TR EN

Dil Seçin

Ara

“Kendiniz Olmasaydınız Kim Olmak İsterdiniz?” / Bir Anketin Düşündürdükleri

“Kendiniz Olmasaydınız Kim Olmak İsterdiniz?” / Bir Anketin Düşündürdükleri

Bir sohbetinde Mehmed Kırkıncı Hocamız şöyle bir şey anlatmıştı: İnsanların akıllarını toplayıp bir dereye yuvarlamışlar, sonra da haydi gidip kendinize bir akıl seçin demişler, herkes koşuşturup seçip, en beğendiği bir aklı almış. Sonra bakmışlar ki, herkes yine kendi aklını seçmiş. Bu hikaye ile şu hakikate vurgu yapılıyordu: Cenâb-ı Hak rahmetiyle her insanı kendi halinden memnun yaratmıştır. Hatta sadece insan değil, bütün mahlûkat kendi hallerinden memnun ve razı olarak yaratılmıştır.

 

Göklerde süzülen bir kartal da halinden memnundur, toprak içinde tünellerde yaşayan bir köstebek de... Kalorifer dairesinde yaşayan hamam böceği de halinden memnundur, çöplüğünde eşinen horoz da…

Öğrenci iken bir şey dikkatimi çekerdi. Yurttan dışarı çıkarken her öğrenci önce lavaboya uğrar, aynanın karşısına geçip hayranlıkla kendini seyreder, gerekiyorsa saçını, başını düzeltir, sonra giderdi. Dışarıdan yurda gelişlerde ise odaya girilmeden önce yine lavaboya uğranılır sahip olunan o güzellikler tekrar seyredilirdi. Bugün de ayna olan her yerde insanların aynaya bakışlarına dikkat ederseniz, onların kendilerini nasıl hayranlıkla seyrettiklerini görebilirsiniz.

Demek ki, insanın kendini beğenmesi, kendisiyle barışık olması bir derece fıtrîdir ve bu bir rahmet tecellisidir. “İnsan, cibilliyeti ve fıtratı hasebiyle nefsini sever.”

Fakat diğer hayvanlardan farklı olarak insan bu duygusunda da ifrat ve tefrite (artı ve eksi aşırı uçlara) düşebilir. İnsan tefrite (olması gerekenden az) düşerse aşağılık duygusu ve daha birçok problem ortaya çıkar. Bunlarla psikologlar ilgilenir. Bunların kimseye fazla bir zararları olmaz, zararları kendilerinedir. Hayatta daha iyi bir yerlere gelebilecekken kendilerini ifade edemediklerinden, öz güvenlerinin zayıflığından daha aşağı mevkilerde kalırlar.

Bir de aksi durum söz konusudur; bu beğenme ve sevginin mahiyeti bilinmezse, yani kendisinde gördüğü güzel sıfatlar, kemaller, kabiliyetler bir Fâtır-ı Zülcelâl tarafından ona ihsan edilmiş nimetler olduğunun idrakine varılmazsa, kendisine kendi hesabına mânâ-yı ismiyle bakmaya başlar ve yavaş yavaş ifrata sürüklenir. İslâmî terbiyenin eksikliği ve ubudiyetin azlığı ile ego şişmeye, enaniyet (benlik) kuvvetlenmeye başlar, böylece nemrutçuklar, firavuncuklar ortaya çıkar. Eğer bir de makam ve mevkii varsa, o mevki ile mütenasip olarak makamında nemrutçuluk, firavunculuk oynamaya başlar. Kendi nefsini kendine mabud ve mahbup yapar, her şeyi nefsine feda edebilir; hatta bütün dünyayı tanzim edebileceği (bir çeşit rububiyet) vehmine kapılıp dünyayı ateşe verebilir. Bu tiplerin zararı ve kötülükleri sadece astlarıyla ve çevresiyle sınırlı kalmaz. Hitler, Stalin, Lenin vb örneklerinde gördüğümüz gibi milyonlarca insanın hayatını etkileyip mahvedebilir, sonra da tarihin çöplüğüne gömülüp giderler. “Fakat enaniyeti bırakıp, bizzat nefsi hiç olduğunu ve Mucid-i Hakiki’nin bir âyine-i tecellisi bulunduğunu gördüğü vakit, bütün mevcudâtı ve nihayetsiz bir vücudu kazanır. Zira bütün mevcudât, esmâsının cilvelerine mazhar olan Zât-ı Vacibü’l-Vücud’u bulan, her şeyi bulur.” (Sözler; 4. Hatve)

Kur’an’ın hakikati der ki: “Ey mü’min! Sendeki nihayetsiz muhabbet kabiliyetini, çirkin ve noksan ve şerûr ve sana muzır olan nefs-i emmarene verme. Onu mahbub ve onun hevasını kendine mabud ittihaz etme. Belki sendeki o nihayetsiz muhabbet kabiliyetini, nihayetsiz bir muhabbete lâyık, hem nihayetsiz sana ihsan edebilen, hem istikbalde seni nihayetsiz mesut eden, hem bütün alâkadar olduğun ve onların saadetleriyle mesut olduğun bütün zâtları, ihsanatıyla mesut eden, hem nihayetsiz kemalâtı bulunan ve nihayetsiz derecede kudsî, ulvî, münezzeh, kusursuz, noksansız, zevalsiz cemal sahibi olan ve bütün esmâsı, nihayet derecede güzel olan ve her isminde pek çok envâr-ı hüsün ve cemal bulunan ve cennet bütün güzellikleriyle ve nimetleriyle, onun cemal-i rahmetini ve rahmet-i cemalini gösteren ve sevimli ve sevilen bütün kâinattaki bütün hüsün ve cemâl ve mehasin ve kemalât, onun cemâline ve kemaline işaret eden ve delalet eden ve emare olan bir zâtı, mahbub ve mabud ittihaz et...” (32. Söz 3. Mevkıf)

Günlük gazetelerden birinde, 20 Soru başlıklı bir köşesi var. Burada memleketimizin değişik kesimlerinden çeşitli aydınlara, yazarlara, oyunculara, akademisyenlere sorular soruluyor. Bunlardan bir tanesi de “Kendiniz olmasaydınız kim olmak isterdiniz?”

Bu soruya muhatap olanların %95’i doğrudan doğruya “Yine kendim olmak isterim, halimden memnunum şeklinde cevap verirken, %4 kadarı da “Okyanusta bir balık, ormanda bir ağaç, dağ başında kaya dibinde bir ot olmak isterim” gibi uçuk cevaplar vererek aslında yine kendilerinden başka biri olmayı istemediklerini belirtmişlerdir. Böylece insanların %99’unun kendinden başka bir kimse olmak istemedikleri ortaya çıkmaktadır. Ancak %1 nispetinde ise “annem, ablam veya babam olmak isterdim” gibi aile içinden idealize edilen bir kişi seçilmiştir.

Bu da gösteriyor ki, Cenâb-ı Hak rahmetiyle her insanı, her canlıyı halinden memnun yaratmıştır. İnsana düşen ise kendisinin bir ayna olduğunu bilmesi; bu zekâyı, bu kabiliyetleri, bu sıfatları hediye ettiği için Rabbine şükretmesidir.