baktı da geçti. Kimi elinde dolu bir tasla, kimi başucunda bir taşla geçti bu dünyadan. Kimi de malını değil, adını bile götüremedi. Tacı tahtı burada bıraktı, çünkü mülk Senindi. Âkıl olana yakışan, suretlere takılmamaktı. Bilen öyle yaptı, bilmeyen bu yolda şaştı. Bazen taşkınlık yapıp, haddi aştı. Bu beden, kendinin sandı ve insan aldandı…

Nerede bir zamanlar o ışıldayan genç ve güzel yüzler? Şimdi eser yok hiçbirinden. Gençti, güzeldi, gül gibiydi hepsi. Ömürleri, güller kadar kısa sürdü.

Ben de öyleyim şimdi. Ömür ağacımın son yaprağı dalından düşmek üzere. Başımı kaldırıp bakmaya cesaretim yok. Sahip olduğumu zannettiğim ve kıymetini bilemediğim beden elbisesinin içindeyim. Bu elbise bedenime dar geliyor artık. Ruhum, eskimiş yuvasından çıkmaya can atıyor. Emanetin mühleti bitti bitecek. Son yaprak dalından düştü düşecek.

Senin bu en harika ve en güzel eserinin, yani ruhumun ve bedenimin bunca yıldır kıymetini bilemedim, affeyle yâ Rab. Hastalanmadan elimin, gözümün, ayağımın ve kalbimin kıymetini bilemedim. Geçti gitti yıllar, bitti ömürler. Bu beden benim zannettim. Senin emanetindir diye bilemedim. Yedirdin, içirdin, gezdirdin mülkünde. Sayısız nimetlerinle şereflendirdin ama hiçbirinin kıymetini layıkıyla bilemedim.

Şimdi ne sevenim kaldı, ne de dönüp bakanım. Yok kapımı bir çalanım, ne de bir hatır soranım… Gönül evime, bedenimin semtine bir uğrayanım yok. Senden başka hâlimi gören ve bilenim yok.

Her gün, son bir geceye; her gece, son bir güne gebedir, bilemedim. İzin ver, gençlik çağımda yapamadığımı, ömrümün son deminde yapmaya çalışayım. Derman ver, iman ver, fırsat ver Allah’ım. Her zaman da veriyorsun ya…

Kırık dökük bir hâldeyim. Tutulacak bir yerim yok. Onarmaya kalksam, her yanım harap. Oysa bir zamanlar öyle miydi? Bu beden de gençti, dinçti. Kuşlar gibi gidip gelirdi en uzak mesafelere. Yorulmak bilmezdi. Bir nefeste çıkar, inerdi merdivenleri. Şimdi ilk basamağında bile dinlenmeden edemiyor. Yollarda yokuşları hesaplıyor. Odama çıkarken köşede bir ayna var. Bazen durup ona bakıyorum. Benim mi bu çizgili yüz Allah’ım? Hayretten donakalıyorum. Kalbim heyecanlanıyor, çarpıntılarını duyuyorum. “Her kalbin çarpıntısı, kendi ecelinin ayak sesidir” diyordu bir Allah dostu. Şimdi daha iyi anlıyorum. Kendimle konuşuyorum, özümle baş başayım şimdi.

Bir psikolog: “Kendi kalbine bakmayanın hayatı bulanıktır” diyor ve ekliyor: “Kendi yüreğine bakabilme cesaretini gösterenler, gönlünün muradını keşfedenlerdir. Dışarıya bakan rüya görür, hayal dünyasında kaybolur; içeriye bakan uyanır, kendini keşfeder.” Ben de öyle yapıyorum. İçime bakıp, aynalarda kendimi keşfe çalışıyorum. Hayatımı inceliyorum sayfa sayfa, satır satır. Çünkü “İncelenmemiş bir hayat yaşamaya değmez” diyor bir düşünür. Ben de öyle yapıyorum. Aynaya bakıyorum, sorular soruyorum.

Yâ Rab aynaya bakacak yüzüm yok, cesaretim yok, çünkü aynalar konuşuyor: “Boşa geçen günlere yanmanın faydası yok, şimdi tövbe ve istiğfar etme vaktidir” diyor.

Aynadaki suretime bakmaya bile cesaretim yok. Bu mukaddes emaneti taşıyamadık, harap ettik, yitirdik yâ Rab, affet. Bu emaneti senden başka kim onarır? Kırık dökük bu emaneti senden başka kim kabul edebilir ki? Kırılan, dağılan, parçalanan hayatımızın yegâne kefili ve vekili Sensin. “Hasbunallahu ve ni’me’l-vekîl”…

Aynalara bakmaya korkuyorum çünkü orada görüneni sevemiyorum. Ama aynalar konuşuyor: “Sen kendini bile sevmezken, seni bir seven var, unutma” diyor, “Suretlere bakıp takılma” diyor. “Sen kendine kıyıp, bozuk para gibi harcasan da seni seven biri var, sana kıyamayan, harcanmana razı olmayan biri var. O seni öyle seviyor işte. Sen kendine tahammül edemesen de, sana tahammül eden, en yüce bir sabır sahibi olan Rabbin var.”

Allah’ım, sensiz hiçbir şey çözülmüyor. Sensiz hiçbir şey olmuyor ve anlaşılmıyor. Hayatın tadı, Seninle ve Sana imanla. Ağır baskılar altındayım, kördüğüm olmuş hayatım. Senin emanetin olan bu hayat, ancak Senin yardımınla çözülebilir ve yeniden bir düzene girebilir… Senin merhametinle, Senin iltimasınla…

...

