Maya takvimine göre, yeryüzünde sonun başlangıç tarihi olarak verilen 2012, bu kez bir Hollywood filmi formatında karşımızda.
Daha önce Yarından Sonra filmiyle benzer bir konuda felâket tellâllığına soyunan Roland Emmerich, bu kez sağlam görsellikle seyirciyi korkutuyor. Korkutulmaya ihtiyacımız var lâkin insan keşke ‘Batılılar İslâm kaynaklarından da haberdar olsalarmış’ demeden edemiyor.
Amerika’da bulunduğum zamanların birinde oranın yerlisi ahbaplar ile bir film izlemiştik. Film, bir tür ‘felaket tellallığı’ yapıyor olsa da, muazzam ürkütücü sahneler içeriyordu. Her nasılsa cebimde minik bir Kur’an-ı Kerim vardı ve filmden sonra oralı dostlarıma açıp İnşikak Suresi’ni okudum. Hatırlatayım hemen: “1. Gök yarıldığı, 2. Rabbine kulak verip boyun eğecek hale getirildiği zaman, 3. Yer dümdüz edildiği, 4. İçinde bulunanları atıp boşaldığı, 5. Ve Rabb’ini dinleyip O’na hakkıyla itaate mecbur kılındığı vakit (insanoğlu yaptıkları ile karşılaşır). 6. Ey insan! Şüphe yok ki sen Rabbine karşı çaba üstüne çaba göstermektesin; sonunda O’na varacaksın.”
Şüphesiz Kutsal metinlere aşina insanlar olduğumuz için, belki kaçıncı defa duyduğumuz bu ilahi cümleler bir tür ünsiyet oluşturduğu için (belki denizin içinde olup denizin kıymetini bilememe bahtsızlığı) yerimizden zıplatmıyor ama oradaki iki arkadaşım hayretle yerlerine çakılıp kaldılar. Açıkçası ayetin İngilizcesi adeta bir film testi gibiydi. Lütfen ukalalık saymayınız. Bakın mesela sadece 3. ayetin İngilizcesi: “And when the earth is flattened out...’’ Bırakınız herhangi bir dramatik metni, yazılmış tüm edebî metinleri aşan bir ürperti kaplıyor insanın içini!
Mısırlı müfessir Seyyid Kutup, babasına ithaf ettiği kitabı “Kur’an’da Kıyamet Sahneleri”nde şöyle der; “Babamın en çok dikkat ettiği şey, bizim ruhumuza ahiret duygusunu yerleştirmekti.” Semavi kitapların sonuncusu olan Kur’an-ı Kerim sinematografik bir mercekle okunduğunda şüphesiz en can alıcı sahneleri ‘Kıyamet’ oluşturur. Tasvirden diyalog üslubuna, iyilik ve kötülüğün tartışmasından karşılaştırmalı üsluba, dünya ile ahiret arası benzetmeler-zıtlıklara kadar birçok başlıkta ele alınabilecek kadar derinlikli ve önemli bir konudur aslında bu.
Merhum Kutub’un bahsi geçen kitabını okuduktan sonra o âna kadar hiç fark etmediğim bir takım ayrıntılar dikkatimi çekmişti mesela. Müthiş bir benzetme sanatı vardı bir sefer ilahî cümlelerde. Misal, Âdiyat 1 ila 5. ayetler arasında Kıyamet’in kopuşu; gruplar halinde harekete geçen, etkili, dokunaklı sesler çıkaran, düşman ordularının içine atik bir şekilde dalan atların hareket tarzlarına benzetilmişti. Keza Mürselât’ta muazzam bir semavî meydan okuma vardı. Gaybı yalanlayanlara, hile, tuzak, plan ve delillerini ortaya koymaları için meydan okunuyordu. Ve elbette öğüt, Kur’an’ın hiçbir zaman elden bırakmadığı öğütler; müminlere, kâfirlere ve münafıklara. Henüz yaşanmamış olan sonu hatırlatarak nasihat verilmesi...
Hele bir de yemin bahsi var ki, o en can alıcı kısmıydı. Yüce Yaratıcı, fırtınalara, meleklere (mürselât); geceye, gündüze, ışığı ile karanlığı delen sabahyıldızına (Tarık); burçlara, göğe, şahitlik edecek olanlara ve şahitlik edilenlere (Buruc) yemin ediyordu, kıyamet ile uyarırken...
Dramaturjiyi bir yana bırakırsak beni en çok etkileyen iki filmi sizinle paylaşmak isterim. İlki Claude Nuridsany-Marie Pérennou ikilisinin yönettiği “Microcosmos-Çayırın Sakinleri.” Mikro âlemdeki o muazzam evren beni benden almış, adeta itikat tazeleme seansına dönüşmüştü. İkincisi ise Carl Sagan’ın müthiş kaleminden çıkan ve Robert Zemeckis’in yönettiği “Contact-Mesaj” filmi. Jodie Foster’ın fırladığı uzaydaki muhteşem armoniyi görünce, “Buraya beni değil bir şairi yollamalıydılar” demesi neredeyse koltuğumdan zıplatacaktı beni.
