TR EN

Dil Seçin

Ara

İnsanlar ve Penguenler

Uçsuz bucaksız bir buz tabakası ve gökyüzü. Gözünüzün önünde uzayıp giden coğrafya bundan ibaret. Alışageldiğimiz toprak veya beton zeminden, bahçeli evler veya yüksek apartman bloklarından farklı bir hayat alanı. Yeşilliğin, ağaçların, insan ve araç trafiğinin yer almadığı bir yer. Direkler, tabelalar, antenler, vericiler gibi ses ve görüntü kirliliğini günlük hayatımızın bir parçası haline getiren unsurlara da burada rastlamanız mümkün değil. Beyazın hakim olduğu bu yerler insana sadeliği, saflığı ve huzuru çağrıştırıyor. Bir de bu diyarın sakinleri. Kutup ayıları, foklar, beyaz kurtlar ve penguenler. Fıtrata müdahale edilmediği için kendi kuralları içinde sürüp giden hayatlar.

Kutup hayvanlarının ayakta kalma mücadelesi ve neslin sağlıklı bir şekilde devamının sağlanması için insanı hayrette bırakan bir hassasiyet içinde gösterdikleri gayret.

Penguenlerin yaşantısında ne çok tefekkür ve ibret sahneleri var mesela.

Kışın en çetin döneminde buz tabakasının en kalın olduğu yöne doğru bir yolculuk başlıyor sevk-i ilahi ile. Hiç bir trafik işaretinin, tabelanın veya yol göstericinin bulunmadığı, buz beyazı yer ve göğün birbiriyle kucaklaştığı bir belirsizlik güzergahında o kendilerine has sevimli adımlarla yürüyüşe geçiyorlar. Bir kervan düzeni içinde kâh adımlayarak kâh göğüsleri üzerinde kayarak yol alıyorlar. Varılacak bir menzil, menzilde yerine getirilecek bir vazife var çünkü.

 

Trafiği birbirine katan bir kaza görüntüsü… Yola savrulmuş yaralı ve cesetler… Olay yerine gelenler hem şaşkın hem telaşlı… Gündüz vakti bu kadar tabela ve uyarıcı işaretin olduğu bir mahalde böylesine şiddetli bir kazanın olması şaşırtıyor herkesi. Ancak araç sürücülerinin alkollü olduğu öğrenilince “olacağı buydu” anlamında başlar sallanıyor iki yana. Akıl sahibi insan, trafik kurallarını icat edip uygulamaya koyan insan, alkolün zararlarını binlerce kez işitmiş insan… Tüm bunların üstüne böyle bir kazayı yapan, hem kendine hem başkalarına zarar veren yine sözünü ettiğimiz aynı insan…

 

Penguenler menzile vardıklarında müthiş bir kalabalık oluşuyor. Çıkardıkları gürültü ve sergiledikleri kargaşa cabası. Ama bir süre sonra her bir penguenin kendi eşini bulmuş ve yüzünü ona dönmüş olarak durmasıyla, o darmadağın kalabalığın nasıl sükunete erdiğini şaşırarak izliyorsunuz. Yeni neslin devamı için gereken bu eşleşmenin getirdiği sükunet havası buz beyazı içinde ne kadar sıcak bir sahne oluşturuyor.

 

Uzun yıllar süren arkadaşlıkları neticesinde nihayet evlenmeye karar vermişlerdi. Bilgi ve iletişim teknolojisinin harikası olan son model cep telefonlarıyla saatlerce konuşmaları, internet üzerinden gece yarılarına kadar süren “chatleşme”leri, sık sık gezmeye çıkmaları ve beraber hoş vakit geçirmeleri bu kararı almalarında etkili olmuştu. Ancak birbirlerini iyi tanıdıklarına dair edindikleri kanaat ne de çabuk tükenmişti. Evliliğin, yuva kurmanın ne büyük bir sorumluluk demek olduğunu ve kendilerinin bu sorumluluğu taşıyacak kadar güçlü olmadıklarını anlamaları çok uzun sürmemişti. En ufak meselelerde bile evde büyük kavgalar yaşanıyor, hayatı birbirlerine zehir ediyorlardı. Bir keresinde hırsını alamayıp elindeki cep telefonunu eşinin arkasından nasıl da fırlatmıştı! Oysa Âlemlerin Rabbi Allah (cc) eşleri birbirinde sükunet bulmaları için yaratmıştı ve bunu son ilahi kitabında bildirmişti insanoğluna. Her şeye kulak verdiği halde vahye kulak tıkayan insan böyle bir nimetle nimetlendirildiğini nereden bilsindi?

