TR EN

Dil Seçin

Ara

Afrika’nın Siyah Gülü: Tanzanya

Sıradan gezi notları değil, hayatın gerçeği idi. Hani hayatın sadece yaşadığımız coğrafyada olmadığını hatırlatan bir gezi. Hani haritada bile parmağımızın ucu ile aramada zorlandığımız yerler...

Tanzanya, Zanzibar ve Kenya’dan bahsediyorum.

Tanzanya, Afrika kıtasının doğusunda, Hint Okyanusu kıyısında, 945 bin kilometrekarelik, 33 milyon nüfuslu bir ülke. Komşuları; kuzeyde Kenya ve Uganda, kuzeybatıda Ruanda ve Burundi, batıda Kongo Cumhuriyeti, güneyde Zambiya, Malawi ve Mozambik.

Arkadaşların bahsettiğine göre 150 yıl kadar öncesinde Tanzanya’da Hıristiyanlık yokmuş. Şimdi ise %40’lara varan bir yoğunlukta. Hastane ve okul gibi hizmetler kanalıyla misyonerlik faaliyetleri yapılıyor. Başkentte 80 okulun 35’i misyoner okullarıymış. Müslümanların okulları da başarısızmış.

 

Jumbo jumbo

Tanzanya’ya Zanzibar ve Pemba adaları eklenmeden önce Tanganika deniyormuş. Ülkenin hemen hemen her yeri milli park görünümünde. Hayat tabiî ortamla iç içe. Başkenti Darusselâm, 4 milyon nüfuslu bir yerleşim yeri. Arap tacirleri buraya emniyetli anlamında selâm şehri demişler. Halkı diğer Afrika ülkelerinin genelinin konuşmuş olduğu Sevahil dilini konuşuyor. Tabi İngilizce birinci dil. Sevahil dilinde çok sayıda Arapça kelime mevcut. Genellikle Arapça kelimelerin sonuna ‘i’ eki ekleyerek yeni bir kelime türetmişler. Örneğin Arapça arkadaş veya yoldaş anlamına gelen ‘refîk’ kelimesinin sonuna ‘i’ eklemişler, aynı anlamda ‘refîki’ diye kullanıyorlar. Oysa eklenen bu ek Arapça’da iyelik zamiri vazifesi görüyor, kelimeyi ‘arkadaşım’ anlamına çeviriyor. Buna benzer yapıda birçok kelimeyle karşılaştım. Sevahil dilinde ‘Jumbo’ merhaba demek. ‘Karibu’ hoş geldiniz anlamında. Bu iki kelimeyle sık sık karşılaşıyor, ister istemez öğrenmiş oluyorsunuz. ‘Akuna matata’ sorun yok anlamına geliyor. ‘Haraka haraka hayna barakah’ da acelede bereket yok demekmiş. Bu son cümleyi bize servisi bir saate yakın geciktiren garson son derece pişkin olarak söylemişti.

Kadınların en göze çarpan özelliği yüzlerce ince demete ayrılan saçları. Saçlarını uzunluk ve kalınlık vermesi için sentetik parçalarla destekleyerek örüyorlar. Bir mağazaya girmiş, bir kadının bıkmadan usanmadan saatlerce saçlarını ördürmek için diz çökmüş oturmuş olduğunu görmüştük. Burada da aynı manzarayla karşılaştık. Kadın her yerde aynı. Saçlarını yaptırmak için saatlerin hesabı mı olur?

Tanzanya, tarım ve hayvancılıkla yaşıyor ve geçimini; kahve, çay, tütün, maden gibi kaynaklarından sağlıyor. Tropikal meyvelerin fiyatları çok ucuz. 30 adet muz 1 dolara geliyor. Arabalarda direksiyon İngiliz sömürüsünün kalıntısı olarak sağda. Burada minibüslere ‘dala dala’ diyorlar. Ekvatorun altına indiğimiz için lavabolarda sular soldan sağa doğru dönerek boşalıyor. Dünyanın kuşağı, yerkürenin tam ortası; yani ekvator çizgisinin geçtiği yer burası.

Tanzanya’da bir milyon yıldır, tek başına ayakta kalabilen Afrika’nın en yüksek dağı Kilimanjaro dağı var. Etekleri bulutlarla iç içe. Kilimanjaro’nun etekleri, bugün Tanzanya’nın en bereketli toprakları sayılıyormuş. Zirvesinden akıp gelen kar suları çevresini bolluk bereketlik bir meraya çevirmiş adeta.

 

Bölgenin en eski camisi

Ertesi gün başkente 60 km. uzaklıktaki Bagamoya şehrine gittik. Burası Tanzanya’ya gelen Müslümanların ilk yerleşim yeriymiş. Okyanustan buraya inmişler. İslâmiyetin Doğu Afrika bölgesindeki ilk kapısı mesabesinde bir kıyı şehri. Almanların işgali sırasında Tanzanya’nın başkenti olarak kullanılmış. Orada ‘Kızımkazi’ mıntıkasında kıyı şeridinde eski bir camiye gittik. Bu cami Tanzanya’da inşa edilen ilk camiymiş. 1107 yılında tabiiler döneminde yapılmış. Cami birkaç kez tamirat geçirmiş. Halen eski kimliğini muhafaza ediyor. Kıyıya kadar uzanan bahçesinde çok eski mezarlar var. Caminin kapısında ‘The Old Mosque Kızımkazi Dımbani’ diye kayıt düşülmüş. Mescid-i Abdurrahman deniyor. Burada ‘tek bacaklı Seyyid Abdullah Said’ isminde Efendimiz (sav)’in akrabası bir zat yatıyormuş. İkindi ve akşam namazlarımızı burada kıldık. Akşam namazının farzı kılındıktan sonra imam efendi oturarak yüksek sesle tesbihat yaptı. İsmi Abdurrahman’mış. Yanımıza Yemen’li Şeyh Sabri isminde iri kıyım biri daha geldi. Aslında Yemenliler cismen daha küçük olurlar ama yöre halkı ile evliliklerle melezleşmişler. Burada dava yapıyorlarmış.

