TR EN

Dil Seçin

Ara

Sosyal Bilimler: "Yeni Şeyler" Söyleme İmkânı

Lise yıllarımızda birinci sınıfı bitirdikten sonra fen ve edebiyat kolu olarak sınıflara ayrılmamız söz konusuydu. Genel olarak çalışkan öğrencilerin fizik, kimya, biyoloji, matematik gibi sayısal derslerin ağırlıklı olduğu fen sınıfına; notları daha düşük, ders çalışmayı pek sevmeyen ve daha az başarılı oldukları düşünülenlerin ise müfredatında tarih, coğrafya, felsefe, sosyoloji gibi sosyal alan derslerinin yer aldığı edebiyat sınıfına devam ettikleri gibi bir anlayış vardı. Çünkü insanların zihninde matematik ve fen bilimlerinin daha önemli ve üstün olduğu düşüncesi hâkimdi. Sosyal bilimler ise mahiyeti pek bilinmemekle birlikte kendisine pek önem atfedilmeyen bir alandı.

Lise yıllarımızda birinci sınıfı bitirdikten sonra fen ve edebiyat kolu olarak sınıflara ayrılmamız söz konusuydu. Genel olarak çalışkan öğrencilerin fizik, kimya, biyoloji, matematik gibi sayısal derslerin ağırlıklı olduğu fen sınıfına; notları daha düşük, ders çalışmayı pek sevmeyen ve daha az başarılı oldukları düşünülenlerin ise müfredatında tarih, coğrafya, felsefe, sosyoloji gibi sosyal alan derslerinin yer aldığı edebiyat sınıfına devam ettikleri gibi bir anlayış vardı. Çünkü insanların zihninde matematik ve fen bilimlerinin daha önemli ve üstün olduğu düşüncesi hâkimdi. Sosyal bilimler ise mahiyeti pek bilinmemekle birlikte kendisine pek önem atfedilmeyen bir alandı.

Bunun yanı sıra eğitime sadece “meslek edinme formasyonu” olarak bakmanın bir neticesi olarak, fen sınıfından mezun olanların üniversite sınavları ve meslek seçimi konusunda diğerlerine nazaran daha avantajlı oldukları düşünülürdü. Farklı ilgi alanları ve yetenekleri olan öğrenciler sevmeseler dahi zorlanmak pahasına fen sınıfında okumaya çalışır, eğitim öğretim süreci ve sonrasında şekillenen hayatları eziyet haline gelir ve mutsuzluk üretirdi.

Bugün de fen bilimlerinin sosyal bilimlere nazaran daha önemli ve üstün olduğunu düşünenler olabilir. Teknolojik gelişmeler baş döndüren bir hızla devam etmekte, hayatı kolaylaştırmakta. Diğer yandan ise dünyanın pek çok bölgesinde insani krizler yaşanmakta. Küreselleşen dünyamızda çok boyutlu ve çok değişkenli toplumsal sorunlarla baş etmek zorunda kaldığımız bir süreçten geçmekteyiz.

Özellikle hızlı değişime uyum sağlama çabaları, beklenmedik afetler, salgın tehdidi, savaşlar, göç, aç ve susuz kalma korkusu, yarınlara dair güvensizlik, endişe, kaygı, duygusal travmalar… Netice itibariyle insan kaynaklı, insan eliyle işleyen ve insanı etkileyen bir süreç. İşte bu noktada insanı konu edinen ve sosyal olayları anlama ve açıklama çabasında olan sosyal bilimlere ve bu alanda yapılacak ciddi derinlikli çalışmalara ne kadar ihtiyacımız olduğu anlaşılıyor.

Aslına bakılırsa fen ve sosyal bilimlerine biri diğerine üstün diye bakılmaktan ziyade meseleleri farklı açılardan ele aldıkları hesaba katılmalı ve bu şekilde daha bütüncül bir kavrayış sağladıkları düşünülmeli. Hayatın hemen bütün alanlarını etkileyen pandemi sürecinde mesela, ilk günlerden itibaren süreci tıbbi boyutuyla değerlendirmek ve tavsiyelerde bulunmak üzere doktorlar ve tıp uzmanlarından oluşan Bilim Kurulu oluşturulmuştu. Ancak sürecin insan ve toplum hayatını etkileyen boyutu düşünülerek özellikle kontrollü sosyal hayatın daha sağlıklı yürütülmesi noktasında tavsiyelerde bulunmak ve yönlendirmeler yapmak amacıyla bu kez Toplum Bilimleri Kurulları oluşturulmasına karar verildi. Her iki kurulun çalışmaları, bireylerin, ailelerin ve diğer toplumsal kurumların bu zor süreci daha sağlıklı bir şekilde atlatabilmeleri için karar verici makamlara yol göstermekte.

