TR EN

Dil Seçin

Ara

Ben Abdullah'ın Beyniyim

Ben Abdullah'ın Beyniyim

“Allah, insanların tabiatı incelemesini istemeseydi, 

onlara o muhteşem beyin denilen organı vermezdi.” 

Galile (1564-1642), bu sözleri yıllar önce söylemişti ama o yıllarda henüz beynin fonksiyonlarını kimse bilmiyordu. Zamanla bilim ve teknoloji ilerledi, bu sözün doğruluğu daha da anlaşıldı. 

İşte ben Abdullah’ın beyniyim. Şimdi size biraz kendimden bahsedeyim: Ben; birbirine bir köprü ile bağlanmış iki yarım küre şeklinde bir organım. Kafatası kemikleri içinde çok güzel bir koruma altındayım. Her yarım kürem 4 ayrı bölümden oluşur. Bunlara sizler frontal, temporal, paryetal ve oksipital lob diye isimler verdiniz. (Resim 1)

Ben, 1,3 kg ağırlığında, 1 litre su, 160 gr yağ, 110 gr protein, 15 gr şeker ve 10 gr tuzdan yaratılmış bir organım. Ama biliyor musunuz Abdullah’ın vücudundaki en karmaşık ve sırları henüz çözülemeyen bir organım. Belki de evrendeki en karmaşık yapı benim. Dış yüzeyimi örten koyu renkli bir örtüm var. O örtü 2-5 mm kalınlığında ve yaklaşık 2,2 m2 lik yüzeye sahiptir. Sizler buna “beyin kabuğu” diyorsunuz. (Resim 2) Evrenin en karmaşık canlı yapısı beyinse, onun da en karmaşık yeri beyin kabuğu olduğunu biliyor musunuz? Siz de, belki Abdullah da bilmiyordur. Ama ben her an durmadan çalışan bir makine gibiyim.

Sol beynim; konuşma, matematiksel işlemler, diziler, sayılar ve analiz gibi akılcı özelliklerde çok üstündür, mantıklı ve doğrusal çalışır. Sağ beynim ise, hayal kurma, renkler, boyut, hacim, müzik, ritim, sanat, estetik düşünce gibi hayata anlam katan fonksiyonların icra edildiği yerdir. Detaydan çok resmin bütünüyle ilgilenmekte ve bilgiyi, şekil ve hayal gücüyle işlemektedir. Sağ beynin ayrıca duygular, inanma ve hayallerin etkisinde olduğu, fotoğrafik yani bütünsel öğrendiği de ortaya çıkmıştır. Öğrenmede çok daha hızlı ve etkilidir. İkisi bir arada tam bir bütün olurlar. Abdullah’ın sağ beyni daha aktif olarak çalışır.

Beyin kabuğum; Abdullah’ın dünyayı anlamaya çalışırken kullandığı en önemli aracıdır. Onun için beyin kabuğuna ‘akıllı beyin’ de diyorlar. Burası, düşünen ve karar veren bölümdür. Doğru veya yanlış noktalarda sistemi çalıştırır. Günlük hayatta Abdullah burasını %2 oranında kullanırken bilinçaltını %98 oranında kullanır. Bilinçaltı henüz çözülememiş sırlarla doludur.

Abdullah’ın beyin kabuğundaki merkezî sinir sistemi hücrelerinin sayısı 23 milyardır. (Resim 3) Her hücre ayrıca kendisi gibi 100 bin hücre ile bağlantı yaparak büyük bir ağ oluşturur. Geceleri beyin kabuğundaki sinir hücrelerinin trilyonlarca bağlantısı yaklaşık %20 küçülüp, büzüşür, sabah tekrar eski hale gelir ama Abdullah’ın bunlardan hiç haberi olmaz.

Eskiden beyin hücrelerinin sayısının değişmez olduğu, doğumla gelen sayıda sinir hücrelerden ibaret olduğu sanılıyordu. Ancak sonradan keşfedildi ki beynin bazı bölgeleri hücre üretme yeteneğine sahiptir. Mesela öğrenme ve hafıza oluşumunda görevli hipokampüs bölümü, (Resim 4) yaşlılıkta beyindeki kök hücrelerden taze hücre üretebiliyor. Bu yeni beyin hücresi üretimine “nörogenezis” adı veriliyor. Öğrenme, egzersiz, çevre zenginleştirme nörogenezi artırırken hafızayı da iyileştirir. Buna karşılık hafıza için olumsuz etkileri olan stres, yaşlanma ve birçok hastalık da nörogenezi azaltır.

