TR EN

Dil Seçin

Ara

Şen Bilim

Şen Bilim

Bilim pozitivizmin esaret bağlarını kırdıkça, insanlığın ortak mirasıyla daha fazla buluşuyor, insana daha çok şey söylüyor. Böylece bilimin bizatihi kendisi şenleniyor, aydınlanıyor.

Bir açık oturum yapıyorduk, meslektaşlarımdan birisi, “Türkiye’nin derdi aydınlanma yaşamamış olmasıdır” deyiverdi. Bu yüzden geriydik, bu yüzden ilkeldik, bu yüzden toplumumuz şiddet üretiyordu.

Kutsal ile aramıza bir türlü mesafe koyamamıştık. Bana pek naif gelen bu pozitivizmi tartışacak değilim, sadece ‘bilimperest’ olmanın dayanılmaz hafifliğinden dem vurmak istiyorum. Bilimsel zihniyet içinde boğuluyoruz. Geçmişte başka alanların emrinde olan ne varsa, bugün bilimin emrine amade, ‘hazır ol’da bekliyor. Dünya bizim için bilimin açıkladığı gibi düzenli, doğrusal ve tahmin edilebilir bir yer olsun istiyoruz. Tek boyutlu, kurallara bağlı bir dünya fikri, hayatın karmakarışıklığını, hayatın içindeki sağlıklı keyfiliği bize yeterince açıklamıyor.

Bilime, Karl Popper’ın söylediği gibi, bir bilgi kütlesi olarak değil, varsayımlar sistemi olarak bakabilirsek, ondan tek başına bir yol gösterici çıkarma saplantısından da kurtulabiliriz. Bazen bu gerçeği bilim adamları da unutuverir. Buldukları kanıtların sadece bir bölümü ikna edici bile olsa, ne yiyeceğimizi, nasıl eğiteceğimizi, hangi ilaçları alacağımızı ve doğru bir hayatın nasıl olduğunu söylemeyi sürdürürler. 20. yüzyılın başlarında doktorlar Camel sigaralarının reklamında bulunmaktan çekinmiyorlardı: “Doktorlar en çok Camel içiyor!” 1960’larda yeterince iyi denenmemiş olan Thalidomid’in annelere pervasızca yazılabilmesi yüzünden, pek çok çocuk kolsuz bacaksız, ciddi doğum anormallikleriyle dünyaya gelmişti.

Ayrıca bilim adamlarını, bütün insanların ruhunu kirleten günahlardan bütünüyle uzak sayamayız. Onlar da herkes gibi para, güç, şöhret karşısında başı dönen, daha fazlasını isteyebilen kişiler. Bu yüzden bilim dünyasında da namussuzluğa az rastlanmaz. Onlar da tutku sahibidir, onlar da tarafgirdir. İşlerine gelmeyen düşünceleri kulvar dışına itmek, iktidarlarını tehdit eden verileri görmezden gelmek onlar için de bahis mevzuu olabilir. 

Bilimin önceki birikimlerin üzerine inşa edildiği düşünülürse de çığır açan bilim adamları, hep çağdaşlarına tamamıyla zıt düşünceler öne süren, yenilikçi, günün revaçta düşüncelerinden uzaklaşan kişilerdir. Sürüden ayrılan kuşlar. Bilim insanları birbirinin omzuna çıkarak hakikate ulaşmaz, bazen birbirlerinin gölgesinden çekilerek, tırmanacak başka bir hedef bulmakla gerçeğe ulaşırlar.

Bilim elbette kendi eleştirisini de kendi içinde üretebilen bir kurum, eleştiri kadar saygıyı da hak ediyor. Bütün namussuzluklar bir yana, eğer ona hakikatin yegâne yol göstericisi rolü vermediysek, bilim bize pek çok konuda işe yarar bilgiler veriyor. Mesela psikoloji sahasındaki bazı araştırmalar bize kimi dinî ve felsefî içgörülerin doğruluğunu gösteriyor. Başarı ve refahın mutluluk için yetmeyebileceğini öğreniyoruz. Mesela Buda ve Spinoza’nın söylediği gibi, ani tatmin arzusuna direnmenin uzun vadede huzur ve mutluluk getirebileceğini anlıyoruz.

1970’lerde bir araştırmacı dört yaşındaki çocukların önüne harika bir pasta koyarak bir teklifte bulunmuş: “On dakikalığına çıkıyorum, pastaları yemezseniz size bir yerine iki pasta vereceğim.” On dakika sonra çocukların sadece üçte birinin pastasını yememiş halde beklediği görülmüş. Araştırmacı bu çocukların hayatını on beş yıl sonra incelediğinde öz denetimi yüksek olan çocukların diğerlerine oranla hayatın her alanında daha başarılı olduğunu görmüş. Diğerleri ise erken yaşlarda alkolle, maddeyle tanışmış ve kabadayılık eder hale gelmişler. Tamahkârlık, ileriki yaşlarda bu şekilde kendisini göstermiş, öz denetimi olan çocukların tabağın ötesinde bir şeyi hayal edebildikleri için, ani tatminin sağlayacağı hazzın ötesini de tahayyül edebildikleri için pastayı hemen mideye indirmedikleri dile getiriliyor.

Sahip olmanın hazzının bir süre sonra solup gittiğini ve buna psikolojide habituasyon/adaptasyon gibi isimlerin verildiğini biliyoruz. Schopenauer bunu yüzyıllar önce söylemişti mesela. Yunus ve Mevlana da bize yüzyıllar ötesinden çok ama çok önemli içgörüler vermişlerdi. Bugün pozitif psikolojinin yüzlerce deneysel çalışma yoluyla kulağımıza fısıldadığı mutluluk formülü, semavi dinlerin binlerce yıldır söylediklerinden pek de farklı değil. Bilim, pozitivizmin esaret bağlarını kırdıkça, insanlığın ortak mirasıyla daha fazla buluşuyor, insana daha çok şey söylüyor. Böylece bilimin bizatihi kendisi şenleniyor, aydınlanıyor.