Partikül fiziği sahasındaki çalışmalarıyla 1968’de “Bilim Ödülü”nü kazanan Prof. Dr. Feza Gürsey, Cumhurbaşkanı ve seçkin davetlilerin bulunduğu salonda konferansına şu cümlelerle son veriyordu:
“Bir avuç insan eski dervişler misâli, tabiatın sırlarında dolaşır dururlar. Muhyiddin-i Abdal’ın dediği gibi:
“Muhyiddinem dervişem
Hak yoluna girmişem.
On sekiz bin âlemi
Bir zerrede görmüşem. ”
Şinasi de bir şiirinde aynı şeyi söylüyordu:
“Varlığını bilmem ne hacet, küre-i âlem ile,
Yeter isbatına, halkettiği bir zerre bile. ”
Gerçekten de bu kâinatın hepsi, zerreden küreye kadar her şey, bilsin ya da bilmesin O’na doğru yol almakta, Allah’a koşmaktadır. Başlangıç O’ndandır, dönüş O’nadır. Ama asıl muteber olan, Allah’ı bilerek arzulamaktır. O’nun emirlerine şuurla boyun eğmektir. İnancımızın ve dinimizin gereği olan bu teslimiyet körü körüne bir bağlılık ve sürüklenme değildir. Bu Rabbimize karşı olan sevgimizden doğar ve her zerrede hükümran olan ilâhi azameti idrak ve anlamaktan kaynaklanır. Bu böyle bir sevginin ve ilâhî bir aşkın, bağlılığın teslimiyetidir.
Evet, küçük ya da büyük demeden her ihtiyacımızı Allah’tan istemekten çekinmeyelim. Çünkü küçük ve büyük her şey O’nundur. Yaratıcımızın varlığını ve birliğini gösterir. “Atomların İç Dünyası” adlı kitabında Zeno Bucher, şöyle der: “Allah’ın büyüklüğü, en küçük şeyde de tecelli eder.” Evet, her şey Cenâb-ı Hakk’ı tesbih ettiği gibi, lisanıyla, ihtiyacıyla ve istidadıyla dahi Allah’a dua eder.
Akıllara durgunluk veren şu kâinat kitabını okuyup, yaratıcısının büyüklüğü karşısında huzur ve huşu ile secdeye varmak, başımızı yere koymak ve teslim olmak ne büyük bir görev.
Bütün işlerimizde sadece Allah’a güvenerek, her şeyi yapan ve yürütenin O olduğunu, varlık dünyasında yalnız O’nun hükmünün geçerli olduğunu düşünmek ve böylece O’nun yarattıklarına değil bizzat Yaratana kul olmak, en büyük bir mutluluk kaynağıdır.
Allah’a bu denli içten ve samimi bağlanış, çalışma hayatımızı felce uğratan ve İslâmiyet'le asla ilgisi bulunmayan bir tembellik, bir miskinlik değil, bilakis yapmak istediğimiz meşru ve hak olan işlerde daima Allah’ın yardımcımız olduğu düşüncesiyle bize güç veren bir enerji ve huzur kaynağıdır.
Sebeplerini yerine getirip çalıştıktan sonra, asıl yapıcının ve yaratıcının Allah olduğunu hatırlayıp, bizi başarıya ulaştırması için, Allah’a dayanmak, O’na yalvarıp manevî bir güç kazanmaktır. Bu yönüyle Allah’a tevekkül ve dua bizi tembellikten kurtardığı gibi, insan ruhunu alçaltan iltimas ve rüşvetten de korur. Çünkü Allah’a inanan insan bir zerrecik de olsa, hakkı olmayan bir şeyi istemez. Hakkı olan şeylerin olması için de, kimseye değil yalnız Allah’a güvenir. O’na dua eder, O’ndan ister. Böyle olunca da, kendi gibi fâni ve âcizlerin önünde eğilip küçülmez, küçük dünya menfaatleri için dalkavukluk ve yaltaklanma yapmaz. Allah varken, kula kul olmaz.
İnsan çalışacak ancak işlerinde başarıya ulaşmak için kalbini ve maneviyatını da Allah’a olan güveniyle dolduracaktır. Bunun içindir ki, her işe duayla yani besmeleyle başlarız. “Rahman ve Rahim olan Allah’ın yardımına güvenerek başlıyorum” deriz. Bu güçle başlanan işin sonu, elbette hayır ile biter.
Sosyologlar ve din psikolojisi ile uğraşan bilim adamları, tarihte gelişen kültür ve medeniyetlerin hep inançtan ve dinden doğduğunu ispat etmişlerdir. Selimiye ve Süleymaniyeleri de yaptıran bu ilahi aşk ve vecd değil midir?
