“Oğlu Asım Bey’e gelince… Her sabah kendisini Kısıklı’dan Üsküdar’a götüren, akşamları da getiren bir merkebi vardı. Biz çocuklar, dönüşünü dört gözle beklerdik… Merkep ahıra girmeden, ağabeyimle binip kısa bir gezinti yapmak isterdik… Hal diliyle halsizliğini ilan eden merkeple dolaşmak nasip olmazdı… Asım Bey askere çağrılınca, annesi merkebi ahıra kapadı… Tam bir istirahat… Aşırı arpa saman ile beslenme… Hayvan, tokluktan bir canavar kesildi… Ahırın kapısından dahi giremezdik… Bırakın yanına yaklaştırmayı, pencereden dahi bizi görse hiddetten çifteye başlar… Ahırın duvarlarına insafsız darbeler vururdu ki, kahkahalarımızı tutamazdık.”(1)
Çocukluk dönemlerinde hafızada biriktirilen hatıraları bir gün tabedilmeyi bekleyen negatif film şeritlerine benzetiyor yazar. Belli belirsiz farkında olmadan çekilmiş ama olgunlaştıkça netleşen ve anlam kazanan fotoğraf kareleri… Nitekim bir çocukluk hatırası olarak hafızasında yer edinmiş, o çağlarda kendisine ve ağabeyine kahkahalar attıran bu sahneyi yıllar sonra yetişkinlik dönemlerinde çokça düşündüğünde farklı pencereler açılıyor iç dünyasında…
Bu hatıradan insana dair bir yol buluyor…
“Beden dört duvarı arasında mesuliyetsizce, kontrolsüzce ve hesapsızca beslenen hayvani arzularımızın çiftesi değil midir ki etrafı zedelemiş, yıkmış ve en kötüsü de, işlediği hatanın farkında dahi olmadan, onu vazife ve mesuliyete davet edecek ruhani kuvvetlere hizmet etmek şöyle dursun, yanına dahi yaklaştırmamış, hatta uzaktan bakmalarına bile tahammül edememiştir.”(2)
İnsanı insan eden melekelerin varlığı ve insanın bunun farkında olması ne kadar kıymetli. Bu dünyada fani, sınırlı ve sorumlu bir varlık olduğunu bilmek ve ona göre yaşamak… Veyahut bunları unutmak ve uzun emellerin peşinde koşarak, sınır tanımadan, hiçbir şeye ve kimseye karşı sorumluluk hissetmeden ömür tüketmek… İki farklı insan profili, iki farklı dünya çıkıyor karşımıza…
O dünyaları temsil eden insanların “inşa ettiği dünya” da farklı oluyor haliyle… Bir yanda fıtratla uyum, sadelik, şükür ve itminan hissi, barış ve esenlik… Diğer yanda fıtratla, herkesle, her şeyle kavga, “daha ve dahası” ve “en çoğu, en yenisi, en pahalısı” neyse onu elde etme yarışı, mücadele ve rekabet…
Tarihte ve günümüzde aynı gök kubbe altında bu gibi farklı dünyaları temsil eden insan tekleri ve toplulukları hep var olmuş. Bulundukları zaman ve mekâna öyle veya böyle iz bırakmışlar… Yapıp etmeleri, bıraktıkları eser ve mirasları nedeniyle nesiller boyu hayırla yâd edilenler de var, ah ile anılanlar da…
Bugün insanlık pek çok sorunla karşı karşıya. Dünyanın geleceğini tehdit eden küresel çevre sorunları da bunların en önemlisi. Küresel ısınma, iklim değişikliği vs. ne zaman gündeme getirilse, temel müsebbibin “insan davranışları” olduğunun altı çiziliyor. Elbette insan hem etkileyen hem etkilenen bir varlık. Yapıp etmeleri çevreyi etkiliyor, çevrede meydana gelen olumlu veya olumsuz değişiklikler yine insanı etkiliyor. Ellerimizle yaptıklarımız yine bize dönüyor bir başka deyişle.
Evet, sorunların kaynağı insan ama çözümün kaynağının da insan olduğunu, insanda olduğunu unutmamalı. Milyarlarca insana “yurt” olan “mavi gezegen” için çok ciddi bir tehdit teşkil eden sorunların insan kaynaklı olduğuna sürekli vurgu yapıp, insanın varlığının tehdit olarak algılanması ve gerekirse insan nüfusunun azaltılması, hatta doğrudan veya dolaylı yollarla yok edilmesi gibi “çözüm” önerileri gündeme getirilebiliyor(!) İnsan sonrası dönemlere dair senaryolar konuşulabiliyor.
İnsanın varlığını tehdit olarak görüp ortadan kaldırmaya çalışmak değil, bu sorunların müsebbibi olan yanlış veya zararlı düşünme biçimlerini ve davranışlarını değiştirmek esas olmalı oysa. Her daim önemini koruyan bir alan olarak eğitimde de amaçlanan husus, bilgilendirme, bilinçlendirme yoluyla bireylerde iyiye ve doğruya yönelik bir davranış değişikliği gerçekleştirmek değil midir? İnsan varlığı değil, yanlış olan düşünme biçimi ve davranışlardır bertaraf edilmesi gereken hedef.
“Hangi insan?” sorusu bu nedenle temel bir soru. Kendini baki, sınırsız ve sorumsuz zanneden, bu nedenle adeta “Beden dört duvarı arasında mesuliyetsizce, kontrolsüzce ve hesapsızca beslenen hayvani arzularının çifteleri” ile kendisine emanet edilen, ikram edilen dünyayı ve içindeki nimetleri tarumar eden insan var… Fani ve sınırları olduğunun idrakinde, sorumluluk bilinciyle hareket edip dünyayı imar eden insan var…
Bir de hatalarının farkında olup kendisini “vazife ve mesuliyete davet edecek ruhani kuvvetlere” ve dahi “iyiliği tavsiye edip kötülükten sakındıranlara” kulak tıkamayan, olumlu yönde değişme niyet ve gayreti taşımak önemli. O halde insanın bilgilenmesi kadar iç dünyasının gerekli mekanizmalar ile donatılması gündemde olmalı. Akleden kalbinin farkında olan ve sorumluluk bilinciyle hareket eden insanlarla geleceğe daha ümitvâr bakmak mümkün.
“Hangi insan?” sorusuna verilecek cevap ve onu yetiştirmeyi hedefleyen eğitim anlayışı, çevre sorunları dâhil insanlığı tehdit eden ve aslında birbirinden bağımsız olmayan pek çok sorunun halledilmesinde önemli bir başlangıç noktası olacaktır vesselam.
Kaynak:
1-2. “Bir Dünyadan Bir Dünyaya”, Sâmiha Ayverdi, Kubbealtı Yayınları, 2022, s. 43-44