 

Dişi penguenin yumurtasını bir süreliğine baba adayına emanet ederek beslenmek üzere okyanusa açılması da farklı tefekkür pencereleri aralıyor bizlere. Anne adayının, ayak ucundan yaklaşarak baba adayına büyük bir özen ve dikkatle yumurtasını devretme çabası görülmeye değer. Bu devir esnasında kazara ayaklarından düşen yumurtanın dondurucu soğukta canlı kalma ihtimali yok. Böyle bir acı tecrübenin yaşanması, çiftler için bir senenin boşa gitmesi demek. Bu nedenle azami dikkat, azami itina gösteriliyor sevk-i ilahi ile tabi ki.

 

Sadece kendi adına yaşamayı, canı ne isterse yapmayı “yaşamak” olarak adlandırıyordu. Başkalarının yükünü çekmek, hele de koca ile uğraşmak ve çoluk çocuk yetiştirmek hiç ona göre değildi. Bu dünyaya bir kez gelmişti ve hayatın tadını çıkarmalıydı. Gençlik bir şekilde geçmişti. Ancak yaşı ilerledikçe içinde artan yalnızlık duygusunun önüne geçemez olmuştu. Artık kimselerin uğramadığı evinin bahçe kapısına bakan penceresi önünde oturup “Acaba ömrüm boşuna mı geçti?” sorusunu sorup duruyordu kendi kendine.

 

Baba adayı penguenler kışın en sert zamanını ayakları üzerinde kürklerinin hemen altında muhafaza ettikleri yumurtalarla geçirmek zorundalar. Üç ay boyunca hiç bir şey yemeden durmaları gerçekten zor. Yoğun kar fırtınalarının estiği şiddetli havalarda bütün baba adaylarının birbirlerine sıkı sıkıya sokularak korunmaya çalıştıklarına şahit oluyoruz. Yeni neslin selameti için işbirliği yapmaları kendilerinin de hayatta kalmasına hizmet ediyor aslında. Bazıları ise soğuğa dayanamıyor ve topluluktan ayrı düşüp uyanmamak üzere uykuya dalıyorlar.

 

Babasından öyle görmüştü. Erkek dediğin öncelikle otorite demekti. Yoktu öyle hanıma çocuklara yüz vermek. Kadın işini görecek haddini bilecekti. Erkek çalışıp para getiriyor ya daha ne yapsın? Bir de evde iş mi bulsun kendine? Hele de çocuklarla uğraşmaya hiç sabrı yoktu. Zaten karınları doyuyor sırtları giydiriliyorsa daha ne istiyorlardı ki? Akşamları veya hafta sonları beraber takıldığı arkadaşları da aynı kafadandı. Babalık sorumluluğunu yerine getirmenin rahatlığı ile hoş vakit geçiriyorlardı. Son zamanlardaki konuşmalarının çoğunu toplumda artan şiddet olayları oluşturuyor ve yeni nesle ne olduğunu anlamakta zorluk çektiklerinden dem vuruyorlardı sık sık.

 

Yavru penguen dünyaya gözlerini açtıktan sonra bir süre babasıyla birliktedir. Anne penguen henüz okyanustan dönmemiştir çünkü. Hâlâ soğuktan korunması gerekmektedir ve tabi ki beslenmesi. Aylardır bir miktar kar dışında boğazından bir şey geçmeyen baba penguen, kursağında kalan son yiyecek kalıntılarıyla yavrusunu beslemeye çalışır. Anne gelene kadar durum bu şekilde idare edilir. Annelerin gelişiyle toplulukta yeni bir bağırış gürültü havası eser. Amaç sesler yoluyla birbirini tanımaktır. Aylardır ayrı düştüğü eşi ve ilk kez göreceği yavrusuna “Ben geldim!” seslenişidir bu. Bir süre sonra ailece birbirini bulmanın sevinç ve sükununu yaşarlar. Artık minik penguen annesinin kürkünün altında onun sıcaklığını hissederek ve daha güzel beslenerek hayata hazırlanmaktadır. Zaman zaman dışarıya çıkıp birkaç adım yürüyüş denemeleri yapmaya kalkışsa da dondurucu soğuktan korunmak için âdeta nazlanan bir çocuk edasıyla kendisini annesinin koruyucu kürkü içine atıverir, hayat devam eder.

