TR EN

Dil Seçin

Ara

Eğitim Şart!

İnsan ve toplum kalitesinin yükseltilmesinin yolu eğitimden geçer gerçeğini mizahla karışık bir üslupla önümüze koyan reklam filmini hatırlayacaksınız. Kaçak cips üretimi yaparken yakalanan reklam filmi karakteri, elleri kelepçeli vaziyette götürülürken etrafını saran insanlara iki kelimeden oluşan şu özlü mesajı veriyordu hani:

“Eğitim şart!”

Daha sonra çeşitli suçlardan haber bültenlerine konu olan kimselerin de kendilerine yöneltilen kameralara aynı ifadeyle seslendiklerine şahit olduk. Eğitimle ilgili resmî-gayri resmî birçok toplantı veya etkinlik vesilesiyle yine aynı gerçek dile getirildi. Zorunlu eğitim süresinin uzatılması, eğitimde teknoloji desteğinin arttırılması, sınav sistemi ile ilgili yeni düzenlemeler gibi uygulamalar da bu düşünceden hareketle atılmış adımlar zaten. Gelin görün ki eğitim alanında sorunlar bitmek bilmiyor.

Nitekim, Eylül ayı ile birlikte başlayan yeni bir eğitim öğretim yılı da çözüm bekleyen sorunlarla hayatımıza dahil oluverdi. İdareciler, öğretmenler, veliler, öğrenciler eğitim dünyasının birbiri ile etkileşim halinde olan unsurları. Eğitim sistemiyle ilgili sorunlar bu kesimleri karşı karşıya getiriyor çoğu kez. Ödenek yetersizliği, fizikî şartların iyileştirilmesi için yapılması gereken harcamalar idarecileri velilerden bağış adı altında para toplamaya sevk ediyor. Okul masraflarının altından zor kalkan veliler bu talep karşısında isyan ediyor haliyle. Tayinler, sosyal haklar ve eve iş götürmeye kadar çoğalan kırtasiye işleri nedeniyle eğitimciler hallerinden hoşnut değiller.

Öğrencilere gelince: Büyüklerin onca masraf yaptıktan sonra kendilerinden başarı beklediği çocuklar artık olağan eğitim sistemi haline gelen okul-dershane ikilisi arasında at yarışı gibi koşturmaktan bitap düşmüş durumdalar. Büyüme ve hayat karşısında nasıl bir duruşa sahip olacakları noktasında çektikleri sancı, bu koşturmaca içinde es geçiliyor. Onlar da dinlenilmemenin acısını davranış bozuklukları sergileyerek çıkarıyorlar. Şikâyetler, memnuniyetsizlikler söz konusu olduğunda ise taraflar kendi haklılıklarını, karşı kesim ilan ettikleri tarafın haksızlığı üzerinden dillendiriyor. İnsan kalitesini yükselterek hayatı anlamlı kılıp düzen getirmesi gereken eğitim, çatışmaların ve kopuşların yaşandığı bir alan olarak karşımıza çıkıyor. Ve giderek, kendisi bir sorunlar yumağına dönüşüyor.

İlk bakışta ekonomik sebeplerin yol açtığı bir tablo ile karşı karşıya olduğumuz zannedilebilir. Ancak eğitim alanında sorun yaşayan tüm kesimlerin “insan “ortak paydasında buluştukları gerçeğini düşündüğümüzde, asıl meselenin “insana dair” ve “insanla ilgili” olduğunu söyleyebiliriz.

Eğitim, insan davranışlarında olumlu yönde değişiklik meydana getirme süreci olarak tanımlanıyor. Bilgi sahibi olduğumuz şeyler hayata geçiriliyorsa, başka bir deyişle teorik bilgi bizde hayat buluyorsa eğitim gerçekleşmiş oluyor. O halde eğitimi sadece kurumlarda gerçekleşen bir olgu olarak ele almamalı, insanoğlunun hayata hazırlandığı aile kurumunun bu süreçteki önemine dikkat çekilmeli.

Çocuklar hayata dair ilk öğrenmelerini aile ortamında ediniyorlar ve kurumsal eğitime dahil olana kadar geçen sürede kişiliklerinin büyük bir bölümünü tamamlamış oluyorlar. Yani “Hayat Bilgisi” dersi sandığımızdan çok daha önceleri başlıyor. Doğdukları andan itibaren alıcılarını harekete geçirerek çok farklı yollarla öğrenmeye başlıyorlar. Taklit ederek, sorular sorarak, bıkmadan usanmadan denemeler yaparak içine doğdukları hayatı tanımaya çalışıyorlar.

