TR EN

Dil Seçin

Ara

Kusursuz Kul Var mıdır? / Kusursuz Kul Arayanlar

Kusursuz Kul Var mıdır? / Kusursuz Kul Arayanlar

Bu dünyada tek tip insan yok. Simaları gibi karakterleri de ayrılık arzediyor. Kaya gibi sert olanları yanında, pamuk gibi yumuşak huyluları da görüyoruz.

İnsan toplum hayatında her tip kişiyle tanışıyor, görüşüyor, ortak işler yapıyor. Kişilerin şahsiyetleri birbirini etkileyebiliyor. Ve yanlış yolda giden birisi, çoğu zaman, yol arkadaşlarını kendi hatasına, ortak yapabiliyor.

Günümüzün iletişim araçlarını dinlemek ve seyretmek de onlarla bir bakıma sohbet etmek demektir. Ve bu sohbetlerin bir çoğu insanın ruhuna zarar veren, kalbini bozan, gözlerini haramlarla kirleten cinsten.

“Sohbette insibağ (boyanma) vardır.” Hadis-i Şerif

Şeytan, insanı saptırmak için aralıksız çalışırken ve onun sözünü dinleyen nefis kötülüğü sürekli emrederken, hatasız ve kusursuz insan bulmak çok zor.

Öte yandan, insan her şeyden kolayca etkilenen bir yapıya sahip. Hava sıcaklığı normalin biraz üstünde yahut altında olsa hemen rahatsız oluyoruz. Bir arkadaşımızdan birazcık sert bir tavır görsek üzülüyoruz, kalbimiz kırılıyor.

Demek ki bedenimiz de, ruhumuz da çok hassas.

Nisa Sûresi, 28. ayette; “İnsan zayıf yaratıldı” buyrulur. Aynı surenin 76. ayetinde ise “Şeytanın hilesinin zayıf olduğu” haber verilir.

İşte bu zayıf insan, bu zayıf hilelere bazen kanabilmekte, ruhunu yaralayan günah ordularına mağlup düşerek bir takım hataları işleyebilmekte, bazı günahlara bilerek girebilmekte.

İnsan başkasını tenkit ederken nefsi büyük bir haz duyuyor. Ama bilmiyor ki, bu çirkef ortamda onu da bekleyen birçok günahlar ve hatalar var. Ve benzer tenkitlere yarın kendisi hedef olacak.

Nefsin bu insafsızlığını Üstad Bediüzzaman Hazretleri şöyle nazara verir:

“Evet, müşahedemle sabittir ki: Kat’î, yakînî bürhanlar ile deliller dolu olan büyük bir kalede, küçük bir taşta bir zafiyet görünürse, o kör olası nefis, o kaleyi tamamen inkâr eder.” (Mesnevî-i Nuriye)

O kale, bir ‘Müslüman’dır. Müslümanın bir kusurunu esas alıp bütün güzelliklerini inkâr etmek, ne insafla bağdaşır, ne hikmetle, ne de adaletle.

Nasıl kâinattaki hadiseler tek tip değilse, onun bir meyvesi olan insanın işleri, davranışları ve düşünceleri de tek tip olmuyor.

Bu dünyada, hep aydınlık veya hep karanlık söz konusu değil. Yine bu dünyada hep hastalık ve hep sıhhat diye bir şey de yok; insan bazen sıhhatle yaşıyor, bazen hastalanıyor.

Neşe ve keder de ruhu sırayla yokluyorlar; sürekli gülmek ve durmadan ağlamak olmuyor.

Dünya ne tam düz, ne de tamamen dağ ve tepe. Çoğu yerde ovalar dağlarla çevrilmiş, birlikte görev yapıyorlar.

Böyle bir âlemin meyvesi olan insanda da birçok farklılıklar kendini gösteriyor. Bu dünyada tek tip insan yok. Simaları gibi karakterleri de ayrılık arzediyor. Kaya gibi sert olanları yanında, pamuk gibi yumuşak huyluları da görüyoruz.

İnsanda kalp ile nefis birlikte bulunuyorlar. O kalbe bazen ilham, bazen vesvese hâkim oluyor. Bunun neticesi olarak, insanlar sevap yanında günah da işleyebiliyorlar.

