TR EN

Dil Seçin

Ara

Atmosferde Yukarılara Çıkıldıkça Neler Olur? / Bilim Öncüleri

Atmosferde Yukarılara Çıkıldıkça Neler Olur? / Bilim Öncüleri

“Allah, kime hidayet vermek isterse onun kalbini İslâm’a açar, kimi de dalalette bırakmak isterse onun göğsünü sanki göğe yükseliyormuş gibi dar ve sıkıntılı yapar…” (En’am Suresi, 125)

 “Allah, kime hidayet vermek isterse onun kalbini İslâm’a açar,

kimi de dalalette bırakmak isterse onun göğsünü

sanki göğe yükseliyormuş gibi dar ve sıkıntılı yapar…”

(En’am Suresi, 125)

Yükseklere çıkılırken bazı sıkıntılar olacağına dikkat çeken bu âyetten asırlarca sonra, 1875 yılında Paris’te, havacılık ve tıbbın gelişmesinde önemli kilometre taşı sayılan bir olay yaşandı.

Fransa havacılık araştırma kurumunun desteği ile bir balonla üç gencin çıkabildikleri kadar gökyüzüne yükselmesi ve başlarına gelenleri not etmeleri plânlandı. Balona o zamanın bazı âletleri yanında, ulaşılacak yüksekliği ispatlayacak 8 adet barometre konuldu. Ayrıca bu konularla uğraşan Paul Bert’in tavsiyesiyle de %70 oksijen katkılı üç küçük tüp konuldu.

Paul Bert kendi laboratuarında hazırladığı bir basınç kabininde gönüllü insanlarla hava basıncını azaltarak bazı deneyler yapmıştı. Basıncın 35 mm Hg’ya doğru düşmesi halinde şuur kaybı ve bayılmalar gözlemişti. Bu insanlara yüksek yoğunluklu oksijen koklatınca hastalara iyi geldiğini biliyordu. Bu yüzden balona konulan malzemeler arasına 3 tane de oksijen tüpü konmasını sağladı.

Ancak o günlerde solunum fizyolojisi ve oksijen basıncının solunumla ilgisi hakkında daha fazla bir bilgi yoktu. Oysa bugün biliyoruz ki, hızlı bir şekilde yükselmek veya tırmanmak “yükseklik veya dağ hastalığı” denilen bir takım belirtilere sebep olmaktadır. Başlıca oksijen eksikliğinden kaynaklanan bu belirtiler nefes darlığı, göğüs daralması, kalp çarpıntısı, baş ağrısı, bulantı ve kusmadır. Daha ileri hallerde basınç farkından dolayı akciğerlerde ödem ve yırtılmalara bağlı kanlı öksürükler, nihayet koma ve ölüm ortaya çıkar.

Günümüzde bu belirtilerle karşılaşmamak için bazı tedbirler alınır. Bunlar arasında yavaş tırmanmak, (günde 300 m kadar), dalgıçlar gibi oksijen tüpü taşımak ve 3000 m’den sonra birkaç gün kamp yaparak vücudun yeni şartlara uyum sağlamasını beklemek sayılabilir. Yükseldikçe oksijen azalır, 5000 m’de O2 basıncı deniz seviyesinin yaklaşık yarısına düşer. Bu durumda vücudumuzda alyuvar sayısını artar. Fakat bunun için zaman gerekir, işte 5-10 günlük kamplar bu faydayı sağlar.

Bir nisan sabahı bir kimyacı olan G. Tissandier ile J. Spinelli, T. Sivel isimli iki mühendis, Zenith adını verdikleri balonla havalandılar. Bu üç genç bilim adamı, Zenith’le 3500 m’ye kadar olaysız tırmandı.

Fakat bundan sonra problemler başladı, önce balon gaz kaçırmaya başladı, kaçak balon gazının (karbon monoksit) solunması üç arkadaşta da zehirlenme belirtilerine sebep oldu ama yollarına devam ettiler.

4000 m’de tuttukları notlardan el yazılarının bozulduğu, nabızlarının hızlandığı, Sivel’in kalp atışlarının normalin iki katına çıktığı anlaşılmaktadır.

7000 m’ye ulaştıklarında oksijensizlikten ve soğuktan iyice etkilenmeye başladılar. Tissandier artık aletlere bakamıyordu, Sivel’in sık sık gözleri kapanıyor ve hareket etmekte zorlanıyordu, en dayanıklıları Spinelli çıkmıştı, aletlere bakmaya devam ediyordu ama eski heyecanı kalmamıştı, artık gözlerinin içi gülmüyordu, her şey önemini kaybetmişti.

Sonunda nefes almaları iyice zorlaştı ve aralıklarla oksijen solumaya başladılar, bu onları yeniden canlandırdı. Sivel, arkadaşlarından barometreyi okumalarını istedi, yaklaşık 7500 m’ye kadar yükselmişlerdi. Devam etmek için sabırsızlanan Sivel safra atıp atamayacağını sordu, konuşacak takatleri olmadığı halde arkadaşları baş işaretiyle istediğini yapmasını söylediler. Büyük bir cesaret ve coşkuyla yola çıkmış olan üç genç bitkin ve tükenmiş bir vaziyette olmalarına rağmen kalan beş kum torbasının üçünü daha attılar ve balon hızla yükselmeye başladı.

