TR EN

Dil Seçin

Ara

Yoklama

Yoklama

Yolda yürürken düşürmüş.

- Kimseler görmedi mi, dedim.

- Görmez olur mu, görmüştür muhakkak ama herkesin kendi telaşı varken benle kim ilgilensin, dedi. Haklı. “Gel birlikte arayalım.” diyecek oldum, sözümü yuttum. Tanımam etmem, sonra bir şey falan olur, neme lazım. Ya ben de ona yardım edeyim, arayayım derken elimdekilerden olursam. Ne lüzumu var, durup dururken iş almayayım başıma, diye iyiliği düşünmemle vazgeçmem bir oldu. E hiç değilse ben karşılayayım zarar ziyanını desem o da olacak iş değil, asla altından kalkamam böyle bir şeyin. Yolun orta yerinde kalakaldık mı iki toy delikanlı. Yola onu hiç görmemiş, hiç rastlamamış gibi devam etmek istesem onu da yapamam, kalsam da bir faydam dokunmuyor. Öylece susarak neyi beklediğimizi bile unutarak ikimiz de yere bakmaya başladık. Hatta ben bir ara onun kendi kendine mırıldandığını bile duydum. O kadar dalmışım ki durağa —tam da arkamıza—yaşlı bir amcanın geldiğini bile görmemişim.

- Kaybı olan hanginiz? diye tebessüm eden biri omzuma dokunmasa kim bilir daha ne kadar uzun süre orada kara kara düşünüyor olacaktım! Önce irkildim, sonra az evvel tanıştığım yabancının tek başıma omuzladığım derdini bölüşecek başka biri bulduğumu sandığımdan mıdır nedir, bir rahatlama geldi, anlık da olsa gevşedim. Durakta artık üç kişiydik. Bir asır gibi gelen ama beklediğimiz otobüs bir türlü gelmeyen durakta biri yaşlı ikisi genç üç erkek...

Kenara çekildim önce, sonra sırtı bana dönük, ufuklara dalmış gitmiş olanı gösterdim başımla. Meseleyi kendimden bir anda uzaklaştırmak ister gibi bir tavır takınmış olmamı garipsedim ama bu hâl hemen geçti. Gerçekten kazançlı sayılabilir miyim diye sormak geçti içimden. Kaybı olan ben değilim o, hasta olan ben değilim o hasta, suçlu olan ben değilim o suçlu, der gibi yaptım çocukça. Amca, işaret ettiğim yöne doğru attı yavaşça adımlarını ve kendinden haberdar etmeyi usulca seslenerek tercih etti:

- Yolda düşürdüğün ruhunsa senin bu telaşın da yetmez, bu yaşına bir ömür telaşı daha kat delikanlı!

Ben artık kendime sorduğum sorunun cevabını vermeye uğraşmaktan geçtim, önce dinlemeye sonra bir film izler gibi onları izlemeye koyuldum. Konuşmaya başladılar bir baba oğul gibi. Bense misafir oyuncu gibi tek bölüm görünüp gitmiş ya da getir götür işlerini yapan bakkal çırağı gibi vazifesini yapıp kenara çekilmiş gibi kaldım orada. Sanki her şeyin yaşanıp aydınlığa kavuşması için bir figürandım ve artık işim bitmişti. Kızdım. Otobüsü uzaktan görünce hepten çattım kaşlarımı. Bir de peşine düşüp düşürdüğü ruhunu onunla aramaya koyulacaktım. İyi ki de gitmemişim diye verdiğim kararda ne kadar haklı olduğunu düşündüm.

Deminki kasvetli hâlden eser yoktu ortada. Otobüsü uzaktan görünce onlar da toparlandı ve durağa doğru yaklaşıp yanıma kadar geldiler. Sanki saatlerce konuşulacak kadar konuyu, bir çuvalın içine teperek ağzını düğümlemişlerdi. Dünyayı kurtarmış gibiydiler. Yüzlerinde güneş açmışçasına aydınlanmıştı ortalık. Meseleyi çözdüklerini yüzlerinden anlamıştım. Zar zor gülümsedim her ikisine de. Ne kadar sitem etsem de kulak misafiri olmadan edemedim. Yaşlı adamın tarihi sorduğunu duydum bir ara. O da cevap verdi. Ne kolay soru dedim içimden; günlerden salı, aylardan mart olmuş, yani bunu ben de bilirdim dedim. Adam gülümseyen bir sesle “Ramazan” dedi. Günlerden salı olmasına salı da aylardan “Ramazan”. Ramazan’da ziyanda olmaz insan. Yoldayken düşürdüğün ruhunu bulmanın, bulup sandığına geri koymanın en güzel vaktidir, diye cevap verdi. 

Gideceğimiz muhit aynı olmayınca otobüse bir tek ben bindim. İstemeye istemeye onları durakta öylece bıraktım. Önce nereye gideceğimi, nerede ineceğimi unuttum. Sonra üstümü başımı yokladım, neyim var neyim yok diye tek tek saymaya kalktım. Ruhum yerinde miymiş, aylardan neymiş, kim ziyanda, aslında kimin kaybı çokmuş, ‘yol’da anladım.