Dijital dönüşümün yaşandığı günümüzde insanın, topluma ve hayata dair sorulara cevap arayışı devam ediyor. İnsan ve doğa / çevre arasındaki ilişkiyi doğru okumak anlamak çabasındaki sosyal bilimler alanında, fen bilimlerinde olduğu gibi Batı menşeli çalışmaların, kavramların ve izahların hâkimiyeti söz konusu. Ancak küreselleşme ve hızlı değişimlerin yaşandığı, zaman algımızın ve referanslarımızın değiştiği günümüzde, farklı toplum yapılarının anlaşılması noktasında farklı bakış açılarının geliştirilmesi gerektiğine dair düşünceler dile getirilmekte.

Sakarya Üniversitesi’nden Prof. Dr. Tayfun Amman, “Bugün nasıl ki tıp ilminde “hastalık yoktur, hasta vardır” sözüyle farklılıklara işaret ediliyorsa benzer durum sosyoloji alanına taşındığında “İnsan yoktur, insanlar vardır” şeklinde ifade edilebilir. Aile değil aileler, grup değil gruplar, toplum değil toplumlar, kültür değil kültürler” diyerek bu konuya dikkat çekmektedir.

Yine Prof. Dr. Ümit Meriç, “Avrupa kıtasının kendi iç sorunlarını teşhis ve tedavi etmek mecburiyeti ile tarih sahnesine çıkmış olan Batı sosyolojisi, “Toplumların ve toplum içindeki olayların ilmi” olarak kendini tanımladı. Ama burada toplum, büyük harf “T” ile başlayan bir toplumdu. Oysa dünyada böyle bir “T” toplum değil, toplumlar var. Avrupalı düşünürlerin kendi toplumlarını dikkate alarak kurduğu teoriler—o da kısmen—kendi realitelerini aydınlatıyordu. 19. yüzyılda yaşamış olan Spencer, Weber ya da Marks’tan 21. yüzyıl Türkiye’sini aydınlatmasını beklemek abestir.” sözleriyle aynı hususu dile getirmektedir.

Batılı paradigmaya hâkim olmakla birlikte, sosyal bilimlere yerli bakış açısı ile yaklaşımın gerekliliğine inanan ve kendi medeniyet kodlarımız dâhilinde bir sosyoloji ilminin tesis edilmesinin gereği ortadadır. Daha başlangıç noktasında bir farkımız var bizim. Fen bilimleri çalışmalarını ne pahasına olursa olsun doğaya egemen olmak amacıyla yapmayız. İnsanı tanıma ve toplumsal olayları anlama çabası gösterilen sosyal bilimler çalışmalarında da insanları ve toplumları zaafları üzerinden manipüle etmek amacı gütmeyiz. Tarih, kültür ve varoluşu dikkate alarak insanı ve toplumları anlamaya çalışırız. Bu anlama çabası içindeyken temel varsayımlarımızı göz ardı etmeyiz. Varlığa/doğaya sahip olma veya sömürme değil, emanet bilinci esastır. İnsan bizim için rakip düşman veya öteki değil, dost ve kardeştir. Ben merkezlilik veya bencillik ile değil, biz bilinci ile bakarız hayata. Dünyevileşme tuzağına düşmek endişesi taşır, dünya-ahiret dengesini korumaya çalışırız. Bunların kavramlarımıza ve yorumlarımıza yansımaması düşünülemez.

Bu noktada, ülkemizde 2003 yılından itibaren sosyal bilimler ve edebiyat alanında duyulan üstün nitelikte bilim insanı yetiştirilmesine kaynaklık etmesi amacıyla kurulan Sosyal Bilimler Liseleri, sözel alanda başarılı ve sosyal zekâsı yüksek öğrenciler için çok güzel bir imkân. Bu okullara sadece avantajları dezavantajları nedir, mezun olunca nasıl iş bulurum, ne kadar kazanırım düşüncesiyle yaklaşmak, çok eksik bir bakış açısı olur. 

Yüksek öğrenim öncesi gençlerde sosyal bilimler alt yapısının oluşturulması, tarih ve medeniyet bilincinin temellerinin atılması önemli olan. Ülkesine ve dünyaya dair meselesi olan, gönül coğrafyası ve insanlık adına kafa yoran ve çözüm üretmeye çalışan donanımlı ve kültürlü gençler… Mevlana’nın “pergel” metaforundan hareketle, sabit ayağı kendi medeniyet dünyasına basan, aklı ve gönlü kadim değerlerinden beslenen, diğer ayağı ile de insanlık mirasına katkı sunmuş tüm medeniyetleri dolaşan ve kendini her daim geliştiren gençler… 

İnsanlık ve anlam kriziyle boğuşan dünyamıza sosyal bilimler alanında “yeni şeyler” söyleyecek, yeni ufuklar açacak gençlerin yetiştirilmesi, fen ve teknoloji alanında kaydedilen gelişmeler kadar önemli vesselam.

Yeni eğitim öğretim yılı herkes için hayırlı olsun. 

***

 

Mevlana “pergel” metaforu: 

Pergel metaforu, 

pergelin sabit ayağını kendi medeniyet iddialarınıza basmanızı,

oradan beslenerek, 

pergelin hareketli ayağıyla

bütün medeniyetlere, kültürlere ve dünyalara açılmanızı

mümkün kılar.