TR EN

Dil Seçin

Ara

Gençler Soruyor: “Cümlelerim Hep Yarım Kalıyor”

Doktor Şifa

Merhaba. Ben lise üçüncü sınıftayım. Aklımı çok fazla meşgul eden bir sorunum var. Sorunum şu: Örneğin, savunduğum bir görüşü anlatmaya çalışıyorum. Konuşmaya başlıyorum ama aynı zamanda aklımdan anlatmak istediğim konu hakkında bir sürü şey geçiyor, yeni fikirler geliyor, yeni kelimeler vs.. O anda cümlemi yarıda bırakıp aklımdakini söylemeye kalkıyorum. Daha önce aklımda toparlayıp söylemeye karar verdiğim cümleyi çoğu kez tamamlayamıyorum bile. Bu şekilde cümlelerim hep yarım kalıyor, anlamsızlaşıyor, tamamlanmıyor. Genellikle konuşmaya nereden başladığımı da unutuyorum. Aslında konuya hakimim. Yardımcı olursanız beni çok büyük bir dertten kurtarmış olacaksınız. Şimdiden teşekkürler.

 

“YAZI YAZARAK DÜŞÜNCELERİNİ GELİŞTİR”

Değerli genç arkadaşım,

Bahsettiğin durumda olan başka insanlar da tanıyorum. Hakikaten bir cümleyi tamamlamadan, başka bir cümle kurmanın telaşına düşüyorlardı. Bu tarz konuşma, dinleyen için de oldukça zor oluyor. Dinleyen de, “Acaba ne demek istiyor?” diye anlatandan daha fazla yoruluyor.

Hemen şunu ifade edeyim ki, bu sorunun bir tarafında ‘konsantrasyon problemi’ yatmaktadır. Hayatın başka alanlarında yapılan işler ne kadar konsantrasyon, yani ‘dikkati yoğunlaştırma’ istiyorsa, bir meramı ifade etme, bir düşünceyi karşı tarafa aktarma da, aynı oranda dikkati yoğunlaştırmayı gerektirir. Konuşmanın hangi noktadan başlayıp hangi noktaya geldiğinin farkında olabilmenin yolu, dikkati yeterli miktarda toparlamak, yani konuşulan konuya konsantre olabilmekten geçmektedir.

Peki konuşurken konsantrasyon niçin bozulur, dikkat neden dağılır?

Sebeplerden biri, bildiğin bir konu yerine, tam olarak bilmediğin bir konu hakkında konuşmaktır. Böyle bir durumla karşı karşıya kaldığında, zihninde o konuyla ilgili parça parça görüşler bulunduğu için, zihnin ekstra düşünme faaliyetinde bulunmak zorunda kalır. Zihin düşünce mi üretecek yoksa var olan düşünceleri sıraya mı koyacaktır? Eğer ortada tam olarak teşekkül etmiş düşünceler yok ise, zihin bir yandan düşünce üretirken diğer yandan bu düşünceleri sıraya koymak zorunda kalır. Genellikle bu şartlar altında zihin çabuk yorulduğu için dikkat de çabuk dağılır. Ve sen, konuşmana hangi noktadan başladığını hatırlamayabilirsin. Buradaki kopukluk, konuşma esnasında zihnin aşırı yük altına sokulmasından ileri gelmektedir. Dolayısıyla, eğer planlanmış bir konuşma yapılacak ise, muhakkak önceden konunun detayları düşünülmeli ve üretilen düşünceler belli bir sıraya oturtulmalıdır.

Fakat burada şöyle bir ayrıntı söz konusu olabilmektedir: İnsanlar genellikle inandıkları görüşleri çok iyi bildiklerini sanırlar. Böyle sandıkları için de, konu üzerinde düşünme ihtiyacı hissetmezler. Sübjektif bazı deneyimler ve kalbe gelen hislerin yeterli olduğu zannı baskın olur. Fakat ne zaman ki o konu hakkında karşı görüşten birisiyle konuşma başlayıp da onu ikna etme ihtiyacı belirirse, konu üzerinde yeterince düşünülmemiş olduğu açığa çıkar. Böyle bir durumda, aklımıza gelen dağınık fikirlerden, birbirlerini destekleyen deliller üretmeye girişiriz. Fakat ne yazık ki kendimizi bir cümle kurmadan başka bir cümle kurmaya çalışırken buluruz. Sonuçta, ortaya insicamlı bir fikirler yumağı çıkmaz.

Öte yandan, bahsettiğin problemin derinlerde yatan başka bir sebebi daha vardır. O sebebi izah edebilmek için önce bir iki noktayı aydınlığa kavuşturmamız lazım. Şöyle ki: Bizim konuşurken dile getirdiğimiz anlamların çıkış kaynağı kalptir. Bu anlamlar kalpten çıktığı anda buhar gibidir. Daha sonra, bu anlamlar bir yolculuğa çıkarlar. Hayal ve akıl tezgahlarından geçerler. Bu tezgahlardan geçen anlamlar, örneğin hayal tezgahından geçerken kendi kıymetine uygun elbise giyinirler. Daha sonra akıl tezgahında, başka anlamlarla yakın ve uzak akrabalıkları tespit olunur ve belli bir önem sırasına göre tasnif edilir. Bu tezgahlardan geçen anlamlar, artık buhar olmaktan geçmiş ve katılaşmışlardır. Yani, söze ve dile gelir bir kıvama kavuşmuşlardır.

İşte, senin yaşadığın problem, anlamın söze ve dile geldiği bu son aşamada ortaya çıkmaktadır. Kalbinden çıktığı anda ne kadar konuya hakim olduğunu hissedersen et, eğer sahip olduğun anlamların hayal ve akıl tezgahında yeterince işlenmemişse, bunun bedeli konuşma sırasında ödenir. Yani, ‘anlam’ ile ‘lafız’ arasında yeterli bir çalışma yapılmadığı için, konuşma esnasında anlam, bir türlü kendisine uygun lafza bürünemez ve ortaya seninde şikayetçi olduğun insicamsız bir konuşma biçimi çıkar. Burada temel sorun, anlam ile lafız arasında mevcut olan mesafedir.

Peki bu mesafe nasıl aşılabilir?

Bana sorarsan, bunun en güzel yolu, yazı yazmaktır. Değişik konular hakkında yazı yazmaya çalışmak, bir anafikir etrafında belli düşünceleri sıraya koymak demektir ki, bu çaba zihni disiplin altına alır. Normal zamanda sadece kalbimize değip geçen anlam bulutları, yazı sayesinde, belli bir intizam ve disiplin içinde, kağıda dökülmeye başlar. Ve eğer sen, görüşlerini intizamlı bir şekilde kağıda dökebilmeyi başarırsan, bu görüşlerini başka birisine de benzer bir intizam dahilinde anlatmayı başarabilir hale gelirsin.

Açıkçası, konuşmada intizamı yakalamak, düşüncelerimizi tespit etme, geliştirme, sıraya sokma gibi belli çabalar ve bu çabaların sonucunda gelen bir gelişmeyle mümkün olmaktadır. Aksi halde, emekleyen çocuklar gibi, her konuşmaya başladığımızda konuşma emeklemeleri yapmamız kaçınılmazdır.