Abdullah benimle ilgili bu bilgileri daha yeni öğrendi, çok seviniyor. Havanın iyi olduğu günlerde bol yürüyüşler yapıyor, boş vakitlerinde kitap okuyor ve beyin jimnastiği için bol bulmaca çözüyor. 

Benim hemen hemen her bölgemin ayrı bir görevi vardır. Mesela sinir hücrelerimin toplam ağırlığı 180 gr iken gliyal hücrelerim 420 gr ağırlığındadır. Beyin hücrelerimin sayıca %90’ı gliyal hücreler adı verilen küçük destek hücreleridir. (Resim 5) Bunlar beynin beyaz kısmını oluşturur. Glial hücreler (Astrosit, oligodendrosit, mikroglia ve ependim hücresi) asıl düşünme işini gerçekleştiren gri kısımdaki sinir hücrelerine fiziksel ve beslenme olarak destek olurlar, onları aynı zamanda da korurlar.

Yıllarca Glial hücrelerimin fonksiyonlarını bilemediler. İçimde keşfedilmeyi bekleyen daha nice sırlar saklıyorum!.. Mesela Einstein’in beyninde “sol parietal kortekste” sinir hücresi başına düşen glial hücre sayısı çok daha fazla bulunmuştur. Bu durumun doğuştan mı yoksa analitik matematiksel düşünme ile ilgili alanlar olduğu için çok kullanıldığından mı büyümüştür? Henüz kimse bilmiyor. Ama Abdullah, Einstein gibi birisi olmadığı için çok seviniyor, yoksa ben ölünce benim de beynimi alıp incelemek isterler, kesip biçerlerdi diyor. (Resim 6)

Beyin kabuğumun altında geniş yer tutan beyin dokumda bazı özel bölümlerim vardır, mesela hipotalamus, hipofiz, epifiz, limbik sisitem, amigdal, hipokampüs ve Rafe çekirdeği gibi. Ve benim çok özel bir lenf damar ağım olduğunu biliyor musunuz? Bu sisteme ‘glenfatik sistem’ diyorlar. Beynimin içinde beyin omurilik sıvısı denen bir sıvı üretilir. Bu sıvı; benim içimden dışa doğru akış gösterir ve bu akış sistemi glenfatik sistemin temelini oluşturur. Bu sıvı beyin hücrelerinin arasından gelir ve beyin hücreleri tarafından oluşturulan atık, zararlı maddelerin uzaklaşmasını sağlar. Ama Abdullah’ın bunlardan hiç haberi olmaz.

Abdullah; yan yatar pozisyonda uyursa beynini temizleyen sistemimin çalışması hızlanır. Yüzükoyun ve sırt üstü uyursa sistemim yavaşlar. Sonuç olarak yan yatıp uyuduğunda ben daha iyi temizlenir ve zararlı maddelerden arındırılırım. Bu durumu günümüzde bilim insanları fonksiyonel beyin MR’ı çekerek tespit edebiliyorlar. (Resim 7)

Abdullah bir gün eline bir kitap almış okuyordu. Orada şu cümleleri gördü: “Peygamberimiz yatağına girdiğinde sağ tarafına yatardı” (Riyazü’s-Salihîn; c.2 s. 206-209) “Hz. Peygamber, uyumak üzere uzandığında sağ elini yanağının altına koyardı.” (Camiüssağir Hadis No: 6558) Abdullah da bunları okuduktan sonra uyurken artık yan vaziyette uyumaya başladı. Aslında  bilimin yeni keşfettiği bu olay; Hz. Muhammed’in bir yaşam biçimiydi. Siz de bunu deneyebilirsiniz.

