TR EN

Dil Seçin

Ara

Kum Kıtlığı

Kum Kıtlığı

Pandemi sürecinde salgın, bulaş, kısıtlamalar, aşı, eğitim, ekonomi, sosyal hayat vs. konuları konuşuldu en çok. Bu arada bir haber hem de çok şaşırtıcı bir haber düştü gündeme: “Dünya küresel bir kum kıtlığına gidiyor. Siyasi ekonomik krizlerin yanı sıra durumun büyük bir çevre krizine dönüşmesi artık sadece zaman meselesi.” Konuyla ilgili haberlerde 21. yüzyılda insanoğlunun sudan sonra en çok kullandığı ikinci doğal maddenin kum olduğu ifade ediliyor.

Gündemin hızına yetişemediğimiz zamanlardan geçiyoruz. Görsel ve yazılı medyada haberler bir birini izliyor, sanal ağlarda paylaşımlarla çok kısa sürede geniş kitlelere ulaşılabiliyor. Bu kadar etkin ve yaygın bir iletişim imkânı olmasına rağmen duyduklarımız gördüklerimiz üzerinde durup düşünme fırsatı bulamıyoruz ve sürekli yeni konu başlıklarına yelken açıyoruz…

Zihinlerimiz gün boyu maruz kaldığımız malumat bombardımanı altında,  gözlerimiz gerekli gereksiz bir şeyler izlemekten yorgun, kulaklarımız uzak yakın mesafelerden bize ulaşan her tondan ses kalabalığı ile uğuldamakta… Bütün bu olup bitenler, bunca haber neyin nesidir veya bunları nasıl anlamalı gibi soruları soramadan dikkatlerimiz yeni haberlere çekiliveriyor. Oysa bu hızlı akışa kaptırmazsak kendimizi, biraz dursak/durulsak birtakım sorular düşecek aklımıza belki de.

“Uzaktan veya yakından bize ulaşan haberler öylesine mi gündeme düşüyor, gün geçsin, kitleler meşgul edilsin mi isteniyor?”

“Birbirinden bağımsız görünen haberleri rutin akış içinde sıradan parçalar olarak kabul etmeyip geniş bir bakış açısıyla ve aralarında bağ kurarak değerlendirdiğimizde düşüncelerimiz farklı bir noktaya taşınır mı acaba?”

Pandemi sürecinde salgın, bulaş, kısıtlamalar, aşı, eğitim, ekonomi, sosyal hayat vs. konuları konuşuldu en çok. Bu arada bir haber hem de çok şaşırtıcı bir haber düştü gündeme:

Dünya küresel bir kum kıtlığına gidiyor. Siyasi ekonomik krizlerin yanı sıra durumun büyük bir çevre krizine dönüşmesi artık sadece zaman meselesi.”

Konuyla ilgili haberlerde 21. yüzyılda insanoğlunun sudan sonra en çok kullandığı ikinci doğal maddenin kum olduğu ifade ediliyor. İnşaattan asfalt ve yol yapımına, deniz dolgusu çalışmalarından su arıtmaya, kaya gazını çıkarma işleminden akıllı telefon, cam, kâğıt, boya, plastik, kozmetik ürünler, diş macunu ve silikon üretimine kadar pek çok alan zikrediliyor. Erozyonla oluşumu binlerce yıl süren kumun doğal yollarla yenilenebildiğinden çok daha fazla tüketildiğine dikkat çekiliyor. Sadece inşaat sektöründe yılda 50 milyar ton kadar kum kullanıldığı, ortalama bir müstakil ev için 200 ton, 1 km’lik otoban için 10 bin ton kum gerektiği verilen bilgiler arasında.

Kum kıtlığına dikkat çeken bu haberler bir bakıyorsunuz uzun süredir gündemin bir numaralı maddesi olan Covid-19 konusuna bağlanıyor ve manşet:  

“Dünya küresel olarak kum kıtlığıyla karşı karşıya: Aşıların üretimi tehlikede.”

Buna göre Covid-19 aşıları dağıtılırken önümüzdeki iki yıl içinde 2 milyar cam şişeye ihtiyaç duyulacağı öngörülüyor. Kuma talebin artması ancak olası kum kıtlığı nedeniyle şişe üretiminde yaşanan gecikmelerin aşıların dünyanın farklı bölgelerinde yaşayan insanlara ulaştırılmasında ciddi sorunlara yol açacağına dair bir senaryo konuyor önümüze.

Kum ile ilişkilendirilerek söylenmiş deyimler ve atasözlerini hatırıma düşüyor kum kıtlığı haberlerini anlamaya/anlamlandırmaya çalışırken. Çok zengin olma halini ifade için “Denizde kum onda para” denmiş mesela. Yeryüzündeki varlığı ve niteliği düşünüldüğünde hep çokluğu çağrıştıran kumla ilgili nasıl olur da kıtlık söz konusu olabilir diye düşünmeden edemiyor insan. Kum ve kıtlık yan yana gelmesi mümkün olmayan iki kelime şeklinde kodlanmış çünkü zihinlerimizde.