İşte buna canlı bir misâl. Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşanmış diye dinlediğim bir olay…

Her ne olmuşsa, kız öğrencilerden biri, kendini okulun penceresinden atmak istiyor. Tam o anda, oradan geçmekte olan bir öğrenci durumu fark ediyor ve çekip kurtarıyor kızcağızı.

“Aklını mı kaçırdın sen? Ne yapıyorsun?!” diyor.

Kızcağız:

“Bırak beni, bırak. Kimse sevmiyor beni, bırak!” diyor, feryat ediyor. Arkadaşı:

“Seni seven biri var!..” diyor.

Kızcağız şaşkınlık içinde:

“Kim o, kim o?..” diyor.

Arkadaşı:

“Sana böyle bir sonu lâyık görmeyen, beni senin yardımına gönderen O işte. Seni seviyor, senin Rabbindir O. Sızlanma, Onun sevgisi sana yeter” diyor, “Bırak, Ondan başka hiç kimse seni sevmesin isterse. Onun sevgisinin bir zerresi sadece sana değil, kâinata bile yeter” diyor.

Kızcağız:

“Madem Allah beni seviyordu, öyleyse neden yalnız bıraktı?” diyor. Bir yandan da hıçkıra hıçkıra ağlıyor. Arkadaşı:

“Bak bırakmadı işte. Seni gösterdi, beni senin yardımına gönderdi” diyor ve ekliyor: “Koridorda ikimiz, sen ve ben varız, bir de Allah... Biz yalnız değiliz. Ben burada olmayabilirdim. Bu koridordan geçmeyebilirdim. Allah sevk etti, senin imdadına beni o gönderdi, anlasana… Hadi ama toparlan, ağlama!” diyor. Kızcağız gene söyleniyor:

“Beni kimse sevmiyor, hiç kimse sevmiyor.”

Arkadaşı:

“Sen kendini seviyor musun?” diyor.

İlk defa başını kaldırıp kızcağız: “Hayır” diyor. “Ben de kendimi sevmiyorum.”

“Üzülme” diyor arkadaşı. “Biz kendimizi sevmesek de, bizi seven biri var, bizim bir sevenimiz var. Sevmekle kalmayan, her an yaşatan, sadece midemizi değil, kalbimizi ve ruhumuzu sevgisiyle besleyen biri var. Korkma, ağlama. O Sevgilinin bir zerrecik sevgisi sadece sana değil, kâinata bile yeter” diyor…

Güneşi bulan, mumu ne yapsın? Ey güneşler güneşi! Ey nurlar nuru! Bir zerre tecellin bile neler yapmaya kâdirdir Senin. Kendini bile sevmeyen insanın, şükür ki onu seven bir Rabbi var.

Ümidini yitirme ey insanoğlu, seni seven sevgili bir Rabbin var!

Aynalar konuşuyor, aynaları dinlemeye, aynalara bakmaya cesaretiniz var mı? Geçip de aynaya soran var mı?…

Bir dikenin duasını güle çeviren Rabbim, bizim en kötü anımızı, en feci hâlimizi bile dilerse en güzel bir şekle çeviremez mi? Hem de bir anda.

Şimdi aynalara bakma vaktidir. Aynalarda kendimizi keşfetme vaktidir. Kendi yüzüne ve yüreğine bakabilme cesaretini gösterenlerin, gönül muradına erme vaktidir.

Bakın ne diyor Necip Fazıl Kısakürek:

“Yön yön sarılmışım ne yana baksam;

Sarılan olur da, saran olmaz mı?

Kim bu yüzü çizen sanatkâr ressam;

Geçip de aynaya soran olmaz mı?”…

Kudretin aynaları çok. İnsan küçük, dünya büyük bir ayna. Her birindeki tecelli başka başka.

“Hem, birbiri arkasından daim gelen geçen âyineler mecmuasıdır. Öyle ise, onlarda tecelli edeni bil, envarını gör ve onlarda tezahür eden esmânın tecelliyatını anla ve müsemmalarını sev ve zevâle ve kırılmaya mahkûm olan o cam parçalarından alâkanı kes.” (Sözler, 204)

Evet, aynalar konuşuyor, neler söylüyor neler… “Sen kendini bile sevmezken, seni seven bir Rabbin var” diyor. “Öyleyse aynalardaki suretinin, eskimiş bedeninin şekline hiç üzülme, geç kalmış sayılmazsın bu ticarette. Alışverişini yapmak için yine bir fırsat, yine bir çare var. Elindeki emaneti sahibine sat” diyor…

“Hâlık-ı Kerîm, kendi mülkünü senden satın alıyor, cennet gibi büyük bir fiyat verir. Hem o mülkü senin için güzelce muhafaza ediyor. Kıymetini yükselttiriyor. Yine sana, hem bâki, hem mükemmel bir surette verecektir.” (Sözler, 213)

Aynalar şunu da söylemeden geçmiyor:

“Şimdi, hayatımın saadet içindeki kemâli ise senin hayatının âyinesinde temessül eden Şems-i Ezelînin envârını hissedip sevmektir. Zîşuur olarak Ona şevk göstermektir, Onun muhabbetiyle kendinden geçmektir. Kalbin göz bebeğinde, aks-i nurunu yerleştirmektir.” (Sözler, 11. Söz, 135)

Evet, aynalar konuşuyor. Geçip de aynaya bir soranımız var mı?

Biz kendimizi bile sevmezken, bizi seven bir Rabbimiz var. Şükür ki biliyoruz…