TR EN

Dil Seçin

Ara

Harita Tutkunu Bir Fatih

Fatih Sultan Mehmed’in bir harita tutkunu olduğunu biliyor muydunuz? Osmanlı ve Rönesans başlığı altında Mustafa Armağan, Fatih’in fetih sonrası ziyaret ettiği Bizans İmparatorluk Kütüphanesi’nde kütüphaneci Amirutzes ile arasında geçenleri ve daha sonra Floransalı bilim adamı Francesco Berlinghieri’yle olan ilginç ilişkisini sizler için araştırdı.

 

Tarihimizin bazı gerçeklerini elden, yani yabancılardan öğrenmek zorunda kalıyoruz ya, bu durum fakiri hem sevindiriyor, hem de fena halde üzüyor.

Sevindirmesi neden derseniz şundan:

Biz kendimizi ya büsbütün kem gözle görmeye ve göstermeye mahkûm etmiş, ya da hiçbir hatası bulunmayan, muhteşemliğine toz dahi kondurulmayan bir şanlı tarihin altın kafesine kapatmış bulunuyoruz. Kendi hikâyemizi henüz “tarih” denilen disiplinin o soğukkanlı ve ihtiyatlı ağzından dinlemeye hazır değiliz. Bu yüzdendir ki, dışarıdan bakan bir göz, bizi bizimkinden daha objektif bir şekilde görüp anlatabiliyor. Çeşitli sebeplerle görmediğimiz, göremediğimiz veya görmek istemediğimiz hassas noktaları daha telaşsız bir dille tahlil ve kaydedebiliyor yabancılar.

Üzüntüm de şundan kaynaklanıyor:

Bu gibi kendimizle ilgili işler ‘onlar’a mı kalmalıydı? Tarihimizin bu sıradanmış gibi görünen ilginç yönlerini şimdiye kadar kendi gözümüzle keşfedip kendi kalemimizle yazmalı değil miydik? İstanbul’un anahtarlarını elimizi tutuşturan o ebedî “genç” adamı, Fatih Sultan Mehmed’i bütün encamıyla “fethetmek”, bu topraklarda yaşayan tarihçilere ve aydınlara daha ziyade yakışmaz mıydı?

Ve galiba bu gidişle Osmanlı tarihinin ihtişam güneşi Batı’dan doğacak ve biz de seyirci koltuğunda bu manzarayı, sanki yabancı bir filmi izler gibi bir güzel seyredeceğiz. Gelişmeler bunu gösteriyor.

 

RÖNESANS VE OSMANLI

İşte yeni kuşak İngiliz akademisyenlerden Jerry Brotton’un Trading Territories adlı sarsıcı kitabını bu karmaşık duygular içinde okudum ve şu kanaate vardım ki, bir kültürün mensupları ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar, bazı noktalarda körlüklerini aşamıyorlar (Bir yazar, Normal Daniel “kültürel engeller”, cultural barriers adını vermişti buna). Körlüklerini aşmaları için başka bir geçmişten, başka bir arka plan ve eğitimden ve başka bir noktadan bakmaları gerekir olaya ki, maalesef on yıllar içinde edindikleri “kültürel bariyerler” buna izin vermiyor.

O zaman neden bu bir eksiklik değil de, bir imkan ve hatta fırsat olmasın? Olaylara birbirimizin baktığı noktalardan bakmak zorunda değiliz ve buna zaten imkan da yok. Ama şunu yapabiliriz pekala: Farklılığımızı kullanarak birbirimizin göremediği boşlukları kapatabilir, böylece ortak bir kültüre olmasa bile, ortak bir bilince doğru ilerleyebiliriz. Bilelim ki, tarih de bizim bu konulardaki en büyük refakatçimiz olacaktır.

İşte Jerry Brotton örneği bu bakımdan önemli görünüyor bana. Rönesans mucizesini ısrarla Avrupa kıtasına çivilemek isteyenlere şiddetle karşı çıkan yazarımız, Batı’da Rönesans’ın dışında durduğu, hatta düşmanı olduğu kabul edilen Osmanlıların aslında Rönesans’ın havuzu içinde hareket ettiklerini ve hatta onu etkileyip yönlendirdiklerini açık bir dille söylüyor. Yalnız yaygın olarak söylendiği gibi Rönesans’ın İstanbul’un fethinden sonra İtalya’ya kaçan Bizanslı bilim adamlarınca meydana getirildiği iddiasındaki gibi olumsuz bir katkı değildir onlarınki. Epeyce olumludur da. Nitekim Jerry Brotton’a göre Osmanlılar Avrupa’nın hiç de kenarında değil, merkezindeydiler ve dönemin ruhunu gayet başarıyla kavramışlardı.

Misal mi? İşte buyurun Fatih Sultan Mehmed ve iki erkek evladı ile Floransalı bilim adamı Francesco Berlinghieri’nin gizemli ilişkilerine.

Berlinghieri, 1464 yılında İskenderiyeli bir bilim adamı olan Batlamyus’un (Ptolemy) Geographia adlı ünlü coğrafya eseri üzerinde çalışmaya başlar. Haritalarını günceller, bilgi hatalarını yeni bulgular ışığında düzeltir, eklemeler yapar ve eseri açıklar, şerh eder. Gerçekten de o zamana kadar Avrupa’da yapılmış en hatasız dünya haritasını içeren bir coğrafya eseri ortaya çıkarır. Sonra da bir matbaacı dostuyla anlaşır ve Venedik’te yeni kurulan matbaalardan birinde bu göz nuru akıttığı eserini itinayla bastırır.