İş bu nedenle ne zaman dünyanın sonu ile alakalı filmlere denk gelsem içim acır. Dünyevî bir korku ya da endişeden kaynaklanan bir acıma değildir bu şüphesiz. Kur’an-ı Kerim gibi muazzam bir film hammaddesini kullanamadığımız ya da kullanabilenlere ulaştıramadığımız için yanar dururum.
Felâket filmlerinin yönetmeni olarak tanınan (Yarından Sonra ve Kurtuluş Günü filmlerinden de hatırlarız) Roland Emmerich bu kez eski kültürlerin ortak kıyamet olarak belirledikleri tarih olan 2012 ile karşımıza çıkıyor. Film özellikle Maya tarihine göre dünyanın sonu olarak belirtilen 2012’de başımıza gelecekleri muazzam bir görsellikle anlatıyor.
Elbette görsel şov kadar Amerikan ve Emmerich’in bireysel yetersizlik ve zaaflarını içeren yönleri de var 2012’nin. Önce konusuna bir göz atalım: Yazar Jackson Curtis’in, romanına fazla zaman ayırması, evliliğinin yıkılmasına ve ailesinin gelgitler yaşamasına neden olur. Ama Jackson hep çocuğuna düşkün bir baba olur ve bıçak kemiğe dayandığında ailesini kurtarmak için her şeyi yapacağını kanıtlar. Jackson’ın eski eşi Kate, kocasının işine duyduğu ilgiyle rekabet etmekten bıktığı için ondan ayrılmış, ama onunla arkadaş kalmıştır. Dünyada dengeler değişmeye başlayıp Los Angeles’ı yerle bir edince, Jackson ve ailesi hayatta kalıp yenidünyayı görmek için karadan ve havadan umutsuzca bir yolculuğa koyulur.
Bu arada, dünyadaki hükümetlerin en yüksek zirvelerinde bir plan yapılmıştır. Tüm insan ırkını kurtarmaları mümkün olmayacaktır ama bir kısmını kurtarabileceklerdir. Bu insanlar yeni bir toplum kurma imkânına sahip olacaktırlar. Başkan Thomas Wilson dünyanın karşı karşıya olduğu krizi çok çabuk anlar ama, kitlesel bir isteriye meydan vermemek için de bu bilgiyi gizli tutmaya aynı hızla karar verir. Başkanın bilim başdanışmanı Adrian Helmsley, dünyanın mesaj kodlarını kırmayı başarmıştır ve olabildiğince çok insanı kurtarmaya kararlıdır. Genelkurmay başkanı Carl Anheuser kibirli ve çabuk öfkelenen biri olmakla beraber, toplumun-en azından parası yetenlerin-kurtulduğunu görmeye aynı ölçüde kararlıdır. Başkanın kızı Laura babası ve hükümetinin dünyadan sakladıkları şey karşısında şok geçirir. Aslında, görünen odur ki, hükümetten olmayıp da olacaklar hakkında bir fikri olan tek kişi bir radyo sunucusu (ve belki bir peygamber) olan Charlie Frost’tur. Frost öngörülerini radyodan dinleyicilerine aktarır.
Görüldüğü gibi 2012 bir ‘Kıyamet’ filmi olduğu kadar aynı zamanda bir ‘Kurtuluş’ filmi de, bir tür postmodern Nuh’un Gemisi’ni de içeriyor.
Önce hakkını teslim etmek lazım; Emmerich 2012’de epeyce yüklü insanî mesajlar, sınıf farklarına eleştirel göndermeler ve insanoğlunun bindiği dalı kesmesi hakkında sağlam eleştirilerde bulunuyor. Ancak bütün bunların yanı sıra önceki filmlerin zaaflarını da tekrarlamıyor değil. Doğu dünyasına, özellikle İslam coğrafyasına ya mesafeli ya da önyargılı davranıyor. Kaçmanın en büyük çözümlerden biri olduğu tezini işliyor vs.
2012’yi de izleyince eve gelir gelmez hemen Nicholos Cage’in başrolünü oynadığı Knowing-Kehanet isimli filmi tekrar izledim. Görsel yönden Emmerich’in filminden hiç de geri kalmayan Kehanet, kıyamet ve insana dair çok daha sağlam ve erdemli bir duruş sergiliyor şüphesiz. İnternet imkânı olan meraklılar için bu konudaki (http://mevzi.blogs-pot.com/2009 /04/ gormek-ac-verir. html) adresindeki yazımı salık verebilirim ancak. Ve eğer imkânınız varsa Kehanet filminin DVD’sini bulup mutlaka izleminizi önerebilirim. Semavî terminolojiyi taklit edersek; izleyip de ibret almak için! Ve yüksek bir iddia ile bitirelim yazıyı: Şayet Hollywood İslam kaynaklarından haberdar olsa, dünya sinemasının çehresi değişirdi kesinlikle!