TR EN

Dil Seçin

Ara

Faiz: Haksız Fazlalık-2 / Faiz Yasağına Yapılan İtirazlara Cevap

Hammurabi Yasaları’ndan Eski Yunan’a, daha sonra Hristiyanlık ve Museviliğe kadar her devir ve inanışın lanetlediği riba, bir yandan da menfaati olanlarca her zaman savunulmuştur ve savunulmaktadır. 

Peygamberimizin ribayla ilgili sözlerine, tefecilikle iştigal edenler derhal karşı koyarak; faizciliğin ticaretten farkı olmadığını iddia etmişler ve bu itirazları da âyete aynen geçmiştir. Daha sonraki devirlerde de faiz yasağını reddedenler, “ticarette fiyatların üzerine vade farkı koymak nasıl mübahsa, paranın vadeli satışı da bir ticarettir, dolayısıyla mübah olmalıdır” tezini savunmuşlardır. Acaba gerçek öyle midir?

Ticarette iki taraf da bir değer kazanırken başka bir değeri kaybeder; alış-veriş sonucunda satıcı maldan, alıcı ise paradan mahrum kalır veya satıcı paraya, alıcı mala sahip olur. Halbuki, para ticaretinde satıcı durumundaki (tefeci, banka vs.) anaparayı alıcıya ‘muvakkaten’ verir sonra faiz veya riba denen fazlalıkla beraber, tekrar ona sahip olur. Alıcı durumundaki taraf ise, geçici bir süre için kiraladığı parayı faiz fazlasıyla geri verir. Muamele bittiğinde; alıcının elinde hiçbir şey kalmamış, aksine faiz kadar bir değer malvarlığından eksilmiştir. Satıcıda ise hiçbir şey eksilmemiş, aksine eskisine göre servetinde karşılıksız bir fazlalık (faiz, riba) hasıl olmuştur. Bu durumu güncel işletmecilik terminolojisini kullanarak şöyle ifade edebiliriz: Taraflar için bildiğimiz, normal alış-veriş olayı vuku bulmamış; satıcı için ‘alış-alış,’ alıcı için ise ‘veriş-veriş’ işlemi olmuştur. İşte ilk çağlardan beri ahlâksızlık, haksızlık olarak addedilmesinin ve İslâm dinince şiddetle men edilmesinin nedeni, faiz olgusundaki vicdanlara her zaman ters gelen bu çarpıklık ve adaletsizliktir. 

Bir İngiliz atasözü bu konuda çok açıklayıcıdır: “Şayet hem pasta yemek, hem de pastanızı bütün olarak muhafaza etmek istiyorsanız, faizle para satın.” 

Modern çağlarda riba yasağına itiraz daha ziyade faizin yararlı ve gerekli olduğunu savunarak yapılmakta, bu bağlamda, en büyük faiz üretme merkezleri olan bankaların kredileriyle üretimi desteklediği iddiası, oldukça revaç bulmaktadır. Buna verilecek ilk yanıt bankaların serbest pazar ekonomisinde başkalarını değil, kendilerini desteklemek için kurulup faaliyet gösterdikleridir. Zaten kapitalist sistemde işletmeler (hayır kurumları hariç) sadece kâr amaçlı olarak çalışırlar, dolayısıyla destek, yardım vs. gibi duygusal kavramlara bu rejimde yer yoktur. Bankalar, imalatçılar dahil kredi müşterilerine sadece faiz kazancı sağlamak için ödünç verirler. Kredi portföyü oluşturmada, sektör veya firmaların geri ödeme yetenekleri ve bankaya sağlayacakları verimlilik doğrultusunda tercihlerini kullanırlar. Nitekim ülkemizde son l5 yılda bankalar giderek imalat sektörüne verdikleri kredileri azaltırken, daha az riskli ve randımanlı buldukları devlet iç borçlanma senetlerine plasmanlarını artırdılar. Yine aynı nedenlerle, kredi kartı başta olmak üzere bireysel krediler stoku (tüketici kredileri), üretici şirketlerin aleyhine olarak giderek şişmektedir. Bankalar son zamanlarda maaş veya ücret alan herkesin önce kendisine sonra eşi ve çocuklarına ve nihayet üniversite talebelerine giderek zorlayıcı pazarlama yöntemleriyle kredi kartı dağıtmaktadır. Kart limitleri müşteri talebi olmaksızın kendiliğinden yükseltilmekte, kart kullanımına büyük kaynaklar tahsis edilmektedir. Kısacası, üretimin teşvik ve desteğini umursamayan bankalar, sanayi ve ticaret odalarının bu konudaki feryatlarına da aldırmamakta, ama tüketimin teşvik ve artırılması için tasarlanmış bulunan kredi kartlarını neredeyse kundaktaki bebeklere kadar yaygınlaştırmak için akıl almaz yollara başvurmaktadırlar. 

