TR EN

Dil Seçin

Ara

Risale-i Nur Dersleri

Yirmi İkinci Söz

Birinci Makam / Üçüncü Burhan

Gel, bu müteharrik antikaHAŞİYE sanatlarına bak. Herbirisi öyle bir tarzda yapılmış; âdeta bu koca sarayın bir küçük nüshasıdır. Bütün bu sarayda ne varsa, o küçücük müteharrik makinelerde bulunuyor.

___________

HAŞİYE Hayvanlara ve insanlara işarettir. Zira hayvan, şu âlemin küçük bir fihristesi; ve mahiyet-i insaniye, şu kâinatın bir misal-i musaggarı olduğundan, âdeta âlemde ne varsa insanda numunesi vardır.

___________

müteharrik: hareket eden nüsha: kopya fihriste: fihrist, içindekiler mahiyet-i insaniye: insanın yapısı misal-i musaggar: küçültülmüş numune

 

Temsildeki birinci adam, ortaya koyduğu kanıtların üçüncüsünde, bütün memleketi kuşatan bir bütünlük ve birlik hakikatine, başka bir açıdan yaklaşıyor. Kahramanımız, bu defa, temsilî sarayın her tarafında görülen ve üzerlerinde son derece değerli sanat eserlerini sergileyen seyyar makineler üzerinde objektifini netleştiriyor. Bu netlik ve dikkat altında, o küçücük seyyar makinelerin her biri, büyük sarayın bir küçük kopyası olarak beliriyor. Besbelli ki, bütün bunlar, o büyük sarayın kendisiyle beraber, bir bütünlük içinde yapılmış. Besbelli ki, sarayın tamamıyla beraber, bu küçük seyyar sanat eserlerinde de aynı zâtın kudreti, hikmeti ve sanatı hükmediyor. Daha doğrudan bir ifadeyle, bu eserlerden her biri, o koca sarayın, o büyük âlemin sanatkârından haber taşıyan bir mektup, hattâ bizzat onun elinden çıkmış birer mühür olarak ortada dolaşıyor ve o görünmeyen zâtı bize anlatıyor.

Kahramanımızın diğer kanıtları gibi, bu burhanı da, bize, etrafımızdaki âlemi bir harikalar diyarı olarak, yani, gerçek yüzüyle gösteriyor. Bu bakış açısından hayvanlar âlemini ve insanları incelediğimiz zaman, kendimizi, istesek de hiçbir zaman abartamayacağımız kadar göz kamaştırıcı mucizeler karşısında buluyoruz. Çoğu zaman önem vermediğimiz, hattâ farkına varmadığımız, farkına varsak da sinek, böcek diye burun kıvırdığımız canlıların herbirinin, üzerinde taşıdığı sanatlarla beşerin en gelişmiş teknoloji aygıtlarını bir oyuncağa çevirdiğini görüyoruz. Dahası, onların herbirinde bu kâinatın unsurlarını, büyük âlemin nakışlarını, yahut büyük âlemde var olan şeylerin kilit-anahtar gibi karşılıklarını buluyoruz. Sineğin vücudunda yerçekimi hesapları, en gelişmiş savaş uçaklarını ilkel bir âlet seviyesine indiren bir mükemmellikte karşımıza çıkıyor. Balarısının gözleri ve beyni, 150 milyon kilometre öteden gelen güneş ışığının polarizasyon düzlemini çözümlüyor. Bir kuşun çeşit çeşit tüylerinden herbiri, atmosferin tâbi olduğu kanunları kuşatan en ince ve ayrıntılı hesapları bize öğretiyor. Milyarlarca yıl önce uzayın kim bilir hangi köşesindeki bir yıldızın nükleer fırınında üretilen elementler, bugün dünyamızın üzerindeki milyonlarca tür canlının sayısız bireylerinin bedenlerinde mucizelere dönüşüyor. Etrafımızdaki canlılardan hangisini inceleyecek olsak, izlediğimiz ipuçları, bizi kâinatın en ücra köşelerine kadar götürüyor ve her bir şeyi, bütün şeylerin bir küçük özetine çeviriyor. Üstelik bütün bunlar, bir teknolojik aygıtın kabalığı ve soğukluğu içinde değil, sanatkârca bir şekilde ve göz kamaştırıcı nakışlar içinde beliriyor.

İnsanın yapılışı ise daha da kapsamlıdır. O, diğer canlılar gibi, bedeninde bütün kâinattan süzülmüş hikmet ve sanat eserlerini sergilemekle kalmaz. O, bir yandan bu maddî âlem ile beraber ruhlar âlemi, misal âlemi, Levh-i Mahfuz gibi âlemlerden de numuneleri üzerinde taşıyacak şekilde düzenlenirken1, bir yandan da kendisine âlemlerdeki bütün sanat eserlerinin, maddî ve manevî bütün güzelliklerin sırlarını açacak ve inceliklerini çözecek anahtarlar verilmiştir. Gece semâsının ihtişamından kanarya sesinin tatlılığına, incirin lezzetinden şefkatin hazzına kadar varlık âleminde sergilenen ne kadar güzellik varsa, insanın varlığında da onların hepsini algılayacak ve ölçüp biçecek duyu ve yetenekler mevcuttur.

Bu mucizelerden binlercesi her gün gözümüzün önünden gelip geçtiği, hattâ bizzat kendimiz bu mucizelerden en büyüğünü teşkil ettiğimiz halde, nasıl oluyor da biz bunun farkına varmıyoruz? Ve nasıl oluyor da, bizim yıllar boyunca hatırımıza düşmeyen birşey, bu âleme henüz ayak basmış bir gözlemcinin çektiği fotoğrafların üçüncü karesinde hemen ortaya çıkıveriyor?

Bu sorunun cevabı, kahramanımızın bakış açısında ve kullandığı yöntemde saklıdır.

Kahramanımız, varlıklara ve olaylara bir bütün olarak bakıyor. Onları birbirinden ve kâinatın bütününden soyutlamıyor. Ve onlardan herhangi birinde boğulup kalmıyor. En küçük bir varlığı bile ele alacak olsa, onunla beraber onun benzerlerini, derken daha başka varlıkları ve nihayet kâinatın bütününü gözünün önüne getiriyor, aralarındaki ilişkileri inceliyor, ondan sonra hükmünü veriyor. Böyle yapmayıp da etrafındaki varlıklara tek tek baksaydı, pek muhtemeldir ki, o da bizim gördüklerimizden çok fazla birşey görmeyecekti. Risale-i Nur Müellifi, temsilî hikâyedeki kahramanın ağzından, bize önemli bir tevhid dersi ve esaslı bir tefekkür yöntemini gösteriyor.

 

1- Bkz. 30. Lem’a, 6. Nükte, 5. Şua, s. 826, haşiye