 

HARİTACI VE SULTAN

Tam da Rönesans’ın cıvıltılarının sarayların salonlarında çınladığı demlerde pek çok bilim ve sanat ‘patronu’ vardır Avrupa’da. Mesela İtalya’daki ünlü Medici ailesinden Lorenzo de Medici... Berlinghieri’nin, hazırladığı kitabı bunlardan birine ithaf etmesi beklenirken, ne yapar bilir misiniz? Tutar, Fatih Sultan Mehmed’e ithaf eder ve böylece basılır kitap. Şöyle yazmaktadır kitabın ilk sayfasında:

Bu kitabı şöhretli Prens, Tanrı’nın tahtının sahibi, bütün Asya ve Yunanistan’ın imparatoru ve merhametli efendisi olan Osmanoğullarından Mehmed’e adadım.

Ne var ki, tam kitabın basıldığı günlerde başta Papa olmak üzere Avrupalı din adamlarını, kontları, dükleri, kralları sevindiren ama Berlinghieri’yi üzen o haber çıkagelir. Avrupa’nın korkusu Fatih, bir sefer sırasında aniden vefat etmiştir (3 Mayıs 1481). Avrupalı yöneticiler derin bir nefes alırken, ölümün tasası Berlinghieri’yi tutmuştur. İyi de nadide eserini şimdi kime satacaktır? Bu neredeyse 20 yılını gömdüğü esere layık olduğu değeri Fatih’ten başka hangi hükümdar veya patron verebilecektir?

İşte bu aşamada Berlinghieri’nin kitabına yeni bir müşteri aradığını görüyoruz. Ve aramakla kalmıyor, buluyor da. Urbino Dükü Federigo da Montelfeltro, bin kadar yazma eseri barındıran kütüphanesi ile çağında bir elinde kalem, öbüründe kılıçla resmedilmekte değil midir? Öyleyse Fatih’e adadığı kitabının ithaf sayfasına bu defa Federigo’nun adını yazarak sarayının kapısını çalabilirdi. Fakat tam çalacaktı ki, Berlinghieri’yi yeni bir kara haber karşıladı. Dük, Eylül 1482’de aniden ölmüştü.

Peki şimdi ne olacaktı?

 

RÖNESANS PAZARINDA İKİ OSMANLI

İbre yeniden Topkapı Sarayı’na doğru dönecek ve bu defa İstanbul’daki tahtta oturan II. Bayezid’e yönelecektir bakışları Berlinghieri’nin.

O sırada İtalyanlarla iyi geçinme politikasını takip eden yeni Sultan’a ithaf ettiği coğrafya eserinden Topkapı Sarayı’na satılan nüsha, bugün Topkapı Sarayı Müzesi’nde bulunuyor. Ne kadara sattığını bilmiyoruz. Lâkin acar bir müteşebbis olduğu da anlaşılan Berlinghieri nam âlim, Osmanlıların peşini öyle kolayına bırakacak gibi değildir.

Nitekim o sırada Avrupa’da Sultan II. Bayezid’e karşı bir koalisyon oluşturmakla uğraşan Cem Sultan’a da kanca atacak ve 1484 yazında Paolo da Colle adlı dostunu Cem’in yaşadığı Savoy şehrine gönderecektir. Elinde de Batlamyus’tan çevirip açıkladığı Geographia adlı eseri vardır. Gelin görün ki, tam 19 ay önce II. Bayezid’e satılan nüshadaki ithaf sayfası silinmiş, yerine bu defa onun rakibi olan Cem Sultan’ın adı yazılmıştır.

Böylece Berlinghieri’nin başarılı pazarlama stratejisi, Fatih ve iki oğluyla Urbino Dükü Federigo’yu aynı gergefin üzerine işlemeyi başarır. Bir başka deyişle Berlinghieri, Fatih, Bayezid, Cem, Paolo ve Federigo figürleri, aynı Rönesans sahnesinin üzerinde bize olduklarından daha yakın dururlar birbirlerine.

Asıl önemlisi de, tekrar vurgulayalım, Avrupa’da o kadar Rönesans patronu (mesen) dururken, Berlinghieri’nin Osmanlı hükümdarlarının coğrafya ve haritaya daha fazla alaka göstereceklerinden ve daha cömert ödüller vereceğinden emin bulunmasıdır. Demek ki, Osmanlı padişahlarının Fatih’le başlayan harita tutkusu, Avrupa’da o kadar yakından takip ediliyor, iyi biliniyor ve sanatçı ve bilim adamlarının çevresinde kulaktan kulağa yankılanıyordu.

Velhasıl Osmanlı hanedanı, Rönesans’ın dışında kalmak şöyle dursun, onu yönlendiren kutuplardan birisiydi ve İstanbul da Rönesans’ın cazibe merkezlerindendi. Değerli akademisyen Jerry Brotton’a bu yitik gerçekleri gün ışığına çıkardığı için teşekkür etmeliyiz ama daha sözünü ettiğim eserini bile Türkçeye çevirebilmiş değiliz.

Fatih’le aramızdaki farkı anlayabiliyor muyuz acaba?

 

KAYNAKLAR:

1. Jerry Brotton, Trading Territories: Mapping the Early Modern World, Londra 1997, Reaktion Books, s. 87-118.

2. İtalyanca yazılan ithaf cümlesinin İngilizcesini Brotton şöyle veriyor:

“To Mehmed of the Ottomans, illustrious prince and lord of the throne of God, emperor and merciful lord of all Asia and Greece, I dedicate this work. “ (age, s. 90.)