Hemen her kesimden yorumcuların riba yasağı aleyhine ileri sürdüğü nisbeten yeni savlardan biri de şöyledir: Kur’an’ın yasakladığı faiz, cahilliye döneminde yaygın olan, tüketim ihtiyacına yönelik, durmadan katlanan, zenginin yoksulu sömürmesine araç olan tefeci faizidir. Bugün bankaların çalışma yöntemlerinde ise bu olumsuz nitelikler yoktur, bu sebeple de modern banka ve malî kuruluşlar yasak kapsamına girmez.

Bu görüşün de elle tutulur bir yanı yoktur. Yukarıda açıkladığımız gibi, bankalar kapitalizmin sadece kendi yararı için çalışan diğer kuruluşlarından farksızdır ve işlerine daha iyi geldiği için Batı’da ve ülkemizde tüketici kredilerini üretim kredilerine tercih ederler. Tefeciler dün olduğu gibi bugün de vardır, hem de eskiye oranla daha yaygın olarak mevcudiyetlerini sürdürmekteler. İllegal olarak çalışmalarına rağmen ekonominin ölmez bir parçası oldukları maalesef bir gerçektir. Diğer taraftan, faizcilik bakımından bankalarla tefeciler arasında öz olarak bir fark yoktur. Hatta bankalar para ticaretini daha tam olarak yaparlar, çünkü tefeci genellikle sadece kendi sermayesini işletirken, bankalar mevduat sayesinde sermayenin çoğunu halktan faiz karşılığı temin ederler. Tabir caizse bankalar iki defa tefecidir. Ülkemizde bankaların ticarî kredi uygulamaları da pek düzgün değildir. Teminat olarak gayrimenkul ipoteğinin şart koşulması ancak servet sahibi kişilerin kredi kullanmasıyla sonuçlanmakta bu da zengin-fakir uçurumunun büyümesine katkıda bulunmaktadır. Azamî bir yıl vadeli olarak açılan bu kredilerde, müşterinin nakit akımı hiç nazara alınmaksızın yılda dört kez faiz tahsilatı yapılır. Enflasyon dönemlerinde bir de faiz ve anapara ödemelerinde gecikme olduğunda, kredi borcu kısa zamanda ikiye, üçe, hatta beşe, altıya katlanır. Yani borcun katlanması cahilliye devrine has bir mesele olmayıp, bugünün finans piyasası için olağan bir olaydır. 

Hülasa olarak, para ticareti (faizcilik) zamanımızda organize dev kuruluşları, gelişmekte olan ülkeleri bazen yağmalayan uluslar arası kapital, ABD başta olmak üzere devletlere faizli borç sağlayan iç borçlanma senetleri, globalleşen finans piyasaları, off-shore banka denilen kara para aklama merkezleri, IMF ve Dünya Bankası gibi emperyalizme hizmet eden müesseseleriyle ve faize dayalı yüzlerce malî araçlarıyla zamanımızda geçmişle kıyaslanamayacak kadar muazzam boyutlarda ve acımasız biçimde cereyan etmektedir.

Hâl böyleyken, asrımız faizciliğinin İslâm öncesi cahiliye faizciliğine göre masum olduğunu ve faiz yasağı kapsamına girmediğini iddia etmek abesle iştigaldir.

 

RİBA YASAĞINA UYMAMANIN MÜEYYİDELERİ 

Riba yasağı, âyet ve hadislerde ifadesini bulan en ağır yaptırımlarla konulmuştur. 

 

ÂYETLER:

Bakara 275. âyet: “Fâiz yiyenler: ‘Fâiz ticaret gibidir.’ dedikleri için kıyamet günü kabirlerinden şeytan çarpmış gibi kalkacaklardır.” 

Bakara 278. ve 279. âyet: “Ey iman edenler, Allah’tan korkunuz ve eğer gerçek mü’minler iseniz faizden kalanı bırakınız. Eğer böyle yapmayacak olursanız, Allah ve Peygamber ile savaş hâlinde olduğunuzu biliniz. Şayet tövbe ederseniz anaparalarınız yine sizindir. Böylelikle ne zulmetmiş ve ne de zulme uğratılmış olursunuz.”

Nisa 160 ve 161. âyet: “Yahud’un zalimlikleri, birçoklarını Allah’ın yolundan çevirmeleri, nehy edildikleri halde riba almaları ve halkın mallarını haksız yere yemeleri sebebiyledir, ki helal kılınan birçok güzel ve temiz şeyleri kendilerine haram ettik. Ve içlerinden kâfirlere elim bir azap hazırladık.” 

