TR EN

Dil Seçin

Ara

Elimde Fener Yok

İsmimi söylesem şaşıracaksınız.

Etrafınızda dolaşan insanların ismini taşımıyorum. Ninemin anlattığı, sonra bir yazarın yazdığı masaldan aranıza düşmüş biriyim.

Bir masal kahramanıyla karşı karşıyasınız.

Şaşırdınız değil mi? 

Haklısınız. Masaldan düştüğüm günden bu yana gördüklerim, okuduklarım, yaşadıklarım beni de şaşırtıyor. Yabancılığımı, bir sürgün yaşadığımı hissediyorum.

Yazarın yazdığı masalın ilk cümlesini hatırlıyorum:

Odamın caddeye bakan penceresine her gün bir kuş gelir. Beni alır ninemin anlattığı masallara götürür.

Sabahın bu erken saatinde daha yeni masalarını düzelttiğiniz çay bahçenize gelmiş olmam, bahçenin tren istasyonuna bakan cephesinde, tam köşede sarmaşıkların ardında kalan masada kitap okumam, bir şeyler yazmam sizi meraklandırdı, değil mi? Belki de, Bu da kim, tatil gününün bu erken saatinde burada ne arıyor, niye herkes gibi kendini uykunun kollarına bırakmamış?diyorsunuz.

Dedim ya, bir masal kahramanıyım. Yatak canımı acıtıyor. Televizyonların sabah programları, hafta sonu gazeteleri, günlük kaygılar beni tutmuyor.

Bu sabah, rüyama giren ninemin sesiyle uyandım. Üzerimdeki yorganı attım, pencereye yöneldim. Sokağımızı kuş sesi, bahar kokusu doldurmuştu. Derinden bir nefes aldım. İçim açıldı. Suya yöneldim... Yitik cennetbeni içine aldı, ağlar gibi oldum... Bir kez daha anladım, bir yabancıyım bu yerde; sıla özlemi çekiyorum. ‘Çobanların ruhu nasıl sığmazsa kırlara, ben de bu yerlere yerleşemiyorum...

‘İçsel yalnızlığın hüznü’ içinde ‘ve asla dinmeyen sıla özlemi’yle evden hemen çıktım. Aklıma çay bahçeniz geldi. Çünkü burada trenler bir masaldan çıkar gibi geliyor ve yine bir masala kaçar gibi gidiyorlar.

Zamanın birinde yine bu istasyona gelmiştim. Yıllar önceydi. Ninemin anlattığı, sonra bir yazarın yazdığı masaldan düştüğüm günlerde bu şehre gelmiştim. İstasyonun bitiminde, sağa giden sokağın girişindeki iki katlı binanın üst katında, benim gibi masal kahramanları yaşardı. Bu sabah buraya gelmek istedim çünkü ‘ruhumun coğrafyası’na olan özlem ve ihtiyacım had saflarda. Belki oraya giden bir tren kalkar, biner giderim diye düşündüm.

Şaşırdınız değil mi? Belki de bana acımaya başladınız.

İşte siz büyükler böylesiniz. Kalbinizin ışıklarını karartmış, fenerlerin güçsüz ışıklarına kalmışsınız. Elimde el feneri olmadığından, sanıyorsunuz ki karanlıktayım.

Hayır, öyle değil, kalbimin ışıklarında yaşıyorum. Bunu bilmezsiniz!

Sahi ne kadar çoksunuz...

Buraya gelmeden bir çorba içmek istemiştim. Olmadı! Çorbamı bitirmeden içeri büyük bir adam girdi. Bir önceki gün oynanan bir futbol maçının kritiğini başlattı. Bu bahar mevsiminde, günün ter u taze bu saatinde kirli ve yorgun bir sesle doldu içeri. Ezogelinin tadı kaçtı, hava bozuldu. Kaçtım... Buraya...

‘Çocukluk yapmayın,diyorsunuz. Sizi dinlemiyor, çocukluk yapmaya devam ediyorum.

Bir masaldan çıkıp aranıza karışsam da, bir yolunu bulup yine masalıma kaçıyorum. Orda babamın izini arıyorum. Ninemin ninesinin beşiğini sallıyorken, ayağıma yedi dağın en büyüğü çarpıyor. Çok kızıyorum, bir tekme atıyorum, yedi dağın yedisi de yıkılıyor. Koşup bir perinin gölgesine sığınıyorum. Peri diye sığındığım şey, bakıyorum bir nar ağacı. Narçiçeği...

Narçiçeği,diyorum, söylesene babam nerde?

