TR EN

Dil Seçin

Ara

Gençler Soruyor: “Her Şeyi Kendi Nefsim İçin Mi Yapıyorum Acaba?

Doktor Şifa

Lisedeyken geometri dersi en çok “sevdiğim” derslerdendi. Derse en çok katılan, en çok tahtaya çıkıp soru çözen öğrenci bendim. Fakat bu performansımın arkasında, daha önceden konuları biliyor olmam yatıyordu. O yılları düşündüğüm vakit, aklıma takılan önemli bir konu var. Ben geometriyi geometri olduğu için değil, beni arkadaşlarımdan daha başarılı gösterdiği için seviyordum. Yani kendi nefsim için...

Aslında 20 yıllık ömrüme baktığım zaman, buna benzer başka pek çok örnek anlatabilirim. Ve hepsinin ortak noktası, herhangi bir şeyi kendisi için değil, onun bana yararı olduğu için, onun nefsimi okşayan unsurları barındırması sebebiyle seviyor olmam. Bu kötü hasletten kurtulmayı, bu gizli çıkarcılıktan, gizli kendinden başka hiçbir şeyi sevmeme hastalığından kurtulmayı çok istiyorum. Ayrıca şunu da iyi biliyorum ki, yalnız kendini sevmek bir mü’mine yakışmaz. Hakiki bir mü’min olabilmek için bundan kurtulmalıyım, ama nasıl?

 

Sevgili genç arkadaşım,

Gerçi sen bu söylediklerinin hepsini içinden çıkamadığın bir sorun olarak aktarıyorsun ama senin gibi genç bir insanın nefsi üzerinde böyle derinlemesine şeyler düşünmesi bana göre güzel bir şey. Kendi iç dünyanla ilgili şeyleri hiç dert edinmiyor olsaydın, o zaman, durumunun şimdiki halinden daha kötü olarak değerlendirilmesi gerekirdi bence. Sakın bunu sen kendini daha iyi hisset diye söylediğimi da sanma. Gerçekten böyle düşünüyorum.

Neden böyle düşünüyorum? Şunun için: İnsan kendisini rahatsız edecek, huzurunu kaçıracak düşüncelerle yüzleşmektense, genellikle onlardan kaçar, göz ardı etmeyi tercih eder. Ama sen yüzleşmeyi tercih ediyorsun. Bu sağlıklı bir tepki bana göre.

Soruna gelince, öncelikle şunu bil ki, insan ruhu sadece nefisten ibaret değildir. Nefsin yanı sıra kalp, tasavvur, hayal, akıl, vicdan, ruh, sır gibi daha pek çok meleke ve kuvvet var iç dünyamızda. Elbette şimdi bunların hepsini burada izah etmemize imkân yok. Ama konumuzu aydınlatacak şöyle bir yol açmaya çalışalım gel seninle birlikte:

Bir kere, haz dediğimiz şey, sadece nefse ait bir duygu değildir. “Ulvi hazlar” dediğimiz hazlar da vardır mesela. Nitekim namaz kılan bir mü’minin kalbinde hissettiği böyle bir duygudur. Ve oruç tutanın da. Oruç tutan kimse de, yaptığı ibadetten haz alır. Ve orucu, diğer ibadetlerden ayıran çok önemli bir nokta daha vardır, “oruca riya karışmaz.”

Ne demek bu?

Yani, dışarıdan bakılınca senin oruç tutup tutmadığın anlaşılamayacağı için, oruç tutuyorsun diye nefsinin şımarması için herhangi bir sebep yoktur ortada, eğer sırtına “Ben oruçluyum!” diye bir pankart asmadıysan tabi... Bence kendini bu açıdan test edebilirsin. Kendine şu soruyu sor: Oruç tutarken iç dünyamda olumlu bir duygu, bir haz duygusu beliriyor mu?

Eğer cevabın evet ise, o halde sen sandığın gibi sadece kendini seven, başka şeyleri da sırf kendisine faydası olduğu için seven birisi olamazsın. Çünkü öyle olsaydın, içine riya karışmayan bir ibadetten haz alamazdın.

Aynı şekilde, infak da böyledir. Yaptığın bir infakı, ihtiyacı olduğunu düşündüğün birisine verdiğin bir sadakayı, eğer arkadaşlarının gördüğü bir anda yapmak gibi bir yolu tercih etmiyorsan ya da seni tanıyanlara yaptığın bu iyiliği anlatmak için fırsat kollamıyorsan, yine sen katiyen yalnız kendi nefsini seven birisi olmazsın. Çünkü sende başkasını düşünme, başkasını sevme kabiliyeti var.

Bu somut örneklerden sonra şu şekilde bir genel hüküm verebiliriz sanırım: Sırf nefsi sevmekten kaynaklanan hareketler, hemen bu dünyada görünmek, bilinmek ve bunun sonucunda övülmek hedeflerine matuftur. Bu hastalığa yakalanmış bir insanda kısa zamanda münafıklık alametleri belirir. İnsanların yanında iyi, ahlâklı biri gibi gözüküp kendi başına kaldığında ya da kendisi gibi olanlarla birlikte olduğunda, gerçek kimliğini ortaya kor.

Senin anlattığın tablo, bu anlattığım şeylere sureten benzer gözükse de, hakikatte durumunun çok daha farklı olduğunu düşünüyorum. Bir defa, sen yaşadıklarını saklamıyorsun, ifade ediyorsun. Demek ki halinden memnun değilsin. Yani nefsinin hareketleri seni memnun etmiyor, aksine rahatsız ediyor. O halde, sen nefsinin hastalıklarını iyileştirme yolunda yürüyorsun demektir.

Fakat yine de, bu yolda yürürken aşırı titizlenme göstererek meseleyi takıntı haline getirmek yerine, kendine karşı biraz daha insaflı olmanı tavsiye ederim. Aklının bu konu üzerinde sanki lastik gibi gerildiğini hissettiğin vakitlerde, kendine biraz mola verip başka işlerle meşgul olmayı lütfen ihmal etme.

Ve şunu unutma ki, nefis her insanda vardır. Yusuf Peygamber’in dediği gibi, kötülüğü emreden o nefis, daima hazır lezzetler, hazlar peşindedir. Bizim insan olarak görevimiz, onun haz almasını engellemek, onu bütün bütün haz ve lezzetlerden uzak tutmak değildir.

Bizim görevimiz, nefsin alacağı bu lezzetleri, yine nefsimize zulmetmemek adına sınırlamak ve ulvi bir gayenin parçası haline getirebilmektir. Çok basit bir örnek vermek gerekirse, biz bir elmayı nefsanî bir arzuyla sırf elma olduğu için de yiyebiliriz veya onun tüm sanatıyla beraber Yaratıcımızdan bize ikram olduğunu düşünerek de yiyebiliriz.

Birinci durumda, gözümüz sanat manat görmez. Hemen ikinci üçüncü elmanın peşine düşeriz. İkinci durumda ise, yine nefsimiz lezzet alır ama o lezzeti dahi Rabbimizin bir ikramı olarak görüp yine O’na yönelmede bize ihsan edilmiş bir itici güç olarak kabul ederiz.

Şimdi hiç vakit kaybetmeden, bu verdiğim örnekler ve açıklamalar ışığında kendini yeniden değerlendir. Hala kendinle ilgili aynı düşüncelere sahipsen, o zaman bir psikolog ya da psikiyatristle görüşmeni tavsiye ederim.