Tefsir kitaplarına bakanlar, aynı ayet hakkında farklı yorumlarla karşılaşınca genelde şaşırırlar. Hâlbuki bu farklı yorumlar çoğu kere şeklî bir ihtilaftır. Ancak, işin hakikatine aşina olmayanlar gerçek ihtilaf zannederler... Her bir müfessir, ayetin manasından bir ciheti zikreder... Dolayısıyla, ibarelerin ihtilafından, murat edilen manaların ihtilafı anlaşılmamalıdır.
Muazzam bir şelaleyi seyreden insanlar, kendi durumlarına göre manalar hissederler. Mesela, bir şairin hissiyatı galeyana gelir, o güzel manzara ile ilgili bir şiir yazar. Bir ressam, o muhteşem manzarayı resmetmeye çalışır. Bir çiftçi, “bu suyu bizim tarlaya çevirsek ne iyi olur” diye düşünür. Bir baraj mühendisi ise, bu suyun arkasında muazzam bir baraj görür, çevreyi hem aydınlatmak, hem de sulamak için projeler yapar.
İşte, her bir Kur’an ayeti, bir çağlayan misali akmakta, muhataplarının idrak seviyesinden onlara ders vermektedir. Bütün asırlar ve o asırlardaki bütün insanlar Kur’an ayetlerinin muhatabıdırlar. Her asır, Kur’an’dan kendi hissesini alır.
Kur’an’ın yorumundaki ihtilafın genelde şeklî bir ihtilaf olduğu gerçek olmakla beraber, şeklî ihtilaf sınırını aşan yorumlar da olduğu görülmektedir.
Bu yüzden tefsirlerde görülen ihtilaf iki şekilde ele alınmıştır:
1. Tenevvü ihtilafı
2. Tezat ihtilafı.
Mesela, Kuranda geçen “Sırat-ı Müstakim” (doğru yol) ifadesi,
- Allah’ın Kitabı,
- İslâm,
- Sünnet ve cemaat,
- Ubudiyet yolu, tarzlarında açıklanmıştır. Bu açıklamalarda sıfatlar çeşit çeşit, isimler müteaddit, ibareler farklı da olsa, müsemma birdir.
Kur’an’ın yorumunda karşılaştığımız tezat ihtilafları sayıca çok fazla değildir. Bu tür ihtilafın örnekleri, daha çok Batınî ekollerde görülmektedir.
Kur’an ayetlerinin tefsirinde karşımıza çıkan tenevvü ihtilafı ise, bizi yeni ufuklarla karşı karşıya getirir. Zira, bu tür ihtilaf, her birinin hak olması mümkün bir mana zenginliğinin ifadesidir.
Numune olarak şu ayetin yorumuna bakabiliriz:
“Sonra biz Kitab’ı (Kur’an’ı) kullarımızdan seçtiklerimize miras kıldık. Onların kimi nefsine zulmedicidir, kimi muktesit (orta halli). Kimi de Allah’ın izniyle hayratta yarışandır.” (Fâtır, 32)
Ayet, ehl-i imanın üç zümresinden bahseder. Bunlar:
1. Nefsine zulmeden
2. Muktesit (orta halli)
3. Hayırda yarışanlardır.
Müfessirler, bu ayetin yorumuyla ilgili hayli şeyler söylemişlerdir.
Mesela, emredilenleri yapmayıp haramlara gidenler nefsine zulmeder. Emredilenleri yapıp haramları terk edenler orta bir yolda gider. Emredilenleri yapmakla beraber hasenatı da yapanlar hayırda yarışırlar.
Namaz itibariyle baktığımızda, mesela ikindiyi gün batarken kılan nefsine zulmeder. Vaktin ortasında kılan orta hallidir. Vaktin evvelinde kılan hayırda yarışanlardandır.
Zekât itibariyle baktığımızda, zekâtını vermeyen nefsine zulmeder. Emredilen miktarı veren orta hallidir. Zekâtla beraber sadaka da veren hayırda yarışandır.
Zikir noktasından baktığımızda, sadece dilinde zikreden nefsine zulmeden, hem dil hem kalbiyle zikreden orta halli, hiç unutmayan ise hayırda yarışandır.
Nefsine zulmeden cehennem korkusuyla, orta halli cennet sevdasıyla, hayırda yarışan ise sebepsiz sırf rıza-yı İlâhi için ibadet yapar.
Sabır noktasından baktığımızda, nefsine zulmeden beladan feryat eder. Orta halli belaya sabreder. Hayırda yarışan ise, beladan lezzet alır.
Amel cihetinde, nefsine zulmeden Kur’an’ı bilir, fakat uygulamaz. Orta halli, uygular. Hayırda yarışan ise, hem kendi amel eder, hem de başkalarına öğretir.
Nefsine zulmeden, günahkâr mü’mindir. Orta halli, bazen salih amel bazen de kötü amel yapandır. Hayırda yarışan ise, günahlardan uzak bir şekilde halis amel işleyendir.
Nefsine zulmedenin zahiri batınından daha iyidir. Orta hallide zahir ve batın dengededir. Hayırda yarışanın ise, batını zahirinden daha hayırlıdır.
Nefsine zulmeden cahildir, dünyanın peşindedir. Orta halli, ilme çalışır, âhirete taliptir. Hayırda yarışan ise, âlimdir, Mevla’ya taliptir.
Hesap yönünden baktığımızda ise, nefsine zulmeden şefaatle kurtulur. Orta halli, kolay bir şekilde hesaba çekilir. Hayırda yarışan ise, hesaba çekilmeden doğrudan cennete alınır.