Baban öldü,diyor. Hayır,diyorum, 'babam ölmedi. Kim bilir nerdedir şimdi? Bir kuş mu oldu, bir kelebek mi? Yoksa mis kokulu bir çiçek mi?

İşte böyle bey amca, masala giriyor, masaldan düşüyorum.

Bak tren bir masaldan çıkar gibi geldi... Ve işte yine bir masala kaçar gibi gidiyor.

Hâlâ bir çocuğum, çocukluk yapıyorum. Çünkü çocuk da bu istasyon gibi büyülü bir duraktır. Ama o durağa bir gün büyümek trenigelir ve binip gidilir. Bunu ancak bu büyülü durakta bekleyip de büyümek treni’ne binmeyenler bilebilir.

Farkında mısınız bilmiyorum, Cennette oluşumuzu koruduğumuz anlar genellikle çocukluk yıllarına denk gelir. Büyüdükçe, ilgilerimiz farklılaştıkça, kalbimizden uzaklaştıkça, kalbimizin üzeri örtüldükçe, bu yitirdiğimiz cennetin farkına varmaya başlarız acı bir biçimde.

Büyümek bir kaderdir; ama buna bağlı âdeta bir yan kadermiş gibi o cenneti kaybetme durumu da vardır, bu yolda. Bazı insanlar da, büyüdükçe bu cenneti korumak için mücadele verirler.

Güçsüz değilim, bey amca! Cenneti yitirmek istemeyen bir savaşçıyım ben. Elimde fener yok diye, o kör fenerin ışığını üzerime tutma! O ışık yolumu aydınlatmıyor; ne kadar barbar varsa bu şımarık ışıkla uyanıyor. Kalbim yalnız perilere açık, bilmez misin?

Yeni zamanların dışına düştüğümü, hatta bir zavallı olduğumu düşünüyorsunuz.

Yanılıyorsunuz! Çocuğunuzu, torununuzu düşünün. Çocukluğunuzu hatırlayın...

‘Çocukluk büyülü bir dünya, büyüklük ise büyük bir tehlike... İnsan büyük olmuşsa bir defa, çocuk olmak isterken bile kaybettirecek bir şey yapıyor. Büyüklerin çocuğa dönük her hareketinde gizli ya da açık bir tehlike vardır. Bu dünyanın şu anki durumunun kötü ve çirkin olduğunu söyledikten sonra şöyle bir mantıkla çocuklara yaklaşırlar: büyüyün ve bunu devam ettirin. ‘İyiden ve güzelden yana yaşanmayan bu dünyayı düzeltin deseler de samimi değiller. Çünkü çocuğa yaklaşımlarında, çocuğu büyüğe dönüştürme niyeti bulunur. Çocuk bedenleri üzerinde iktidar oyunu oynuyorlar.

Canınızı mı sıktım?

Gitmek istiyorsunuz...

Tamam, ben de tek başıma masal kahramanlarımla konuşmaya devam edeceğim. Ama gitmeden, bunlardan birini dinlemek ister misiniz?

Bakınız ne diyor:

Eğer işler yolunda giderse, yani imkânlar el uzatırlarsa bana, Rizeye gideceğim. Düşünsene; âsi bir Karadeniz, tahta bir iskele, ahşap evler, yeşilin tonları, el değmemiş çevrenin güzellikleri, sonra inekler... Yaylada gezinmelerini izlemek hoş olur herhalde. Sonra tavuklar... Her sabah taze yumurtayla başlamak güne. Özenle yetiştirilen biber ve domateslerden ekmek arası yapmak... Sonra upuzun bir yayla. Rüya kadar, hasret kadar uzun... Bir de at. İllâ ki beyaz renkli. Ve at sırtında kucaklamak tüm yaylayı. Doyamadığım çocukluğum için, akıp giden gençliğim için, tüm semâyı kaplayan dua ve hayallerim için, hüznü gözlerinden tanıdığım annem için...

İşte böyle, bey amca!

Bu da çocuk, o da ninesinin anlattığı masalların özlemi içinde.

Şimdi gidebilirsiniz. Bak büyükler de geldi. Ellerinde gazeteleri var, gözleri ise iri puntolu manşetlerde. Az sonra çay isteyecekler. Gitmen gerekiyor, çünkü her biri çok para.

İşte bir tren daha... Bu benim trenim... Ruhumun coğrafyasına, ninemin masalına gidiyor. Orda uzun, upuzun yaylalar var; rüya kadar, hasret kadar uzun...

Gidiyorum, bey amca!...

Selâm söyle çocukluğuna…