İnançlı insanların ruh hastası olmaması gerekir gibi geliyor. Sizce?
Sorunuza şöyle bir karşı soru ile cevap vereyim: İnançlı insanlar şeker hastası olamaz mı? Tabii ki olur. Zira (az önce de söylediğim gibi) psikiyatrik rahatsızlıkların bazısı tamamen, bir kısmı da kısmen fizik bünyeden (yani sinir sistemindeki dengesizliklerden) kaynaklanmaktadır ve kişinin inanç ve hayat tarzı ile hiç bir alakası olmaksızın ortaya çıkabilmektedirler.
Mesela Manik Depresif Hastalık, çoğunlukla herhangi bir görünür sebep olmadan, genellikle de mevsimlerle ilişkili olarak seyreden bir rahatsızlıktır ve ailesel geçiş gösterir. Aileden gelen yatkınlığı olan bir kişi dengeli yaşayan bir dindar da olsa manik eksitasyon geçirebilir. Ama şu var ki, kişinin hastalığı da sağlığı gibidir. Mesela ahlâksız bir kişi bu hastalığa yakalandığında ona buna sataşıp kavga eder, karşı cinse sarkıntılık eder de; ahlâklı bir insan taşkın bir şekilde çevredekilere öğüt vermekle, ölçüsüz biçimde yardım faaliyetlerinde koşuşturmakla hastalığını geçirebilir.
Yine mesela beyindeki serotonin maddesinin metabolizmasında bozukluk olan bir kişi (bunun genetik temeli bile tesbit edilmiştir) düşünce biçimi ne olursa olsun depresyona yatkın olmaktadır. Ancak böyle bir hassasiyeti olan kişi, inancından destek alıyorsa depresyona bir başkasından çok daha fazla direnebilir.
“İnançlı insanlar nasıl ruh hastası olabilir?” sorusuna ikinci bir cevap da şöyle verilebilir: “Yarım doktor candan eder, yarım hoca dinden eder, yarım inanç da bazen hasta eder.” Yarım inanç derken şunu kastediyorum: Mesela bir insan Allah’ı sadece yasaklayıcı ve cezalandırıcı sıfatları ile hatırlar, affedici, merhamet edici yönlerini hatırına getirmezse, küçük hatalarından dolayı bile kolaylıkla depresyona girebilir. Maalesef bizim toplumumuzda din eğitimi verenler (aileden başlamak üzere) daha çok “böyle giderseniz cehennemde cayır cayır yanarsınız” havasında olduğundan, dindarlarda kendini suçlamaya, vicdan azabına ve depresyona daha fazla meyil vardır bile diyebiliriz.
Yine de, Peygamberin sünnetine uyarak yaşayanların ruhsal hastalıklara karşı fark etmeden aldığı tedbirler vardır. Mesela sabah erken kalkıp sonra yatmamak ve toplam olarak da az uyumak (ki dinimizde de tavsiye edilmektedir), depresyona %70 oranında iyi gelmektedir. İskandinav ülkelerinde bu konuda pek çok araştırma yapılmıştır ve ‘uyku deprivasyonu’ (tam veya kısmi olarak uykusuz bırakma) bir depresyon tedavisi olarak tıp literatüründe yer almaktadır.
Oruç tutmanın ise gergin ve asabi bünyeleri yumuşattığı, birçok ruhsal hastalıkta kısmen düzelme sağladığı benim de çok gözlediğim bir gerçektir. Hatta çocuk hastalıkları dalında dünyadaki en geçerli kitap olan Nelson’s Pediatrics’de sara (epilepsi) hastası çocuklarda az yeme ve belli gıdaları alma ile karakteristik bir gıda rejimi önerilmektedir. Bu özel rejim sonrası vücutta oluşan ketoasidoz halinin beyindeki düzensiz ve aşırı çalışan hücreleri baskıladığı, kontrol altına aldığı kabul edilmektedir. İlginç olan, oruç esnasında vücutta oluşan da yine ketoasidozdur. Zaten oruçlunun ağzındaki kokunun sebebi de budur.
Yine sık sık suyla temas etmenin gerginliği, stresi azalttığı da bilinen bir gerçektir. Nitekim hırçın çocukların bol bol suyla oynamalarını hekimler de önerir. Veya panik atak dediğimiz aşırı heyecan hallerinde hastanın elini yüzünü soğuk suyla yıkaması da tavsiye edilmektedir, zira gerginliği azaltmaya yardımı olur. Hadislerde de “öfkelenince abdest alma”nın tavsiye edildiğini biliyor muydunuz peki?
