TR EN

Dil Seçin

Ara

Enkaz Altında / Hayalin İçinden Öyküler

Enkaz Altında / Hayalin İçinden Öyküler

Benim için sıradan bir gün olarak başlayıp, hayal dahi edemeyeceğim kadar sıranın dışına çıkmış bir günün hikayesi bu. O gün, aranan şartlara uygun olduğum bir iş görüşmesine gidecektim ve bu sefer çok umutluydum.

Gideceğim yer aynı şehirde olsa bile bu trafikte iki saati buluyordu. 06:45 otobüsünü kaçırmamak için o sabahın gecesinde epey hazırlık yapmıştım. Öncelikle çok önem verdiğim kıyafetimi gece yatmadan önce özenle hazırlamıştım. Takım elbisemin içine uygun gömlek, kravat ve kemeri de dahil ederek antredeki askılığa asmıştım. Ayakkabı ve çoraplarıma varana kadar hazırlığımı yapmama ve alarmı kurduğum saatte yatağımdan kalkmayı başarmama rağmen o gün o görüşmeye gidemedim.

Çünkü aklıma hayalime gelmeyecek bir şey olmuş ve bu kadar özenle hazırladığım eşyalarımın hiçbirini onları koyduğum yerde bulamamıştım. Çok acayip bir durumdu bu. Sanki buhar olup uçmuşlardı. Yine de evi köşe bucak aradım, yoktular—aslında iş bulmak için geldiğim metropoldeki bu küçük bekar evimde doğru dürüst eşyam olmadığını da itiraf etmeliyim. Onların yerine ikame edebileceğim başka bir kıyafetimde yoktu. Olanların hiçbiri bir iş görüşmesi için uygun değildi. Ne yapacağımı şaşırmış bir durumdaydım.

Haklısınız ben de ilk önce bunun bir rüya hatta bir kâbus olma ihtimali üzerinde durdum. Sabah otobüsü kaçırma ve yine geç kalma korkusu ile uyumuş olduğum için bu kâbusu görüyor olabilirdim. Gayri ihtiyari saate baktığımda otobüsü gerçekten kaçırdığımı, hatta taksi tutmamın bile beni kurtaramayacağını fark ettim.

Oturduğum sandalyede, bir süre hareketsiz öylece kalakaldım. Bu başıma gelenin ne olduğunu, neden olduğunu, böyle bir hikayede kurban olarak yer almayı hak edecek ne yaptığımı düşündüm. Fakat her şerde bir hayır olabileceğini hatırlamakta fazla gecikmedim ve biraz rahatladım.

Daha sonra aklıma son yazdığım hikayem geldi. Fakültede işletme okumama rağmen, çocukluğumdan beri peşimi bırakmayan—yazar olma hayali—ile, yaklaşık altı aydır devam ettiğim sıra dışı yazarlık atölyesi için yazdığım bir hikaye idi bu. Daha doğrusu haftada bir gün ve üç saat yaptığımız bu derslere bir hikaye yazarak, bir kitap okuyarak ve bir film seyrederek katılıyorduk. Bunlar hocamızın bize her dersin sonunda verdiği ev ödevleriydi ve bir kelime vererek de olsa hangi konuda yazacağımızı, hangi filmi izleyeceğimizi ve hangi kitabı okuyacağımızı o belirliyordu. Ustamız yazılarımızı sesli olarak bizzat kendisi okuyor ve değerlendiriyordu. Kitabı ve filmi de hepimiz ayrı ayrı yorumluyorduk. Bu haftaki kelime “hırsız” kelimesiydi. O an düşünceler ışık hızı ile aktı zihnimden ve tüylerim ürperdi. Yoksa benim elbiselerimi dün gece evime giren bir hırsız mı çalmıştı?

Zavallı hırsız çalmaya değecek başka bir şey bulamamış olmalıydı. Aslında evin hemen girişindeki duvarda asılı işlemeli bir çerçeve içinde Alvarlı Efe Hazretlerinin, “Âşık der inci tenden, İncinme incitenden, Kemalde noksan imiş, İncinen incitenden” mısralarının olduğu ve elbisemden daha çok para edecek bir hat yazısı vardı. Rahmetli babamın o öpülesi elleri ile bizzat yazdığı, benim için çok değerli bu yazı, belli ki ve iyi ki hırsızın ilgi alanına girmiyordu.

