TR EN

Dil Seçin

Ara

Meczup / Hayalin İçinden Öyküler

Meczup / Hayalin İçinden Öyküler

Otoparkta yer bulabilmek epeyce zamanımı aldı. Çoğunlukla boş olan bölümler sabahın bu erken saatine rağmen doluydu. Böylece daha önce hiç görmediğim alt katları da gezmiş ve eksi üçüncü kata kadar inmek zorunda kalmıştım. Otoparkın Adalet Sarayı’na yakınlığı ve önemli bir duruşma olması ihtimali bu durum için aklıma gelen ilk sebepti. Evet, bazı davalarda otopark ve etrafı çok kalabalık oluyordu. Fakat bu kadarına ilk defa şahit oluyordum. 

Başımda artarak devam edeceğini hissettiren bir ağrı başlamıştı. Gece sahurdan sonra uyuyamamıştım. Bunda, şu sıralar akrabalarımız arasında dargınlıklara sebep olan miras konusunun payı büyüktü. İçinde bulunduğumuz mübarek ay bile bu çıkar çatışmasını önleyememişti. Çok yakında bizim de bu adalet sarayında mahkemeye çıkarılma ihtimalimiz geldi aklıma. Çünkü kelimenin tam manası ile kanlı bıçaklı olmuştuk. Anlayamıyordum bir türlü. Aklı başında sandığım birçok akrabamın mesele toprak paylaşımı olunca aklı başından gitmişti. Önceleri kayıtsız kaldığım konuya ısrarla beni de dahil ettiler. Hak hukuk gözeteyim derken en yakınlarımdan bile küsenler, tavır alanlar, hatta düşman kesilenler oldu. Ben de bazen kendimi tanıyamaz olmuştum. Aslında sabırlı, sakin bir insandım fakat bu konu beni kavgacı biri yapmayı başarmıştı. Bazılarına o kadar kızmıştım ki yetki bende olsa onlara bir metre kare bile toprak vermezdim.

Arabamı park ettiğim yerden asansörlere doğru yürümeye başladım. Tahmin ettiğim gibi başımdaki ağrı şiddetini artırmıştı. Açlık mı daha fazla vurdu başıma, yoksa miras konusu mu diye düşünürken yolun sonuna yaklaştığımı fakat yanlış yere geldiğimi anladım ve geri döndüm. Asansörler otoparkın diğer ucundaydı. Görünürde benden başka kimse yoktu. Ayak seslerim duvarlardan güç alarak geri dönüyor, yalnızlığımı artırıyorlardı. İçimi az da olsa tanıdığım bir korku sardı. Henüz asansöre binemeyecek kadar olmasa da bir kapalı alan korkusunun beni yavaş yavaş ele geçirmekte olduğunu uzun zamandır hissediyordum. Boyun fıtığı için gittiğim bir doktor, beni apar topar MR denilen bir cihaza sokmuş ve kapalı alan korkusu ile tanıştırmıştı. Kendimi bir tabuttaymış gibi hissetmiştim.

Asansörler çocukluğumdan beri hep ilgimi çekmiştir. Orada hiç tanımadığım birisi ile ya da tek başıma mahsur kalmak hakkında, hikayelere konu olabilecek şeyler kurgulardım. Çoğu ürkütücü şeylerdi. Arkadaşlarıma anlattığımda, bunları benim fazla film seyretmeme bağlarlar, “film adamsın” diye takılırlardı. Elimde değildi. Asansörle birlikte hayal gücüm de harekete geçiyor, kapılar kimi zaman yerin yüzlerce metre altına, kimi zaman da bir uzay boşluğuna açılıyordu. 

Bunları düşünürken, pek yeni olmadığı çıkardığı homurtulardan anlaşılan asansör, bulunduğum kata inmiş ve kapısı açılmıştı. İçinden uzun boylu, oldukça sıska, yanaklarının yerinde iki çukur olan, benzi sararmış bir adam indi. Korku filmlerinde rastlanan cinsten bir görünüşe sahipti. Ya da bana bu ruh halimle öyle gelmişti. 

Adam bana selam verdi ve “dikkatli ol” diyerek, arabaların olduğu yere doğru ilerledi. Önce ne için uyarıldığımı anlayamadım. Asansörün kapanmasından korkarak hızla içeri girdiğimde orada başka bir adam daha olduğunu o zaman fark ettim. Ağır hareketlerle başı öne eğik bir şekilde tüm vücudu ile bir sağa bir sola sallanıyor ve devamlı bir şeyler sayıklıyordu. Bir meczup olduğu her halinden belliydi. Hem korkmuş hem de hep kurguladığım türden bir olayın gerçeğe dönüşmesi ihtimali ile tuhaf bir duyguya kapılmıştım. Yine de kendisine selam verdim. O an biri beni duysa, korkunun sese olan etkisini hissedebilirdi. Adamın, kırk yamalı bir bohçayı andıran paltosunun üzeri, değişik şekil ve ölçülerde kimi parlak metalden, kimi sıradan düğmelerle doluydu. Taktığı şapka kulaklarını ve alnını kapatıyordu. Asansör yukarı doğru harekete başladığında çıkan gürültüyü bastıran bir sesle mırıldanmaya devam etti. Söylediği sadece bir cümleydi ve devamlı onu tekrarlıyordu: 

“Orucunu ye kul hakkı yeme” 

“Orucunu ye kul hakkı yeme”

“Orucunu ye kul hakkı yeme…”

Bir an durdu. Sustu. Başını kaldırdı. Göz göze geldiğimizde tuhaf bir duygu kapladı içimi. Fakat bu duyguda en ufak bir korku ibaresi yoktu. Bakışları ile yangın çıkartabilirmiş gibi geldi bana. İçim yandı. Ne kadar buz dağı varsa eridi içimde. Belki bir saniye bile sürmedi. Belki zaman durdu. Çıkış katına vardığımızda açılan kapı ile zaman da tekrar işlemeye başladı. Asansörü bekleyenler epey kalabalıktı. Ben indim. Meczup inmediği gibi, yeni yolcuların şaşkın bakışlarına aldırmadan sallanmaya ve aynı şeyi söylemeye devam ediyordu.

“Orucunu ye kul hakkı yeme”

“Orucunu ye kul hakkı yeme”

Bu karşılaşmanın tekrarı olmadı. Fakat o söz ve o bakışlar hem aklımda hem kalbimde yer etti. Kararımı o gece vermiştim, şu miras davasında sabırlı olacak, kul hakkına riayet edecek ve böylece orucumu da, diğer ibadetlerimi de heba etmeyecektim. Sonra sıra şu kapalı alan korkusuna gelmeliydi. Bir tabuta konulmadan önce mutlaka onu da halletmeliydim.