TR EN

Dil Seçin

Ara

Maziden İstikbale İmam Hatip Okulları

“Asrın ihtiyaçlarını müdrik, Doğu’yu ve Batı’yı bilen münevver, aydın desinler diye dinden taviz vermeyen, dindar desinler diye de dinden taviz vermeyen, tavizsiz fakat müsamahakâr bir gençlik...” Bir dert sahibinin, Mahmud Celaleddin Ökten Hoca’nın, sözleri bunlar. Onun dert edindiği husus, aydın olmanın dinden uzak olmayı gerektirmediği düşüncesinden hareketle, geleceğin teminatı olan gençlerin, medeniyet değerlerimizden aldığı güç ve ilhamla yaşadığı çağ ve şartları doğru okuması, ihtiyaçların giderilmesinde, sorunların çözümünde yapıcı rol üstlenmesi, vatana, millete ve insanlığa hayırlı nesiller olarak yetiştirilmesi idi.

“Asrın ihtiyaçlarını müdrik, Doğu’yu ve Batı’yı bilen münevver, aydın desinler diye dinden taviz vermeyen, dindar desinler diye de dinden taviz vermeyen, tavizsiz fakat müsamahakâr bir gençlik...”

Bir dert sahibinin, Mahmud Celaleddin Ökten Hoca’nın, sözleri bunlar. Onun dert edindiği husus, aydın olmanın dinden uzak olmayı gerektirmediği düşüncesinden hareketle, geleceğin teminatı olan gençlerin, medeniyet değerlerimizden aldığı güç ve ilhamla yaşadığı çağ ve şartları doğru okuması, ihtiyaçların giderilmesinde, sorunların çözümünde yapıcı rol üstlenmesi, vatana, millete ve insanlığa hayırlı nesiller olarak yetiştirilmesi idi.

Mahmud Celaleddin Ökten (1882-1961)

Bunun için Milli Eğitim sistemimiz dâhilinde, kendine özgü bir eğitim modeli ve insan yetiştirme anlayışı ile öğrencilerin öğrenim görecekleri imam hatip okullarının açılması gerektiğine inanıyordu. Öncü şahsiyetlerin yaşadığı zorlukları göze alarak yola çıktı. İlerlemiş yaşına rağmen Ankara’ya gidip zor şartlar altında bir ay gibi uzun bir süre bu şehirde kalmak pahasına sabretti ve sonunda Başvekil Adnan Menderes’in yazılı emri ile olur almaya muvaffak oldu. Böylece kendisinin müdürlüğünü yaptığı ilk imam hatip okulu 200 öğrenci ile eğitim öğretime başladı.

“Vallahi, billahi 6 köyümüzde bir tek imam kaldı. Ölülere nöbet bekletiyoruz. O imam kalkıp bu köye geliyor ve boyuna köy değiştiriyor. Eğer bize imam ve hatip vermezseniz ölülerimizi köpek leşi gibi toprağa gömeceğiz.”

Bunlar da Hamdullah Suphi Tanrıöver’in 1947 kurultay konuşmasında dile getirdiği ve kendisine gelen altı meclis hademesinin şikâyetlerini yansıtan sözler. Halk camide cemaatle namaz kılınması veya cenazelerin usulünce defnedilmesi noktasında ciddi imam ihtiyacı duymaktadır. Bu gibi şikâyetler üzerine ilk olarak on aylık kurslar halinde imam hatip okulları açılır.

Tanrıöver’in konuşmasında dini pratiklerde yaşanan ihtiyaçtan dolayı ortaya çıkan toplumsal talep ve zorunluluk nedeniyle imam hatip okullarının açılması düşüncesi ön plana çıkıyor. Oysa olayı sadece bu açıdan değerlendirmek, Celaleddin Hoca gibi dert, ideal, azim sahibi insanların sahip olduğu medeniyet perspektifini anlamamak, milli ve manevi değerlere yaslanarak hayır üretilmesi gibi geniş bir ufku daraltmak olur.

İşte bu nedenle özgün eğitim modelleri olarak imam hatip okullarının iyi anlaşılması önemli. Bu özgünlüğün temelinde bütünlükçü eğitim anlayışı ile İslami ilimlerin yanı sıra fen bilimleri ve sosyal bilimlerin yer aldığı bir müfredata sahip olmaları yatıyor. Gençler hem aklen hem kalben beslenerek hayata ve yüksek öğretime hazırlanıyorlar. Geleceği şekillendirecek nesillerin akademik başarı yanında yabancı dil, değerler eğitimi, bilimsel, sosyal, kültürel, sanatsal, sportif faaliyetler ile sağlıklı kişilik gelişimleri destekleniyor ve sosyalleşmeleri sağlanıyor. Çünkü esas gaye vatanına, milletine, değerlerine bağlı, çalışkan, idealist, özgüveni yüksek nesiller yetiştirilmesi ve onlar üzerinden medeniyet değerlerinin yaşatılması ve geleceğe taşınması.