Aklıma tekrar hikayem geldi. Arkalı önlü bir A4 kağıdını geçmeyecek şekilde 12 punto ile yazdığım bu kısa hikayemin çıktısını yanıma almayı unutmamak için, ceketimin iç cebine koyduğumu hatırladım. “Hırsız” konulu hikayemi bir hırsızın çalmış olma ihtimali beni ilk önce gayri ihtiyari gülümsetti fakat ardından bir kez daha irkildim. Çünkü çok ilginç bir durum daha vardı:

Hikayenin sonuna karar verememiştim ve iş görüşmesinden sonra sakin bir mekanda kahvemi içerken el yazısı ile tamamlamayı planlamıştım. Hikayemdeki hırsız soymak için girdiği müstakil bir evin engelli küçük çocuğuna büyük zorluklarla alınan, akülü katlanabilir tekerlekli sandalyeyi çalarken depreme yakalanıyordu. Onun olduğu yerden uzakta mahsur kalan ev sakinleri ikinci gün enkazdan kurtarılmalarına rağmen o uzun süre enkaz altında kalıyordu ve hayatını sorgulatan bir süreç yaşıyordu. İki ayağı da hareket ettiremeyeceği şekilde sıkışmıştı. Enkazdan kurtulsa bile yürüyememe ihtimali bile onu epey sarsmıştı. Uzun süre baygın kaldığından sesini çıkaramadığı için ve ev ahalisi de evde başka kimsenin olmadığını söylediği için enkaz kurtarma çalışması sonlandırılınca sağ çıkma umudunu bile kaybetmeye başlamıştı. Hikayenin merkezini onun yaşadığı bu sorgulama ve pişmanlıklar oluşturuyordu. Aç ve susuz bir halde günlerce enkaz altında kalan hırsızın sonunun ne olacağına bir türlü karar verememiştim.

Tam o sırada kapımın zili çalındı. Elbette kimseyi beklemediğim için bir şaşkınlık daha yaşadım. Kapıyı açtığımda ise elinde takım elbisem, yüzünde mahcup bir ifade ile gözlerimin ta içine merhamet dileyen gözlerle bakan bir adamla karşılaştım.

Ben elbiseyi ve diğer konuları bir an unutup gayri ihtiyari, “kimi aramıştınız?” diye sordum. Adam aynı mahcup ifadeyi koruyarak, “Bu elbise sizin ve çok üzülerek söylüyorum onu dün gece buradan ben çaldım. İzin verirseniz içeri girmek istiyorum.”

Karşımda suçunu itiraf eden ve pişmanlığından şüphe duymadığım biri vardı ve ben hiç tereddüt etmeden içeri buyur ettim. Elinden elbiseyi alarak ona sandalyeye oturmasını söyledim. Adam kendisini tanıttı. Mesleğinin hırsızlık olduğunu fakat tabiri caiz ise küçük çapta işler yaptığını söyledi. Bunu utana sıkıla söylemesi de pişmanlığındaki samimiyeti bana bir kez daha hissettirmişti. Size tuhaf gelecek ama ben bu hırsızı çoktan affetmiştim bile.

Hikayemi okumuş ve beyninden vurulmuşa dönmüş. Çünkü daha dün bir arkadaşı bu akülü tekerlekli sandalyelerin iyi para ettiğini söylemiş. Hatta onun adresine de yakın bir evde yeni alınan bir sandalyeyi onun çalması için ona bıraktığını da eklemiş. İki katlı çok eski ve müstakil bir evmiş bu.

Daha da ilginci hikayemi okurken kendisini o enkazın altında ve o düşünceler içerisinde bulduğunu ve o anları gerçekten yaşadığını söyledi.

“Hayal gibi değildi gerçekti, o enkazın altındaki hırsız bendim” diye mırıldanması ve bunları anlatırken bile o anı yaşıyor gibi kızarıp bozarması ve gözlerinin yaşla dolması beni de çok etkiledi.

Karşımda her hali ile, okuduğu bir hikayenin hiç tanımadığı yazarına adeta;  “Hikayenizdeki karakter benim, yazdıklarınız benimle ilgili, siz bunları nasıl bilebilir, nasıl yazabilirsiniz?, Kurtarın beni bu acıdan, bana güzel bir son yazın.” diyen bir karakterle karşı karşıyaydım. Bu benim için de çok tuhaf bir deneyimdi.

Gerçekten de adam, benim bu düşüncelerimi okumuş gibi bir anda yerinden kalkarak bana yalvaran gözlerle baktı ve dilinden ömrümce unutamayacağım şu cümleler döküldü:

“Ben tövbe ettim. Çok tövbe ettim. Dün gece çok yalvardım Allah’a. Ne olur sonu iyi bitsin. Kurtulayım ben o enkazdan. Sen de affet beni, sen de dua et ne olur. Ne olur böyle bitmesin!..