 

Gözlerini dünyaya açtıktan kısa bir süre sonra eşi tarafından terkedilen annesi onu bir yurda vermek zorunda kalmıştı. Baba işsizliği, yoksulluğu bahane etmiş ve birlikte mücadele edip düze çıkmak varken kolayı yani yuvayı terk etmeyi tercih etmişti. Çocuğuyla ortada kalan kadının onu bir kuruma teslim etmekten başka çaresi kalmamıştı. Yurdun hemen karşısındaki apartmanlarda zaman zaman birlikte gezmeye çıkan aileleri gördükçe içi cızlar, hiç görmediği babası ve arada bir ziyaretine gelen annesi ile bir aile hayatı sürdürmüyor olmanın acısını hissederdi. En çok da kışın soğuk gecelerinde annesinin koynuna sokulup mışıl mışıl uyumak varken, yıkanmaktan solmuş ve tüyleri dökülmüş battaniyeye sarılıp uyumaya çalışmak gücüne gidiyordu. Çocuktu işte. Savunmasız, ilgiye, sevgiye ve şefkate muhtaç. Büyüklerin sorumsuzluğu onu çocuk saflığıyla nazlanma duygusunu doya doya yaşamaktan bile mahrum kılmıştı. İşte bu yüzdendi burukluğu ve kırgınlığı.

 

Penguenler havaların ısınmasıyla birlikte yeniden bir dağılma sürecine girerler. Buz tabakasının incelmesiyle okyanusa dönüş kolaylaşmıştır. Yavrular da büyümüş ve kendi başlarına okyanusa açılma durumuna gelmişlerdir. Anne ve baba penguenler sorumluluklarını yerine getirmiş olarak dönmektedirler. Yeni nesil de kendi payına düşeni yaşamak üzere hayata atılmakta ve kutuplarda düzen devam etmektedir. Kendi içinde barındırdığı nice güzellik ve inceliklerle bizimkinden çok farklı bir dünya... Böyle hayatlara tanık oldukça hayatın dar kalıplarla anlaşılamayacak kadar kompleks bir yapıya sahip olduğunu ve her şeyden öte hayatın Sahip’siz olmadığını daha iyi anlıyoruz. Bir bütünün parçası olduğumuzu ve yeryüzünde yaşayan her canlının bir hikmet dahilinde hayatını devam ettirdiğini idrak ediyoruz. Kutuplar gibi bir hayat alanında bile varoluşları anlamsızlığa mahkum olmayan ve bir gayeye hizmet eden bu canlılardan akıl sahipleri için dersler var muhakkak.

•••

Buzullardaki erime dünyayı tehdit eden küresel ısınmanın en belirgin işareti olarak artık daha sık gündemimizi işgal ediyor. Bu noktaya gelinmesinde sorumluluğun %90’ının insanoğluna ait olduğu açıklaması yapılıyor bilim adamları tarafından. Her gün başka bir kıyamet senaryosundan bahsediliyor. Eriyen kutuplar, delinen ozon tabakası, değişen iklimler, kuraklık ve kıtlık tehlikesi insanlığın korkulu rüyası haline gelmiş durumda. İnsanoğlunun hizmetine amade kılınmış yeryüzü ve gökyüzünün felaketimiz olarak karşımıza çıkması kendi ellerimizle yaptıklarımızla yüzleşmemiz aslında. Bilim ve teknoloji alanlarında sürekli ilerleme ve gelişme hırsımız, daha müreffeh ve konforlu hayatı yakalama koşumuz hangi hayatları, nasıl etkiledi ve nelere mal oldu diye düşünmek gerek.

Hayatımız boyunca doğrudan veya imalı bir şekilde bize yöneltilen pek çok soruyla muhatap oluyoruz. Bugün geldiğimiz noktada acilen cevaplanması ve bizi tedbire sevk etmesi gereken soru şu olmalı herhalde: “Ey insanoğlu, yeryüzünde sorumsuz ve hoyrat hayat tarzın sebebiyle başına musallat olan tehlikenin farkında mısın?”