O halde anne babalar olarak kendimize şu soruları sormamız gerekiyor. Çocuklarımız nasıl bir hayatın içine doğdular? Yaşantımızla, konuşmalarımızla onlara nasıl bir hayat tasavvuru verdik? Hitap tarzımız, zamanı kullanma şeklimiz, alışkanlıklarımız, ilişkilerimiz, sorun çözme yöntemimizle nasıl bir model sergiledik bizi pür dikkat izleyen çocuklarımıza? “Şimdi okullu olduk” şarkısını söyleyinceye kadar bizimle hangi nağmeleri terennüm ettiler hayata dair? Aşkın olanla bağını her dem taze tutmaya çalışan ve hayat karşısında hayretini yitirmemiş anne babalar mı olduk? Sebepler perdesine takılıp kendi kendine kaldıramayacağı yükler yükleyen ve hayatın gerçek tadı olan imanî bakış açısından mahrum olunca sunî tatlandırıcılar peşinde ömrünü heba edenlerden mi? Yetişkinler eliyle sıradanlığa mahkûm edilen bir hayat nimetinin, yeni nesillerce anlamlı ve coşkulu bir şekilde yaşanması nasıl beklenebilir?

Çocuklar hayatın kodlarını çoğu kez davranışlarımızı gözlemleyerek ve konuşmalarımıza kulak vererek öğreniyorlar. Aile okulunun “Hayat Bilgisi” dersi, biz farkında olmasak da devreye girmiş oluyor anlayacağınız. Hayatın getirip götürdükleri karşısında takındığımız tutumlarımızı belirleyen, konuşmalarımızda kullandığımız kelime ve kavramları besleyen kaynak bu nedenle önemli.

İletişim çağında medyanın insan davranışları üzerinde çok etkili olduğu hepimizce malum. Çocuklar da  okul hayatından çok önce medyanın bilgi ve görüntü bombardımanına maruz kalıyorlar. Bu kanalla sunulan hayat karelerine bir bakalım mesela. Çocuk artık Yaratan’dan bir emanet ve ikram değil, yapılan dolayısıyla üzerinde sonuna kadar tasarruf yetkisine sahip olunan bir şey. Kendisiyle başarılı veya başarısız addedileceğiniz bir proje. Büyük ölçüde dünyevî kıstaslara vurularak yapılıyor bu değerlendirmeler. Düşük tehlikesi veya erken doğum nedeniyle yaşanan ölüm riski karşısında da şuna benzer ifadeler telaffuz ediliyor: “Çok direndi. Hayata sımsıkı tutundu. Vazgeçmedi. O bir savaşçı!” Yine ölümcül hastalıklarla sınanan insanlara imtihan boyutu göz ardı edilerek “Diren. Bunu yeneceksin. Başaracaksın. Mücadeleden vazgeçmek yok.” telkinleri yapılıyor. İnsanla başlayıp insanla bittiği sanılan bir hayat tasavvurunun dildeki yansımaları değil midir tüm bunlar?

Ya alkışlar eşliğinde kaldırılan cenazeler, fondan hafifçe yükselen enstrümantal müzik eşliğinde yıldızlara uğurlandığı düşünülen mevta ile ilgili anıların anlatıldığı ve dinî ritüellerin sadece din görevlilerince yerine getirildiği cenaze törenlerine tanık olan çocuklarda nasıl bir ölüm tasavvuru oluşur? İnsanların üzüntü veya sevinçlerine illa ki içki şişelerinin eşlik ettiği diziler aracılığıyla alkol tüketimi gün be gün zihinlerde normalleştirilirken, okul döneminde Yeşilay haftası etkinliklerinden ne umabiliriz ki? Reklamlarda sıkça kullanılan “İstediğini yap”, “Düşlerini erteleme”, “Sakın hız kesme”, “Göster kendini” gibi sloganlar eliyle bencil, sabırsız ve dışa odaklı olmanın teşvik edildiğinin farkında mıyız?

Hız ve hazla örülü bir hayata koşulan çocuklardan hayatın bir parçası olan kurumsal eğitime sıra geldiğinde yüz seksen derecelik bir dönüş yapmalarını bekleyen yetişkinler durup düşünmeliler. Eğitimle kazandırılmak istenen tutum ve davranışlar, içine doğulan hayatın neresinde yer alıyor? Yeni nesil inşa olurken insan ve insana dair değerlerin yaşatıldığı bir toplum hayatı mı sunuyoruz onlara, yoksa maddiyatın kuşattığı kaygan bir zemine mi terk ediyoruz? Tüketim toplumunun doğal yansımalarından eğitim de payını alıyor ister istemez. O halde insan odaklı ve toplumu tüm kesimleriyle kucaklayan bütüncül bir eğitim anlayışıyla hareket etmemiz gerekiyor. Bu temel mesele halledildiğinde ondan neşet eden öteki meseleler de halledilmiş olacaktır.

Evet “eğitim şart!”. Ancak sadece kurumlarda gerçekleşen bir olgu olarak değil, başta aileler olmak üzere toplumun tüm kesimlerinin işbirliği ve dayanışma halinde el verdikleri bir süreç olarak.