TR EN

Dil Seçin

Ara

Gençler Soruyor: “Özgüvenim Var Ama Yüzüm Kızarıyor…”

Doktor Şifa

Çevremde hep özgüvenli olarak tanınırım. İnsanlarla hoş sohbet, sosyal diye gösterilirim. Ama son zamanlarda benim de anlam veremediğim bir yüz kızarmasıyla karşı karşıyayım. Şimdi soracaksınız bir şey mi oldu psikolojini bozan; hayır her şey gayet normal. Nedenini çözemedim. Topluluk önünde konuşmak benim için sorun değil ama yüzüm kızarınca söylediklerimin etkisi kaybolur diye bazen konuşmuyorum. Yüzüm kızarmasa hiçbir sorun olmadan konuşabilirim. Kendimce kararlar aldım. Bunu yeneceğim diye. Sakız çiğnemeye başladım dershanedeyken. Sonra insanlarla doğal halimden daha rahat konuşmaya çalıştım ve oldu da.. Son derece umursamaz ve rahat konuşabiliyorum ama yüzüm bütün karizmayı çiziyor bazen. Bende ilk defa olan bir şey, hiç heyecanlanmadığım yerde kızarması beni çıldırtıyor. Heyecanlanmadığım halde neden kızarıyorsun diyorum. Eğer bu sorunumu giderirseniz gelecekte çok ünlü bir oyuncu, hatip olacağıma dair söz veriyorum.

 

“Karakterin zamanla oturdukça, bedenin de bu oturmuşluğa eşlik edecektir.”

Genç Arkadaşım;

İnsan çok acaip ve karmaşık bir varlık. Bedenimiz bizim zannediyoruz, onu istediğimiz gibi kullanabileceğimizi düşünüyoruz. Ama basit bir yüz kızarmasına bile çözüm bulamayıp bundan son derece mutsuz olabiliyoruz bazen. Bedenimizin denetleyemediğimiz o kadar çok detayı var ki! Herhalde “yaratılmış olmak” böyle bir şey.

Bu yüzden, “insanlık hâli” denilen kavramı çok iyi anlamalıyız. Öyle şeyler olur ki, insan öyle hâllere girer ki, kendisi bile anlamaz ne olduğunu çoğu zaman.

Sanırım, burada biraz hepimizin yaratılmış olduğumuzu ve nasıl yaratıldıysak o şekilde bir parça kendimizi kabul etmemiz gerektiğini hatırlamamız yerinde olur diye kanaatindeyim.

Anlattıklarına gelince:

Yüzünün kızarmaması senin için çok önemli. Çünkü neredeyse bütün hayat planların veya hayallerin buna bağlı gibi görünüyor. (Ama burada hayallerin ile yüz kızarması arasında hakikaten bire bir etkileşim söz konusu mu? Buna sonra değineceğim.)

Üstelik, çevrenin seni kendine güvenli olarak tanıdığını söylüyorsun. Sen de zaten öyle olmak istiyorsun ve öyle olduğunu düşünüyorsun. Fakat şu yüz kızarması, hem senin kendine ait hislerini hem de başkalarının senin hakkında düşündüklerini ezip geçiyor.

En azından görüntü olarak, yüzü kızaran biri olarak, kendine güvenen birisi değilmişsin gibi bir imaj sergiliyorsun. Bu da iç dünyanda ciddi bir çatışma ortaya çıkarıyor. Hatta belki de bu çatışma yüzünden, yüzün daha fazla kızarıyor.

Bana göre “insanlarla konuşurken rahat davranma” isteğin de ayrı bir sıkıntı kaynağı. Çünkü bunu hiçkimse her zaman başaramaz. Sana ters gelebilir ama bazen kişi içindeki rahatsızlığıyla da barışık olmalıdır.

Örneğin, o sırada rahat hareket edemiyorsun. O zaman rahat hareket etme. Zaten istesen de rahat hareket edemeyeceksin. Neden o sırada bu “insanlık hâli”ni kabul etmeyi denemiyorsun bir kere de?

Acaba başkalarının gözünde ve kendi hayallerinde kendine “yüksek bir pozisyon” belirlemenin bu olanlara katkısı yüzde kaç? Bunu hiç düşündün mü? İstediğin pozisyonda olamadığın her seferinde rahatlığın kaybolup gitmeyecek mi? Ne dersin?

Unutma, gerçek rahatlık ve huzur, insanın kendisini olduğu gibi kabul edebilmesindedir. Sonuçlar üzerinde ipotek koymaya çalışmasında değil!

Kişi kendisindeki yüksek meziyetleri görebildiği gibi, zaaflarıyla da barışık olabilmelidir.

Bununla birlikte, ben şahsen “yüz kızarması”nın ciddi bir zaaf olduğu kanaatinde de değilim.

Mesela, hatip olma isteğini ele alalım. İyi bir hatibin özellikleri nelerdir? Yüzünün kızarmaması mı, yoksa söyleyecek bir şeyi olup bunu samimiyetle ve etkileyici biçimde söyleyebilmesi mi? Ve karşısında oturan insanların bu söylenenlere ihtiyacı olması mı?

Üniversitede Amerikalı bir hocamız vardı. Politics 301 kodlu derste, ne yüz kızarması, adam sucuk gibi terlerdi. Arkasını döndüğünde gömleğinin terden ıpıslak olduğunu görürdük. Her derste bir selpak bitirirdi. Ama Eflatun’un metinlerini sanki kutsal bir metinmiş gibi o kadar aşkla okur ve sınıfa anlatırdı ki, etkilenmemek mümkün değildi.

Hatta o hocanın terlemesini, biz bir zaaf olarak değil, samimiyetinin bir parçası olarak değerlendirirdik. İnan, ben öğrencilik hayatım boyunca onun kadar iyi bir hatip öğretmen hatırlamıyorum. Demek, hatip olmanın başka esaslı ilkeleri var. Öyle değil mi?

Biliyorum, epey aykırı bir yerden cevap veriyorum anlattıklarına. Ama insanların bu tarz meselelere bu açıdan da bakabilmelerinin önemli olduğunu düşünüyorum.

Aksi takdirde, fiziksel özelliklerimize veya “zaaflarımıza” çok fazla mahkûm olup soluğu ya kozmetikte ya hekimde alıyoruz. Onlar da zaten reklâmlar sayesinde bu yaraları durmadan kaşıyıp duruyorlar. Buna da direnç göstermemiz gerekmez mi?

Son olarak, bu tarz sorunların genelde gençlikle ilgili olduğunu da bilmemiz lazım. İlerleyen yıllarda, duyguların ve düşüncelerin oturdukça, bedeninin de bu oturmuşluğa eşlik edeceğini ve belki de istesen de yüzünün kızarmayabileceğini bilmeni isterim.

Öyle bir çağdayız ki, insanın yüzünün kızarması belki de bir meziyet olacak.