Seksenli ve doksanlı yıllarda, yaşadığımız toplumun çok hızlı değişimlerine tanık olduk. Bunda bilgi ve iletişim teknolojisinde yaşanan gelişmenin etkisi oldukça fazla. Her geçen gün ulaşımı daha bir kolay hâle gelen bilgi, artık dünyanın her noktasında rahatça dolaşabilmekte. Haliyle kültürler arası etkileşim had safhaya çıkmış durumda. Bugün dünyanın herhangi bir yerinde meydana gelen bir olay, popüler hâle gelen bir tarz, hemen o gün dünyanın başka bir ucundaki insanlara ulaşabilmekte ve etki alanını genişletmektedir. Klasikleşen bir ifade ile dünyamız küçük bir köye dönmüştür. Bu köyde hakim Batı kültürü yeme içme, eğlence ve giyim tarzı gibi günlük hayata dair tercihleri belirler konuma gelmiştir. Tüketim toplumlarının teşekkülünde de bu kültürel etkileşimin payı oldukça yüksek. Liberal ekonomi anlayışı ve Kapitalist yaklaşımda, üretim tüketim dişlilerinin sürekli çalışması için piyasada suni ihtiyaçlar oluşturulması ve bu ihtiyacı karşılamak üzere piyasaya sürülen ürünlerin tüketiciye sunulması esastır. Bir de mümkün olduğunca her şeyin hazır paket halinde satışı söz konusudur. Özellikle şehirleşmeye paralel olarak daha da yoğun bir tempo halinde yaşanan çalışma hayatı insanları hızlı tüketime yöneltmektedir. Artık zaman eski bereketini yitirmiş ve her şey çok çabuk tüketilmeye mahkûm hâle gelmiştir.
Dünyamız böyle bir süreçten geçerken bizim gibi etkilemekten çok etkilenen konumunda yer alan toplumlarda, geleneksel pek çok değer tüketim toplumuna özgü yeni versiyonlarıyla karşımıza çıkabilmektedir. Bu nedenle zengin Türk mutfağının kendine has tatlarının günümüz koşullarında daha pratik bir şekilde kullanıma sunulduğuna şahit olduğumuzda önce şaşırıyoruz belki ama bunu zamanla yaşadığımız hayatın bir gereği olarak algılar hâle geliyoruz ve zihnimizde normalleşiyor bu değişim. Bir yeme alışkanlığının şartlar gereği değişmesi gibi görünen bu mesele aslında o kadar basit değil. Çünkü konu üzerinde biraz daha derin düşünüldüğünde zannedilenden fazla bir değişim yaşandığını anlamak mümkün oluyor. Alışkanlıklardan başlayan değişim nihayetinde bizi değiştirmekte ve dönüştürmekte. İşte bir market alışverişi sırasında raflarda tüketicilerin istifadesine sunulmuş albenisi bol paketler içinde gördüğümüz hazır aşure bizi bu yazıyı kaleme almaya sevk etmiştir.
Çocukluk dünyamızda pek aşina olmadığımız kameri aylar içinde en bildiklerimiz ‘üç aylar” adıyla da tanınan Recep, Şaban ve Ramazan idi. Bunların dışında ise bize en tanıdık gelen “aşure ayı” olarak gözlediğimiz Muharrem idi. Çünkü bu ay bizim için senede bir kez o çok sevdiğimiz tatlıyı doya doya yeme imkânı bulduğumuz bir zaman dilimiydi. Özellikle kış mevsimine denk gelen aşure ayının keyfine doyum olmazdı. Soğuk bir havada okuldan dönen mahalleden bir grup çocuk olarak sıcak aşure kazanının kaynadığı evi daha önceden bildiğimizden hep birlikte o eve giderdik. Mahallede hemen herkesin bu ay içinde sırayla kullandığı özel aşure kazanında pişirilen aşure imece usulüyle bir tören hassasiyetiyle hazırlanırdı. Akşamdan ıslatılan buğdaylar ve diğer kuru baklagiller... Her biri ayrı bir özenle hazırlanan meyveler ve kuru yemişler... Çok farklı tatların büyük bir uyum içinde ve apayrı bir tat olarak bir araya getirilmesi... İşte aşure! Bu arada bizi en çok etkileyen sahnelerden biri aşure kazanının okunan Yasinler ve dualar eşliğinde açılmasıydı. Etrafa yayılan mis gibi bir koku ve çocuklara ikramı önceleyen bir servis anlayışı... Sonra kaselere doldurulup üzeri ceviz ve tarçınla süslenerek hemen hemen bütün mahalle sakinlerine gönderilen aşureler... Aşure paylaşmak, aşure bereket... Bir ay boyunca her gün başka bir hanede aynı güzelliği yaşamak bize hiç bıkkınlık vermezdi. Her gün ayrı bir keyif ayrı bir tat demekti.
Market rafından aldığım aşure paketinin arkasında yer alan içindekiler kısmını ve hazırlama tavsiyelerini okurken tüm bunlar hafızamda canlanıvermişti. Bir film şeridi gibi gözümün önünden geçti derler ya... Çocukluk günlerimin o tatlı anlarını yeniden yaşamıştım sanki. Daha önce alışkanlıklarımızla beraber aslında değişen dönüştürülen biz oluyoruz demiştik. Aşure bu haliyle bütün o törensel özelliklerinden soyutlanmış ve çok kısa sürede hazırlanabilen bir gıda teknolojisi ürününe indirgenmiştir. Artık o yemek sonrası ailece yiyebileceğiniz bir tatlıdır. İşte paketin bir köşesinde gözüme çarpan “dört-altı kişiliktir” servis önerisi, koca mahalleye ikram edilip alınan dualarla bereketlenen bir aşure anlayışından nerelere geldiğimizin göstergesi gibi geldi bana. Tatlar sunileştikçe, paylaşım azaldıkça dünyamız da daralıyor, yüreğimiz de... Üzerinde yaşadığımız yaşlı dünyamızın her geçen gün bizi taşımaktan daha bir yorgun hale gelmesi bundan belki de... Hayatımıza tat katan tatları şartlara kurban etmeyelim, bereket bizimle olsun. Yeni yılın müjdecisi Muharrem ayı ümmet-i Muhammed’e rahmet, esenlik ve bereket yağmasına vesile olsun.