Sonbahar durgunlaştırıyor insanı. Gündüzlerin kısalması, havaların soğuması, yağışlar, dökülmüş yapraklar, bunlarla beraber insan da hassaslaşıyor, içine kapanası geliyor. Nedendir bilmem, sonbahar mevsimine ısınamadım. Biran önce, koşaradım geçip, ilkbahara kavuşmak için içimde hep kuvvetli arzular sakladım.
Hâlâ da o duygularla yaşar dururum.
Böyle, gözümü ilkbahara dikmişliğimden olsa gerek, sonbaharda da nice hikmetlerin, nice güzelliklerin olabileceğini aklıma getirip düşünmedim. Daha da kötüsü, sonbaharda iyi şeyler de olacağını hesaba katmayıp, belki de bu mevsime suizan bile etmiş oldum.
Evet benim yanlışım buydu: sonbahara karşı kalbimi düzeltip, nazarımı değiştirmem gerekiyordu. Şimdiye kadar adamakıllı bakmayı bilememiştim işte…
İşe nerden başlayacağım derken, önümde duran portakallar beni davet ettiler. Görmemek mümkün müydü? Hayır. O kadar dikkat çekici yaratılmışlardı ki, ancak bir ülfet perdesi gizleyebilirdi onları gözlerden.
Bediüzzaman Hazretlerinin dediği gibi, “Rabbanî mektuplardı” onlar; “kâinat kitabının bir ayetiydi” karşımdaki; kâinatın sergi salonunda Allah’ın rahmetinin bir eseriydi; “şükrün davetçileri”nden bir davetçi idi. Ben de o davete icabet etmek istedim. Bir tanesini elime aldım. Sanki bir portakalı her şeyiyle ilk defa görüyormuş gibi onu incelemeye başladım.
Bir defa mükemmel bir şekli vardı. Her şeye layıkınca şekil ve suret veren Allah, Musavvir ismini, bir portakala bu şekli, bu sureti vermekle bize gösteriyordu. Biraz estetik duygusu olan bir insan, şu dünya sergisine bakıp, eserlerini benzersiz yaratan Allah’ın Fâtır ismine, sanatlı yaratan Sani’ ismine, bir kalıptan çıkarır gibi mükemmel ve güzel yaratan Bari’ ismine, eserlerini renklerle, şekillerle süsleyip güzelleştiren Müzeyyin ismine hayran olmaz mı!..
Bir de duydum ki, çiçeklenme mevsiminde bir portakal bahçesini görmek varmış. O güzelim çiçekler ve mis gibi bir hava cenneti hatırlatırmış insana. Aradan altı ay geçip sonbahara varınca da, bir başka eşsiz manzara bulurmuş insan karşısında; portakallar geceleri bile parıldarmış âdeta. Dedim ya böyle duydum, nasip olup da görmedim. Bir de duyduğum şöyle güzel bir şiir parçası:
“Kırık dalların arasından paylaştık ayı, / Bir portakalı paylaşır gibi.”
Öte yandan rengi de harika idi elimdeki portakalın. İnsanın içini ferahlatan, yaşama arzusunu coşturan, sevinç duyguları uyandıran bir renkti bu. Niçin başka renkler, kahverengi, yeşil, mor.. değil de bu renk seçilmişti. Seçilmişti, çünkü seçen vardı. Her şeyi, sonsuz ihtimaller içinden sadece birini tercih ederek yaratan Rabbimiz, portakal için de bu rengi tercih etmişti. Bu tercihi, ne ağaç için, ne de hayvan içindi. Çünkü onlar değil, insan zevk alıyordu bundan. Bu, doğrudan doğruya insan içindi; bu renk bizim hoşumuza gidiyordu, biz beğeniyorduk. Öyleyse bizi mutlu etmek için Allah böyle bir renk vermişti portakala. Zaten gördüğümüz ve yaşadığımız her şeyde, şefkatli Allahımız, Rahman ismiyle, Rahim ismiyle, Mürid ismiyle, bizim için hep en güzel olanları irade edip tercih ediyordu. Bizi mutlu edip sevindirmek için, Cemil ismiyle her şeyi güzelleştirdiği gibi, bir portakalı da böyle sanatla bezeyip güzel yapıyordu.
Ya büyüklüğü; o da tam elime göreydi. Her şeyi en güzel, en kullanışlı halde Mukaddir ismiyle takdir edip yaratan Allah, elimi bu şekliyle takdir edip yarattığı gibi, portakalı da elime uygun olarak takdir etmişti; daha büyük ya da daha küçük değil.
Her yaptığını hikmetle, anlamlı yaparak Hakîm ismini gösteren Allah, Rezzak ismiyle de bedenimizin ihtiyacı olan gıdalardan en az 23 tanesini portakalın içerisine koymuştu. C vitamini (askorbik asit), meyve şekerleri, fosfor, demir, B1 ile B2 vitaminleri ve niasin vs sırf bizim için portakalın içine depo edilmişlerdi.
Daha neler neler vardı portakalda: damar sertliğini ve felci önleyen; soğuk algınlığı, grip ve nezlede faydalı olan; yorgunluğu ve sinir bozukluğunu gideren; cildin güzel olmasını sağlayan; kansızlığı gideren; hazmı kolaylaştıran; karaciğeri çalıştıran ve safra ifrazatını artıran; ateşi düşüren; nekahet devresini kısaltan; vücuda enerji veren; şeker hastalarına faydalı olan; susuzluğu gideren; zayıflatıcı olan, harika bir nimetti. Mün’im ismiyle Allah bizi böyle nimetlendiriyordu işte. Avuç içi kadar bir şeye, bunca faydayı sığdıran Allah’ın yaratması ne kadar hayret vericiydi.
Kudretiyle en küçükten en büyüğe, bütün kâinatı çekip çeviren Allah, gözümüzün gördüğü bu mükemmel eserleriyle sonsuz ilmini gösterirken, kâinat gibi bir eserle de insanlara kendisini tanıtmayı irade etmişti.
Meğer ben daha önce sonbahara hiç bakmamışım. Meğer bir portakalla bile neler görmek varmış. Rabbimizin rahmetini, şefkatini, ilmini, kudretini ve cömertliğini her mevsim yarattığı eserlerinden görmek mümkünmüş.
Portakal hâlâ elimde duruyor ve fakat şimdi ben onu yemek istiyorum. Bıçak aranırken, tâ çocukluk yıllarımdaki kendi kendimle iddialaştığım, belki bir nevi yarıştığım günlerim aklıma geliverdi. Portakalı soyarken meyve kısmının kesilip suyunun ellerime bulaşmasını sevmezdim. Bu nedenle kabuğu bıçakla keserken, bıçağı meyve kısmına kaçırmamak için olanca hassasiyet gösterirdim. “Hadi göreyim seni! Temiz bir iş çıkarabilecek misin?” Gitgide elim yatkınlaşıp kendimi takdir edecek hâle de geldim sanırım.
Aslında çocuk eğitiminde bile faydalı olabilecek bir meyve portakal. El becerilerini geliştirmek için, çocuklarla beraber oturup, “meyvesini zedelemeden portakal soyma” yarışı neden olmasın?.. Eğitim, eğlence ve beslenme, güzel olmaz mı?..