Kıyı şeridinde bir tatil köyü var. Kıyı şeridinde yürürken çevremizi Müslüman çocukları sardılar. Bizlere denizden çıkarttıkları kabukları sattılar. Kendileriyle uzun uzun konuştuk. Nasır, Osman, Halid.. Hepsi de güzel Kur’an okuyorlar. Burada motorlu kayıkla denize açıldık. Yaklaşık 45 dakika kadar sürdü. Okyanusta yunus balıklarının danslarını seyrettik.

Tanzanya avlanmak isteyenlerin rağbet gösterdiği ideal bir bölgeymiş. Ancak devlet hayvan katliamını önlemek için av başına bir çeşit vergi de denebilecek yüksek miktarda fiyat şartı koymuş. Örneğin bir aslan avlamanın fiyatı 8-10 bin dolar arasında değişiyormuş. Gergedan ve Leopar dışında bütün hayvanlar av vergisi ödenme kaydıyla bu şekilde avlanabiliyormuş.

 

Masâiler

Bu topraklarda 120’ye yakın kabile varmış. Her birinin kendi özel dili bulunuyormuş. Bunların içinde en garip olanları ‘Masâiler’. Masâilerin bin yıl kadar önce, Sudan’dan Kenya’ya geldikleri söyleniyor. Bugün nüfusun yalnızca % 2’sini temsil ediyormuş.

Masâiler genelde ince uzun bedenli, teknolojiyi red eden bir anlayışta. İlkel şartlarda yaşamayı tercih ediyorlar. Hayvanlar gibi tabiatla uyum içinde yaşayabilen yegâne insan topluluğu olarak biliniyorlar. Kırmızının farklı tonlarından oluşan, bütün vücutlarını örtecek kadar saran bir çeşit şal da diyebileceğimiz giysilere sarılıyorlar. Etnik kıyafetleri ile yaşıyorlar. Boncuk, takı gibi süsler var boyunlarında. Delik kulaklarından uzun uzun takılar sarkıyor. Turist atraksiyonu değil, gerçek hayatları öyle. Ellerinde birer mızrak veya uzun asa taşıyorlar. Ayakları genelde çıplak dolaşıyorlar. En az iki kişi olarak dolaşıyorlar. Konuştukları dile ‘Maa’ dili deniyormuş.

Masâiler sığırların kendileri için yaratıldığına inanıyorlarmış. Dolayısıyla yeryüzündeki bütün sığırların tek sahiplerinin kendileri olduğu, kendileri dışında onlardan istifade edenlerin kendi mallarını gasp ettiklerine inanıyorlarmış. Hatta bu sebepten dolayı Central Park’ta sığırlarına saldıran aslanlardan 4-5 tanesini öldürmüşler. Hükümet bu mevzuda onlarla mücadele ediyormuş. Masâiler ineğin sütünü, kanları ile karıştırıp içiyorlarmış. Sığırları hastalandıklarında çocukları kadar özen gösteriyorlarmış. Masâiler 15 yaşında sünnet ediliyorlarmış, 25 yaşına gelince de törenle ‘Morani’, yani savaşçı oluyorlarmış. En az beş aslan öldürdükten sonra evlenmeye hak kazanıyorlarmış.

Masâiler ölülerini mezarlara gömmezlermiş. Ölülerini yırtıcı hayvanlara yem olarak bırakırlarmış. Masâiler giyimlerinden dolayı turistlerin ilgisini çekiyor. Kendileri de bunun farkına varmışlar. Resimlerini çekmek isteyenlere belli bir miktar ücret karşılığında izin veriyorlar. Kendileriyle birlikte resim çektirmenin ücreti ise daha fazla. Masâilerden Müslüman olanlar da varmış.

Tanzanya’da evlerde genel olarak su tesisatı yokmuş. Aylık 20 dolar masrafı olduğundan halk bu hizmeti lüks kabul ediyorlarmış. Su ihtiyaçlarını dışarıdan taşımayla hallediyorlarmış.

Trafik sabah saat 5.30 gibi başlıyormuş. Ve ciddi boyutlarda izdiham oluyormuş. Havaalanından kaldığımız otel arası 35 km kadardı.

Bizim Türkiye’de motoguzzi dediğimiz araçlar burada arkaları biraz daha genişletilerek taksi olarak kullanılıyor. O kadar yaygın ki. Bizim için artık nostalji haline gelen bu araçlar burada günlük taşımacılığın en pratik çözümü gibi. Kolay, hafif, kıvrak ve trafikte çok yer kaplamıyor.