İnsanı kusurlarıyla birlikte kucaklamaya ve elimizden gelirse hatalarını şefkatle tedavi etmeye mecburuz. Tâ ki, biz de yaralandığımızda bize de başkalarının yardım ve merhamet eli uzansın.

Günahsız insanlar sadece peygamberlerdir. Peygamberlerde ‘ismet’ sıfatı vardır. Güneşte hiç gece olmadığı gibi, o seçilmiş zatlarda da günah ve isyan olmaz.

Bunların dışındaki insanlarda, gafletle huzur, itaatle isyan ve daha nice zıtlar birlikte bulunabiliyor.

İnsanları günahları sebebiyle reddeden ve onlarla ilgiyi kesen kimseler, toplumdaki kişileri sadece iki gruba ayırmış olurlar: Ya melek, ya şeytan.

Bir de ayet-i kerimede şöyle buyrulur:

“Kim zere miskal hayır işlese onu görür ve her kim zerre miskal şer işlese onu görür.” (Zilzal Suresi, 7-8)

Mahşerde herkes bütün günahlarını ve sevaplarını eksiksiz olarak görecek. Ve bu teşhirden bir sonraki devrede, iyi veya kötü bütün ameller mizana girecekler.

Biz de bu dünyada kişilerin bazı yanlışlarını perde yaparak bütün iyiliklerini örtmek gibi bir hataya düşmemeli, her işi, her hareketi ve her karakteri ayrı bir değerlendirmeye tabi tutmalıyız.

Nur Külliyatından Uhuvvet Risalesinde harika bir tespit yapılır:

Hiç kimsenin bir başkasının (günah) yükünü taşımayacağını haber veren ayet-i kerimeden söz edilirken (İsrâ Sûresi, 15), bir kimsenin hataları yüzünden onun akrabalarına düşmanlık etmenin bu ayete ters düşeceği anlatılır. Daha sonra, bir insandaki her bir sıfat da “müstakil bir fert” gibi değerlendirilerek “bir müminin fena bir hasletinden darılıp küsüp” ona düşmanlık edildiği taktirde, o kötü sıfat yüzünden bütün güzel sıfatlarının da mahkûm edilmiş olacağına dikkat çekilir.

Toplum hayatında özellikle, ibadet görevini aksatan bazı Müslümanlardan şu tip sözleri çokça işitiriz: “Namaz kılıyor, ama şöyle şöyle de yapıyor. Bunlar bir Müslümana yakışır mı?”

Sözü edilen o kötü hallerin İslâm’da yeri olmadığı ve bir Müslümana yakışmayacağı bir gerçek. Ancak, bir Müslümana “Allah’a ibadet etmemek” de yakışmıyor.

Bu ithamı yapan kişi, sözünü ettiği o kötü huylardan uzak biri ise onun o güzel ahlâkı kendi sevap hanesine yazılır, ancak ibadet etmemesinin günahı da ayrıca yazılır.

İtham edilen kişi için de aynı şey geçerlidir. Onun da namazının sevabı ayrı, kötü işlerinin günahı ayrı yazılır.

“Zerre miskal hayır ve şerrin görüleceğini” ders veren ayet-i kerimeye bir de bu nazarla bakmak gerekiyor.

Ticarette de böyle değil mi? Bir kişinin on ayrı iş yeri olsa, herbirinin kârı ve zararı ayrı hesaplanır. Bir işten zarar etti diye hemen o adamın iflas ettiğine hükmedilmez.

Manevî ticarette de bu böyledir. Büyük günahların bile insanı küfre sokmadığı düşünülürse, mânâ âleminde gerçek iflas ‘küfürdür;’ günahlar ise manevî zarar hükmündedir.

Şu noktayı da nefsimize sıkça hatırlatalım:

“Allah hem Ğaffar’dır, hem Settar.” Yani günahları affedici, hataları örtücü, setredicidir. Bunun içindir ki İslâm dininde gıybet haramdır. Gıybet etmek, Allah’ın Settar ismine bir nevi muhalefettir.

Müslüman kardeşinin hatasını gizleyip başkalarına anlatmayan kişi, “Settar” isminden feyz alır. Bu güzel davranışına peşin bir ücret olarak, diğer Müslümanlar da onun hatalarını setreder, gizlerler; başkalarına anlatmazlar.