Aşk, öyle bir şey ki; kurumuş dalı fidan, gömülmüş tohumu filiz ve ham kulu “âşık” kılar! Maya karışmış hamur gibi içi kabarırken insanın, ahh bir “Somuncu Baba”nın da eli değmişse ona; öyle bir ekmek çıkar ki fırından, yüzlerce yıl anlatılır da tadı, sözü bitirilemez…
Aşk, çamur olabilecek nicelerini hamur eder ki; artık onlar piştikçe “nîmet” olur ve kim bilir kaçar kere dilimlenip, kimlerin sofralarına konulur…
♦
Aşk, öyle bir şey ki; görünmeyeni görünür kılar. Veya metal teli akkor hale getirir, bir soğuk camı “ampul” kılar!
Âşığın kalbi mâşukuna bağlı kaldıkça bir ışık yayar. O ışığa niceleri toplanır. Hem onu, hem de birbirlerini görerek sevinirler. Yalnız olmadıklarını bilirler…
Âşık, insanlardan bir insandır neticede… Böceklerden bir böcektir ateşböceği de; ama o, karanlıkta görülür ve ışığı kendi içinden gelir!
Aşk, öyle bir şeydir ki; yüzbinlerce tâbiîn arasındaki yarı aç gezen bir çobanı, Üveys el Karanî yapar…
♦
Aşk, öyle bir şey ki; âşığı, meyve gibi dalındayken pişirir!
Güneşin, biberi acı ve elmayı tatlı kıldığı gibi; “aşk” kelimesindeki harfler de kimini derviş, kimini berduş kılar!..
Âşık, mâşukunu andıkça, sanki güneşteki karpuz gibi içinden, derûnundan kızarır!
Lezzet, bu olgunlaşmadadır…
♦
Aşk, öyle bir şey ki; kışı yaz ve geceyi gündüz ve soğuğu sıcak ve siyahı beyaz ve kara kömürü ışıltılı bir elmas kılar!
Aşk, öyle bir şey ki; kör ve ölü bir taş ve toprak yığınına, bizi ve bütün insanlığı hayran bırakır: Karanlıklarda başımızı kaldırıp ona bakarız… O ise, güneşten aldığını “ay” gibi, sanki bir “ayna” gibi bize yansıtır. Gecemize ışık olur onun aşkı, yolumuza aydınlık olur.
♦
Aşk, öyle bir şey ki; kurumuş dalı fidan, gömülmüş tohumu filiz ve ham kulu “âşık” kılar!
Aşk öyle bir şey ki; ölü adamı “vaiz” kılar!