Bazıları da “kafayı ince işlere takma, fazla okuma, ölümü fazla düşünme” diyorlar. Hatta “falanca kişi dine çok daldı, tarikata filan girdi, sonra akıl hastası oldu, sen de fazla derine dalarsan üşütürsün” yorumları yapılıyor?
Hassasiyeti fazla, muvazenesi az, akıl hastalığına meyilli insanlar can havliyle dertlerine derman ararken “belki dini yaşantıda deva bulurum” diye o yöne meyledebilirler. Ama tabiatlarında var olan dengesizlik yüzünden bazen dini de çarpıtılmış olarak yaşar, faydalanamaz ve sonra da zaten “geliyorum” diyen hastalığa yakalanırlar. Ben Allah için değil de “şifa bulmak” için tarikata vs. giren birçok hasta tanıyorum, çoğu fayda görmedi.
Psikoterapi nedir, biraz açıklar mısınız?
Kısa bir tarif yaparsak; “Kişinin duygusal çatışmalarını çözümleyen, gerginliğini, endişesini, moral bozukluğunu azaltan, ruhsal uyumunu ve iç huzurunu arttıran, insanlarla ilişkilerini olgunlaştıran tüm teknik ve yöntemlere psikoterapi denilebilir.” Yani diyebiliriz ki, kişinin hayatın anlamını kavramasını sağlayan, yıpratıcı olaylara karşı teselli veren, yapıcı davranış ve düşünce şekilleri geliştirmesini sağlayan, başka insanlara karşı tahammülünü, sevgisini, anlayışını artıran her türlü faaliyet, hattâ dinî bir sohbet dahi, terapi sayılabilir. Nitekim batıdaki psikoterapiler papazların günah çıkartma seanslarından ilham almıştır. Ölçülü olmak ve güvenilir kaynaklardan alınmak kaydı ile, dinî eğitim bile hatırı sayılır bir terapi yerine geçebilir. Psikoterapi ise, her görüşmesi en az 40 dakika süren ve kişinin duygusal çatışmalarının gerçek sebeplerini bulup çözen, gerginliğini, endişesini, moral bozukluğunu azaltan, ruhsal uyumunu ve iç huzurunu arttıran, insanlarla ilişkilerini olgunlaştıran bir süreçtir. Yani, kişiyi hastalanmadan önceki halinden de iyi bir duruma getirmeyi ve tabir yerinde ise “rahatsızlığın dallarını budamayı değil, kökünü kesmeyi” amaçlar. Hatta ciddi bir problem başlamadan önce uygulanırsa, muhtemel bir hastalığı, daha başlamadan önler. O yüzden bildiğiniz gibi Batı ülkelerinde hemen herkesin bir terapisti vardır. İhtiyaç duyanların bir psikiyatriste başvurmalarında utanılacak bir şey yoktur. Bence esas ayıp olan hatalarını, zayıflıklarını görmemek, kabul etmemek ve çare aramamaktır.
Peki, hasta, doktora tüm içindekileri anlatıp rahatlasa, doktor da onu dinleyip teselli verse, bu da bir terapi olmaz mı?
Hayır. Bu dediğinizi berberiniz de yapabilir, komşunuz da. Ama bu şekilde bir “içini boşaltma” geçici bir ferahlama dışında fayda vermez. Psikoterapi, ancak bu konuda uzmanlaşmış bir kişinin uygulayabileceği özel bir yöntemdir.
İnsan kendi iradesi ile bu hastalıkları yenemez mi?
Kişinin gayret göstermesi tabii ki çok önemlidir. Ancak bu gayreti nasıl ve nerede göstereceğini, ne gibi yöntemler kullanması gerektiğini, ancak bu işin uzmanı öğretebilir ona. Zaten terapide bizim yapmaya çalıştığımız da budur: Kişinin kendi ayakları üstünde durmayı ve hastalıkla baş etmeyi öğrenmesi.
Bazıları da bu tip hastaları “hocalara” götürmeyi öneriyor?
Bu rahatsızlıklar yabancılarda da oluyor. Oysa onlar hocaya götürme, okutma gibi yollara baş vurmuyorlar. Peki hastaları nasıl düzeliyor dersiniz? Tabii ki psikiyatrik tedavi ile. Zaten midesi ağrıdığında veya gözü bozulduğunda doktora giden bir kişinin, heyecan veya uykusuzluk yaşayınca doktora değil hocaya gitmesi, biraz anlamsız oluyor. Lütfen bu denli ciddi bir rahatsızlığın tedavisinde konu-komşunun, eş-dostun tavsiyesi ile hareket etmeyin. Arabanız için imama, inşaatınız için kasaba danışmadığınız gibi, hastalıklarınız için de doktorunuzdan başkasına fikir sormayın.
Sağlıklı ve mutlu günler dilerim.