İnternet ortamındaki “konuların niteliği” eksenli bir yazışmadan sonra, insanların dünyasına ve kâinata bir kez daha dikkat ettim. Hayatın bir ikram olduğunu bilen bir insanın yalnızca nitelikli konularla ilgilenmesi mi doğrudur, yoksa konunun niteliği, konuya yönelenin nazarıyla, bakış açısıyla ilgili bir mesele midir? Olayların ve olayların üzerinde kendini gösterdiği ‘şey’lerin nicel anlamda hayır veya şer oldukları, ulvî veya süflî bir noktada bulundukları söylenebilir mi? Yoksa, bakan insanın bakış açısına ve niyetine göre nitelikleri değişkenlik gösterir, hayır şerre, şer ise hayra dönüşebilir mi?
Hayrı da şerri de yaratanın Allah olduğu, O’nun hileden, çirkinlikten ve sıfatlarında, görmesinde, işitmesinde, ilminde, iradesinde, kudretinde, merhametinde, kahrında, kereminde... bir problem, bir darlık veya noksanlık olmadığı gerçeği göz ardı edilmeden olaylara ve ‘şey’lere bakılınca, hayatın içerisindeki her şeyde, ulvî (yüce) veya süflî (aşağılık) olacak yönler olduğu görülecektir. Ulvî süflî ayrımı gerçekte nazarlardadır. Olaylar aynalar gibidir, baktığınız açıya göre gördüğünüz şey; niyetinize göre, idrak ettiğiniz mânâ değişecektir.
Ebu Lehep’ten bahseden âyetler, Cenab-ı Hakk’ın kendi zâtından bahsettiği âyetler kadar yücedir. Hanımların namazdan uzak kalmalarını gerektiren durumlarından bahseden âyetler, Mirac’tan bahseden âyetlerden geri değildir. Yine, Resulullah (sav)’in ifadelerinde de aynı yansımaları izleyebilmek mümkündür. Yalancı peygamber Müseylime’ye gönderdiği cevap, bir arkadaşının sorusuna verdiği cevaptan aşağı olarak düşünülemez.
Yüksek bir hakikat, hırçın bir iddia sahibinin elinde meydana düşmekle çamura batma riskine girerken, en çirkin bir meselede, en yüksek bir hakikat kendini gösterebilir. Bir kısım hırçın mizaçlı ehl-i İslâm’ın yüksek hakikatleri, hırçınca ifade etmeleriyle, toz dumandan hakikatin ayaklar altında çiğnenip, görülemez hâle gelmeleri gibi... Bediüzzaman’ın, “adi bir ayakkabı boyacısının, çarşı pazar içerisinde, herkesin gözü önünde, yüksek makam sahibi birinin açık bacaklı karısına sarkıntılık etmesi” gibi süfli bir meseleden, tesettürün yüksek hakikatına deliller çıkarması gibi...
Maiz (ra) gibi bir sahabenin işlediği zina sonrasındaki istiğfarı, onu neredeyse şehadet mertebesinde cennete dahil ederken, iman etmeyen birinin İslâm’a teslimiyeti onu kâfir olmaktan daha aşağı bir derece olan münafıklığa indirgeyerek cehenneme yuvarlamıştır—Abdullah bin Ubey gibi.
Özetle, kâinattaki her hayır ve her şer bizzat O’nun tarafından yaratılmaktadır. Bu nedenle nicel anlamda kubh, şer veya süflîlik yoktur. Ve her şey, her olay bakanın bakış açısına göre renk alabilecek, ifade tarzına göre mânâsı zıddına dönüşebilecek bir mahiyette halk edilmektedir. Bilerek harama girmemek şartıyla, baktığınız açıya göre hayır şerre, şer hayra inkılap edebilir. İfadenizdeki üsluba göre, hayırlı bir mesele şerre dönüşürken, şerli bir meseleden çok hayırlı neticeler elde edilebilirsiniz.