Abdullah bir gün de eline kardeşinin tıp kitabını almış gizli gizli okuyordu. “Günümüzde çekilen Beyin Tomografisi (BT), MR’ı, Fonksiyonel beyin MR’ı (Resim 7-8-9), EEG’si, topografik beyin haritalaması (QEEG) ve zeka testi (IQ testi) gibi tetkiklerle çözülen bunca sırlara rağmen öğrenilen kısım yine de buzdağının görünen kısmı kadar bile değildir. Bunlarla bazı hastalıklara tanılar konmuş ama beynin sırları daha çözülememiştir. Bilim insanları durmadan yeni yöntemler üzerinde çalışıyor, bunlardan bir tanesi de bir sinir haritalama sistemi olan Konnektom. Ancak 300 nöronluk bir canlı olan solucanın konnektomunu elde etmek için 16 yıl gibi bir sürenin geçtiğine bakılırsa daha çok zamana ihtiyaç vardır.”

 

Abdullah kitabın kapağını kapattı ve düşünmeye başladı: Her insan araştırmacı olamaz ama kendine verilen akıl, mantık ve zekâsını kullanır, düşünür ve sonuca varabilir mi?

Ve başını kaldırıp kainata baktı, görülebilen yıldızları seyretti. Ne muhteşem bir manzaraydı. Astronomi kitaplarında evrende bugün yaklaşık 100 milyar galaksi, her galakside ortalama 200 milyar yıldız bulunduğu yazıyordu. Yine evrenin ezeli olmadığı ve bir başlangıcının olduğunu, bu başlangıcın ise 13,7 milyar yıl önce büyük patlama adı verilen “Big Bang” yaratıldığı ileri sürülüyordu. Sonra galaksiler, yıldızlar, güneş ay ve gezegenler yaratılmıştı. Dünyanın yaratılmasından sonra üzerinde yaşama elverişli hayat şartları konulunca bakteriler, mikroplar, bitkiler, hayvanlar ve insanlar yeryüzünde boy göstermişlerdi. Sanki insanın rahatı için her şey hazırlanmıştı.

Abdullah; beynimin önemli özelliklerinden biri de düşünmek diye içinden geçiriyordu. Düşünüyorum ama işin içinden çıkamıyorum, diyordu. Bütün bu olaylar tesadüfen mi oluyordu, kendi kendine mi oluyordu? Yoksa sebeplerin aklı mı vardı da onlar mı yapıyordu? “Elementler bir araya gelip kimyasal bir değişim geçirir, tek hücreli bir canlı oluşur sonra biyolojik bir değişim başlar oradan çok hücreli canlılar, bitkiler, hayvanlar ve insanlar meydana gelir. Bütün canlılar, türler bu şekilde birbirinden meydana gelir.” Bu akıllı ve mantıklı bir insanın düşüncesi miydi? 

Annesinin karnında bir zigottan kendi meydana gelişini, organlarının oluşmasını, doğumunu, bugünlere gelişini düşündü. Bu kadar mükemmel bir varlık oluşunu, beyninin yapısını ve görevlerini düşündü. Kendi yaratılışında tesadüflerin, kendi kendine oluşların yeri var mıydı? Veya sebeplerin aklıyla yaratılmış olabilir miydi? Bir cevap arıyor ama bulamıyordu.

Ve sonra bir kitapta yazılan şu cümlelere rast geldi:

“Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri peşinden gelmesinde, insanlara fayda veren şeylerle yüklü olarak denizde yüzüp giden gemilerde, Allah’ın gökten indirip de ölü haldeki toprağı canlandırdığı suda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgârları ve yer ile gök arasında emre hazır bekleyen bulutları yönlendirmesinde düşünen bir toplum için (Allah’ın varlığını ve birliğini ispatlayan) birçok deliller vardır.” (Bakara, 65)

“Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her vakit) Allah’ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler (ve şöyle derler:) Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi cehennem azabından koru.” (Âl-i İmran, 191)

İnsan düşünmez mi ki, daha önce o hiçbir şey olmadığı halde biz kendisini yaratmışızdır?” (Meryem, 67)

“Hâlâ düşünmüyor musunuz!” (Yunus, 3)

“Hâlâ akıl erdiremiyor musunuz (düşünmüyor musunuz)?” (Yunus, 16)

Evet dedi Abdullah, işin sırrı kainatı gözlemek, düşünmek ve mantıksal akıl yürütme yapmaktaymış. Ve ben sonunda O’nu buldum, dedi. İçine huzur dolmuştu ve gülümsüyordu… Sizce Abdullah Kimi buldu?