Samimi olarak Allah’a yalvarmak, O’na güvenmek, muhakkak ki, en ümitsiz anlarda bile insanı selâmete ve başarıya götürür. Fahri Kâinat Efendimiz (sav): “Allah (cc) kendisine cânı gönülden dua edenleri sever” buyurur.
Yanık gönüllerden yükselen yakarışlar çok çabuk Allah’a kavuşur, rahmet olarak döner ve insanı sonsuz bir mutluluğa gark eder. Allah, bize bizden yakındır. “Kullarım, sana Benden sorarlarsa söyle: Ben onlara yakınım. Dua edenin duasına icabet ve kabul ederim. Bana dua etsin ve Bana hakkıyla inanıp tasdik etsinler ki, doğru yolda yürüyüp selâmete ersinler.” (Bakara, 186)
Hz. Peygamberimiz (sav): “Dua, mü’minin silahıdır. Dinin direğidir, göklerin ve yerin nurudur.” (Hakim) buyuruyor.
Yine Peygamberimiz (sav): “Darlık zamanında Allah’ın kendisine yetişmesini isteyen kimse, genişlik zamanında çok dua etsin.”
“Genişlik zamanında dua etmek kadar Allah’a hoş gelen bir şey yoktur” buyurur. (Ebu Davud, Tirmizi, Nesâi, İbn Hibban, Hakim)
Hz. Peygamberimiz (sav) bir başka sözlerinde de: “Hiçbir Müslüman yoktur ki, bir günah ve yakınlarla ilgiyi kesme isteği olmayan bir dua ile Allah’a niyaz etsin de, Allah ona üç şeyden birini vermesin: Ya isteğini yerine getirir; yahut onun isteğini ahireti için saklar; yahut da duasının dengi olan bir kötülüğü ondan savar.
Dediler ki: O halde çok dua edelim.
Buyurdu ki: Allah da çok kabul eder.”
“Kul, yâ Rabbi! Yâ Rabbi! Yâ Rabbi! Dediği zaman Allah der ki: Lebbeyk (geldim) kulum, iste, istediğin verilecektir.” (İbn Ebi’d-Dünya)
“Allah, kıyamet günü mü’mini çağırır, huzurunda durdurur, der ki:
Kulum, Ben sana, Bana dua etmeni emretmiş ve duanı kabul edeceğime söz vermiştim. Bana dua ediyor muydun?
Evet yâ Rabbi, der.
Ama, Ben senin her duana cevap verdim. Falan falan gün başına gelen bir üzüntüyü kaldırmam için Bana yalvarmıştın, Ben de o üzüntüyü kaldırıp, seni sevindirmemiş miydim?
Evet yâ Rabbi.
O duanı dünyada kabul ettim. Falan falan gün de yine başına gelen bir sıkıntıyı kaldırmam için Bana yalvarmıştın, fakat bu sıkıntının geçtiğini görmemiştin?
Evet yâ Rabbi.
İşte o duana karşılık sana cennette şunu şunu hazırladım. Falan falan gün de bir dileğini yapmamı istemiştin, yaptım.
Evet yâ Rabbi.
Onu da sana dünyada verdim. Falan falan gün de bir muradını vermemi istemiştin, muradın yerine gelmemişti.
Evet yâ Rabbi.
İşte onun yerine de sana cennette şunu, şunu verdim.
Allah’ın Resulü şöyle devam etti: Hâsılı, Allah, mü'min kulunun yaptığı dualardan hiçbirini bırakmaz, hepsini sayar; ya bunları dünyada kulu için yaptığını veya âhirete bıraktığını söyler. O zaman mü’min, ‘keşke dünyada hiçbir duamın karşılığı verilmeyip, ahirete bırakılmış olsaydı,’ der.’’(Hakim)
Dua eden kul, Allahına yaklaşmıştır. Ruhu, Allah ile çok yakın ilgi kurmuştur. Zaten ibadetin aslı da Allah’a yaklaşmaktır. Yüce Allah, Yusuf Suresinde Hz. Yakub’un gönülden Allah’a bağlanışını, her şeyi O’na havale edip, O’ndan asla ümit kesmeyişini bize bir örnek olarak anlatmaktadır: “Ben Allah’tan, sizin bilmediğiniz şeyleri bilirim. Ey oğullarım, gidin Yusuf’u ve kardeşini arayın, Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin, zira Allah’ın rahmetinden ancak inkârcı millet ümit keser.” (Yusuf, 56 ve 87)
Sayısız ve sonsuz faydaları muhakkak olan dua nimetinden Rabbim hiç kimseyi mahrum bırakmasın. Gerçek fakirlik ve yoksulluk, bu kadar çok ihtiyacı olan insanın, bunların hepsini karşılayabilecek bir Yaratıcıya inanmaktan uzak kalmasıdır. Allahım, bizi iman nimetiyle şereflendirdiğin gibi, kalbimizi de sevginle güçlendir. Amin…