Hal böyleyken tarihsel süreç içinde imam hatip okullarının inişli çıkışlı dönemlerden geçerek bugünlere gelindiğini görüyoruz. 17 Ekim 1951’de ilk olarak yedi ilde eğitim öğretime başlanıyor. Üç yıllık lise bölümleri ise 1954’te açılıyor. Liseden mezun olanların yüksek öğretime devam etmelerini temin amacıyla da 1959’da Yüksek İslam Enstitüleri kuruluyor. 12 Mart muhtırası ile ortaokul kısımları kapatılmasının ardından 1972’de yayımlanan bir yönetmelikle imam hatip lisesi mezunlarının yükseköğretimin tüm programlarına devam etmelerine imkân tanıyan hakları iptal ediliyor. 1974’te ortaokul bölümleri yeniden açılmasından sonra yeni okulların da inşası ile sayısal artış sağlanıyor.

Bu süreçte imam hatip okullarına sahip çıkan, maddi manevi destekleyen ve hamiliğini üstlenen milletin kendisi oluyor. Devlet ve millet değerlerinin bütünleşmesinin ete kemiğe büründüğü bu kurumlar büyük teveccüh görüyor. 28 Şubat sürecine gelindiğinde ise 8 yıllık kesintisiz eğitim, katsayı adaletsizliği ve başörtüsü yasakları nedeniyle hem imam hatip okullarına yönelime ket vurulduğu hem de mezunlarının üniversiteye girişlerinin engellendiği bir dönem yaşanıyor.

2011 yılında katsayı uygulamasının kaldırılması ve ortaokul kısımlarının yeniden açılmasıyla yeni bir teveccüh dönemi başlıyor. Bu yıldan itibaren artarak devam eden ilgi ve sahiplenme, LGS ve YKS sınavlarında elde edilen başarılarla taçlanıyor. 2022 LGS sınavında 500 tam puan yapan 181 öğrenciden 24’ü imam hatip ortaokulu öğrencilerinden oluşuyor örneğin. YKS sınavında da ilk 100 öğrencinin 57’si İHL mezunu. Genel İstatistiklere göre Anadolu imam hatip liselerinin başarı ortalaması Türkiye ortalamasının üstünde. Yasakların dayatılmadığı, haksız kısıtlamaların olmadığı ve hakkaniyete dayalı imkânlar tanındığı takdirde nasıl bir tablonun ortaya çıkacağını görmemiz açısından gelinen nokta önemli.

Dünya ahiret, akıl kalp, beden ruh, madde mana dengesini gözeten bir insan tasavvuru ve eğitim anlayışını temsil eden imam hatip okulları modeli ve tecrübesi, günümüzde küreselleşme rüzgârları ile son derece hızlanan hayatın akışı içinde pek çok sorunun temelinde yatan anlam arayışı için bir imkân olarak değerlendirilebilir. Sınırların kalktığı ve insan teklerinin aidiyet duygularının törpülendiği, değerlerin alt üst olduğu, bireyselleşme adına toplumsal olanın ötelendiği, toplumsal dayanaklarından yoksun bırakılan insanın yalnızlaşması ve yabancılaşması neticesinde savunmasız ve manipülasyona açık hale gelmesi gibi sorunlarla baş etme noktasında bu modelde hayat bulan bütüncül yaklaşım ve farklı disiplinlerin işbirliği yol gösterici olabilir.

Celaleddin Ökten Hoca yazının başında yer alan sözleriyle tanımladığı bir gençliğin yetiştirilmesi derdi ile yola çıkmıştı. Bilim tarihi alanındaki çalışmalarıyla tanıdığımız Fuat Sezgin de meseleleri medeniyet perspektifinden ele alan bir diğer ehl-i dert. “Gayretimin bir kısmı bilim dünyasına hizmet ama diğer çok mühim bir gayesi ise; koskoca bir İslam âleminin yitirmiş olduğu kendine hürmeti, güveni ve insanlık tarihindeki yerini hatırlatmak, kaybettiklerini iade etmek içindir.” sözleriyle bunu ifade ediyor.

Medeniyet değerlerinin yaşatılması noktasında o medeniyet mensuplarının özgüven ve öz saygı sahibi, kendiyle ve tarihiyle barışık insanlar olmalarının önemine dikkat çekiyor. “Milli değerler de gurbet yaşarlar, ta ki sahipleri ile buluşuncaya dek” sözünden ilham alarak, imam hatip okulları gurbet yaşayan milli değerlerin sahipleriyle yani yeni nesille buluşmasının adresi olarak görülebilir pekâlâ. Bu okullar medeniyet değerlerinin maziden istikbale taşınacağı köprüler olarak da ilgiyi, teveccühü, sahip çıkılmayı hak ediyorlar. İnanç, fedakârlık ve azimle bu yolu açan ve bugünlere gelinmesini sağlayan öncü şahsiyetlere vefa bunu gerektirir vesselam.