Bir de “Sel gider kum kalır” atasözümüz var. Bize en özlü ifadeyle herhangi bir durumda önemli olan, kalıcı unsurlardır dersini veren. Post modern dünyanın belirsizliği içinde her an kaymaya ve savrulmaya müsait bir şekilde, şimdi ve burada olana odaklanıp kısa günün getirisi peşinde koşan günümüz insanlarının halini düşünelim bir. Ki bu zihniyet ben merkezliliği ve bireyin öncelikle kendi çıkarları peşinde koşmasını öngörmekte değil midir? Tam da burada bugün tüm insanlığı tehdit eden küresel sorunların temelinde, aslında Dünyanın tamamına yetecek kaynakların bir kısım insan tarafından sorumsuzca kullanılması, sömürülmesi, doğal hayatın tahrip edilmesi ve dengelerin alt üst olması yok mudur? Eğer bizler atasözümüzün dikkatimize sunduğu gelip geçici olan öğelerin fazla önem taşımadığı, bu nedenle bir işte asıl unsurlara önem vermemiz gerektiği dersini almış olsaydık bugün kısa vadeli kazanımlar uğruna “kum kıtlığı tehlikesi” gibi bir noktaya gelmemiz söz konusu olabilir miydi?

Hayatın içinde de birtakım olaylara maruz kalırız, yıllar içinde hayat tecrübesi ediniriz. Olaylar gelir geçer, geçici olanlara takılmayıp asıl değer verilmesi gerekenlere dikkat kesilmek gerek. Akıp giden hayatın içinde asıl olan, kalıcı olan, baki kalan nedir diye sorduğumuzda Âlemlerin Rabbi olan Allah’ın güzel isimlerinin tecellileri düşüyor akla bu kez. Bunun ne kadar farkında olur o nazarla bakabilirsek hayata, günlük rutinimiz, olup bitenler ve yapıp etmelerimiz bir o kadar anlam kazanır ve yaşama sevincimiz katlanır. Bu bağlar koparsa eğer ve bu bakış açısı yer bulamazsa hayatımızda, kendi kendimizi sığlığa mahkûm etmişiz demektir.

Bu noktada “kum kıtlığı” haberlerini El-Kerim ve Er-Rezzak esmaları eşliğinde değerlendirdiğimizde şunlar hatıra geliyor. Allah, el-Kerim’dir. Sonsuz kerem sahibi, çok cömert, lütuf ve ihsanı bol olan. Allah, er-Rezzak’tır. Allah, yarattığı tüm varlıkların rızkına da kefildir, tüm varlıkların ihtiyacını karşılayandır. Dünya üzerinde kazanılan rızık ve dünyevi diğer mallar, yalnızca Allah’ın izniyle ve O’nun takdiri iledir. Bunu unutursak birilerinin açlık, yokluk, hastalık, ölüm gibi konularda zaaflarımızdan faydalanmasına, bizleri korkutmasına ve manipüle etmesine zemin hazırlamış oluruz. Nitekim hayatı ekonomi merkezli tanımlayanlar, insanı üretim-tüketim ilişkileri içinde anlamlandıranlar insanın ihtiyaçları sınırsızdır, kaynaklar sınırlıdır vurgusu yapmışlardı önce. Zamanla varoluşa ve hayata dair bir tasavvur değişikliğine uğradığımız malum. Şimdi de kıtlık ve yokluktan bahsedilmekte. Dikkat! Uzmanlar uyarıyor: “Kum kaybı hassas ekosistemleri tehdit ederken, bu doğal kaynağın kullanımını düzenleyen küresel bir denetim sisteminin kurulması çağrıları giderek güç kazanıyor.”

Devasa tarım arazilerinin tek elde toplanmaya çalışıldığı biliniyor. Pek çok alanda kullanımı söz konusu olan kumla ilgili de tekelleşme çabası mı var, bir anda gündeme düşen “kum kıtlığı” haberleri zihinleri bu senaryonun gerçekleştirilmesine hazırlamak için mi diye sormadan edemiyor insan.

İşte, haberleri okuyup geçmek duyup geçiştirmek başka, durup düşünmek bağlar kurmak başka. Ancak hakikat şu ki, bizim sonsuz kerem sahibi ve rızkımıza kefil olan bir Rabbimiz var. En büyük ve güvenilir dayanağımız O’dur.

Kumdan mülhem deyimleri hatırlayalım bir kez daha. “Deve kuşu gibi başını kuma gömmek” gafletine düşmeyelim. Asıl olanı unutmadan yaşama gayretinde olalım. Yoksa deniz kıyısında “kumdan kaleler” yapıp sevinen ama gelen dalgaların onları silip süpürmesiyle hayal kırıklığı ve üzüntü yaşayan çocukların durumuna düşmek kaçınılmaz olur.