Tissandier birden o kadar güçsüzleşmeye başladı ki, başını çevirip arkadaşlarına bakamıyordu, oksijen tüpüne de uzanamıyordu. Barometreyi görebiliyordu, hedefledikleri 8000 m’yi geçmişlerdi. Bunu arkadaşlarına söylemek istedi ama ağzını bile açamadı, zaten arkadaşlarının kendisini duyacağı da şüpheliydi, birden gözleri karardı ve şuursuz bir şekilde sepete yığılıp kaldı.

Yarım saat kadar sonra uyandığında balonun hızla düştüğünü fark etti. Biraz safra atarak düşüşü yavaşlattı ve iki arkadaşının hareketsiz yattıklarını not etti, sonra yeniden bayıldı. Bir müddet sonra Spinelli’nin sarsmasıyla uyandı, zorlukla hareket ediyorlardı, balonun iniş hızını yavaşlatmak için kalan safrayı da attılar. Sonra yeniden yığılıp kaldılar, balonun bundan sonraki hareketleri büyük oranda tahminlere dayanıyor.

Barometreler ulaşılan en yüksek seviyenin 8500 m olduğunu kaydetti, Tissandier tahminen bir buçuk saat sonra yeniden kendine geldi, balon hızlı bir şekilde düşüyordu. Öteki arkadaşları sepetin dibinde hareketsiz yatıyorlardı. Tissandier onları uyandırmak için sürünerek yanlarına gitti, yüzleri kararmış, ağızları kan doluydu. O anda öldüklerini anlayamadı, düşüş hızını yavaşlatmak için çılgınlar gibi uğraştı, sonunda çapayı bulup, atmayı başardı. Çapanın bir müddet toprakta sürüklenmesi çarpma şokunu hafifletti. Balondan çıkınca durumun kötülüğünü anlamaya başladı, arkadaşlarını konuşturmak için çırpındı durdu, sonunda onların öldüklerini kabullendi.

Tissandier 15 gün kadar dinlendikten sonra kendini toparladı, işitme hissi önemli ölçüde azalmıştı. Yolculuk notlarını bir rapor halinde bilimsel bir dergi olan ve aynı zamanda editörlüğünü kendisinin yaptığı Nature’de yayınladı. İlk şanssızlıkları balonun gaz kaçırmasıydı. Balonu şişirmek için kullanılan gaz, büyük oranda karbon monoksit ihtiva ediyordu.

Bugün gayet iyi biliniyor ki, bu gaz alyuvarlardaki hemoglobine kopmamak üzere bağlanır ve oksijen taşınmasına mani olur. Her kış onlarca kişinin sobadan, kömürden, şofbenden zehirlendiğini duyarız. Büyük otel yangınlarında insanlara alevlerden önce bu gaz ulaşır ve ölümlere sebep olur. Bu ölümlerde esas sebep işte bu gazdır. Onların önceden bu gaza maruz kalmaları, daha sonraki oksijen azlığının etkilerini artırmıştır. Tissandier, arkadaşlarının ölümünün oksijen eksikliğinden olduğunu, nispeten kısa süreli oksijen eksikliğine dayanılabileceğini, fakat yükseklerde 2 saatten fazla kalmanın tehlikeli olacağına dikkat çekti. Arkadaşları muhtemelen balonun 7500 m’den sonraki ikinci yükselişi esnasında ölmüşlerdi.

Ayrıca bilmedikleri çok önemli bir şey de oksijen eksikliğinin muhakeme bozukluğuna sebep olmasaydı, normal düşünemedikleri halde kendilerini normal zannediyorlardı. Böylece ikinci yükselişe teşebbüs ettiler. Yanlarındaki oksijen tüplerinin hacmi büyük bir ihtimalle 150 lt’den fazla değildi. Hareketsiz durmaları halinde bile dakikada 10 lt O2’e ihtiyaçları vardı, halbuki sepet içindeki hareketler, âletlerin okunması balonun idaresi vs. için kişi başına dakikada en az 20 lt O2 tüketmeleri gerekiyordu. Tissandier’in sağ kalması da ayrı bir bilmece olarak kaldı, insan bünyesinin farklılıklarının ve belki de aralıklarla düşüp bayılmasının bunda etkili olabileceği yorumları yapıldı. Çünkü böyle durumlarda en küçük bir hareket bile hayata son noktayı koymaya yetmektedir.

Manevî mesleklerde, ekollerde olduğu gibi maddi mesleklerde ve fenlerde de ilklerin, öncülerin fedakârlıkları her takdire lâyıktır. İki genç insanın ölümü, birinin sağır olması elbette boşa gitmedi. Güzel ve çok eski bir hayal olan yükseklerde uçmadan önce halledilmesi gereken bazı problemlere insanlığın dikkatini çektiler. Oksijen donanımları gelişti, basıncı ayarlanabilir tüpler ve maskeler yapıldı. Basınçlı elbiselerden uzay giysilerine ve basınçlı uçak kabinlerine kadar bir dizi gelişmeye öncülük ettiler.