Rum 39. âyet: “Halkın mallarında riba gibi, artarak fazlasıyla karşılığını almak ümidiyle verdiğiniz atiyye ve hediyelerin, Allah Teâlâ indinde artış ve bereketi olmaz. Fakat Allah Teâlâ’nın vecih ve rızasını isteyerek, verdiğiniz zekât yok mu, işte mükâfatlarını katlayanlar onlardır.” 

 

HADİSLER: 

“Yedi helâk edici şeyden kaçınınız. Bunlar; Allah’a ortak koşmak, sihir yapmak, haksız yere adam öldürmek, yetim malı yemek, faiz yemek, savaştan kaçmak, iffetli ve imanlı bir kadına zina iftirasında bulunmaktır.”

“Cahiliye dönemine ait faiz kaldırılmıştır. İlk olarak da bizim (sülaleye ait) faizi, Abdulmuttalib’in oğlu Abbas’ın faizini kaldırıyorum. Artık faizin tamamı kaldırılmıştır.”

“Biliniz ki, cahiliye döneminin bütün faiz çeşitleri kaldırılmıştır. Anaparalarınız ise sizindir. Böylece haksızlık etmemiş ve haksızlığa uğramamış olursunuz.”

“İnsanlara öyle bir devir gelecek ki, faiz yemeyen kimse kalmayacak. Yemeyenlere de buharından isabet edecektir.” 

“Baktım ki, Firavun ve arkadaşlarının yolu üzerinde karınları evler kadar şişmiş insanlar var. Firavun ve arkadaşları sabah akşam bunları çiğneyerek geçiyorlar. “Bunlar kimlerdir yâ Cebrâil?” dedim. ‘Fâiz yiyenler’ olduğunu söyledi.”

“Faizi yiyene, yedirene, yazana ve şahitlik yapana lânet olsun. Bunların hepsi eşittir.”

Görüldüğü gibi âyet ve hadislerde açıklanan ribaya ait cezalar hem bu dünyayı hem de âhiret hayatını kapsamaktadır. Hepsi çok ağır olan bu cezaların herhalde en fecisi faizcilerin (alan, veren ve şahit) Allah ve Peygamberiyle savaşa girmiş sayılmalarıdır. Diğer taraftan Miraç esnasında Peygamberimize gösterildiği şekliyle faiz yiyenlerin hâli dehşet vericidir.

 

RİBA YASAĞINA UYMANIN ÖDÜLÜ 

Beşerî hukukta yasalara uymanın ve suç işlememenin sonucu nötrdür. Yani hiç kimseye herhangi bir yasağı ihlâl etmediği için maddî veya manevî bir ödül verilmez, böyle insanlara lisanen dahi iltifat edilmesi söz konusu olmaz. Ancak suç işleyenler, cürmün derecesine göre cezaî müeyyidelerle karşılaşırlar. 

İslâmiyet’te ise dine uygun davranmak ibadet sayılarak insana sevap kazandırır. Bu genel kuralın örneğini, riba konusunda da görmekteyiz. Şöyle ki, faizsiz ve herhangi bir şekilde direkt veya dolaylı olarak menfaat beklemeksizin verilen ödünç “karz-ı hasen” olarak adlandırılır ve ödünç verene sevap getirir. Karz-ı hasen’in anlamı ‘güzel ödünç’tür; güzelliği de Allah’a verilen borç olmasındandır.

El-Hadid suresi 11. âyet şöyledir:

“Kimdir o, Allah’a güzel bir borç verecek olan ki, Allah da onun verdiğini kat kat artırsın ve onun için değerli bir mükâfat vesin.”

Cenâb-ı Allah, el-Maide süresi 12. âyette mü’minlere şöyle hitap eder: 

“Kimdir o, Allah’a güzel bir borç verecek olan ki, Allah da ona kat kat fazlasıyla ödesin. Allah rızkı kısar da, açar da. Hep O’na döndürüleceksiniz.” 

Hz. Peygamber aşağıdaki hadis ile güzel borcun (karz-ı hasen) sevabını rakamla ifade etmek suretiyle bu âyetlerin anlamını insanlara somut olarak açıklamıştır. 

“Mirac gecesi bana cennet kapısında şöyle bir yazı gösterildi: Sadaka için on katı, güzel borç için ise 18 katı ecir vardır. Cebrail’e borç vermenin sadakadan niçin üstün olduğu sorduğumda bana şu cevabı verdi: Şüphesiz dilenci çoğu kere yanında varken ister. Ödünç isteyen ise ancak ihtiyaç yüzünden ister.” 

Riba suçu, akıl ve iman sahibi Müslüman (hatta bize göre gayri-Müslim) tarafından göze alınamayacak kadar dehşetli olduğu gibi; buyruğa uymanın ödülü de aynı derecede muazzamdır. Özetle: Ödünç veren her insan için iki alternatif bulunmaktadır.

Ya Allah ve Peygamberiyle savaşa girmek, ya da Allah’a borç vermek.