TR EN

Dil Seçin

Ara

HAFIZA

İbni Sina, bir yolculuk esnasında İsfahan’a gelir. O beldenin âlimleri, en meşhur eseri olan ‘Kanun’u görmek isteyip, İbni Sina’dan rica ederler. İbni Sina onlara, “kitap yanımda değil,” der “ama isterseniz ezbere yazdırabilirim.” O âlimler önce şaka zannederler, fakat onun ciddi olduğunu anlayınca memnun olup, hemen kâtip getirtirler. 

İbni Sina, dediği gibi, kitabın tamamını yazdırtır. Daha sonra bu kitabı, Horasan’dan getirtilen asıl nüsha ile karşılaştıran âlimler, bir kelime farkı dahi olmadığını görüp, İbni Sina’nın hafızasına hayran olurlar.

 

***

 

BİR ZAMANLAR İSTANBUL

İstanbul, şimdilerde olduğu gibi çok önceleri de ciddi güvenlik problemleriyle boğuşan bir şehirmiş. Fakat Osmanlı Devleti bu problemleri çözüme kavuşturup, halkına güven ve huzuru tattırmış. Bu başarıyı, Sir James Porter şöyle kayda geçirir:

“Osmanlı Devleti, İstanbul, güven içinde gezilecek yerlerdir. Türkler tarafından işlenmiş, hırsızlık ve soygunculuk vakaları son derece nadirdir. İnsan bu şehirde, azınlıklardan sakınmalıdır. Çünkü onların çoğu hilekâr ve dolandırıcıdır.

Bununla beraber İstanbul, Osmanlı Devletinin elinde, Bizanslıların bütün Bizans İmparatorluğunun ömrü boyunca bir defa bile sağlayamadıkları, huzur ve güveni kısa zamanda temin ve devam ettirmişlerdir.

Bana, ‘huzur ve emniyet içinde yaşanabilen, kapılarınızı bile açık bırakmanın mümkün olduğu bir ülke var mıdır?’ diye sorarsanız, size orayı gösteririm…”

 

***

 

SEYİRLİK KİTAPLAR

İnsanın, bir şeylere sahip olmak istemesi, bir koleksiyon oluşturması, bazı özel şeyleri biriktirmesi güzel bir hobidir de, bu iş hastalık derecesine varırsa, çığırından çıkıyor. Meselâ, Avrupalı zengin Kont Astre, hiç okuma yazması olmadığı halde, 52.500 kitap topluyor. Bize de bu manzaraya bakıp eğlenmek düşüyor.

 

***

 

HAYVAN SEVGİSİ

17. yüzyıl Osmanlı âlimlerinden Kethüdazade Arif Efendi, hayvanları severmiş. Hatta evinden çıkarken yanına aldığı ekmek parçalarını yolda rastladığı hayvanlara verirmiş. Bir gün Uzuncaova’daki evinin kapısının önünde bir köpek görmüş. Hemen ona birkaç ekmek parçası vermiş. Ancak hayvancağız, ağzına aldığı ekmeği yemeyip kuyruğunu sallayıp yola koyulmuş. Hazret de, ‘var bunda bir iş’ deyip onu takip etmiş. Köpek de geliyor mu diye onu kontrol ediyormuş. Derken Ihlamur deresindeki köprüye varmışlar. Meğer köpeğin, köprünün altında yavruları varmış. Arif Efendiyi de yavrularını göstermek için çağırmış. Kethüdazade Arif Efendi daha sonra o köpek yavruları büyüyene kadar onlara yiyecek götürmüş.

 

***

 

KAT KAT PASTA

Düğünler her zaman insanların sevinç kaynağı olmuştur. Ve her zaman da, düğün sahibi, bu mutluluğunu paylaşmaya gelenlere ikramlarda bulunmuştur.

Avrupa’da düğün ikramları, pasta, kek, çörek ne varsa ortaya yığılarak verilirmiş. Tabi bu yığının boyu ne kadar fazla olursa, düğün sahibinin havası da o nispette olurmuş. 1600’lü yıllarda, zenginliğin de artmasıyla, bu durum tam bir övünme yarışına dönüşür. Fakat İngiltere kralı II. Charles’ın Fransız aşçısı, sadece maharetini değil zekâsını da kullanır ve ilk katlı pastayı yapar. Kralın kat kat artan gururuyla beraber, katlı düğün pastası da bir gelenek hâlini alır.