Genç kız tam zamanında gelmişti. Binmesi gereken otobüs de onunla aynı anlarda yanaştı durağa. Çoğu zaman olduğu gibi ayaktaki yolcular oturanlardan daha fazlaydı. Binerken epey zorlandı. Şoförün yönlendirmeleri ile arkaya doğru ilerleyenlerle birlikte o da ilerledi. İlk anlardan beri hissettiği tuhaf bir koku arkaya doğru ilerledikçe daha da keskin bir hal alıyordu. Şu ana kadar hiç duymadığına emin olduğu bir kokuydu bu. Kötü bir kokuydu fakat sadece kötü demekle tanımlanamayacak bir tuhaflıktaydı. Bu konuda hassasiyeti olan, burnu iyi koku alan biriydi. Bu kalabalık otobüsler onun için elbette hiçbir zaman iyi kokmuyordu. Fakat bu koku yanında diğer zamanlardaki kokular iyi sayılırdı.
Arkadan inenler olunca ayaktakiler biraz daha ilerlediler. Genç kız kokunun daha da keskinleşmesi ile artık dayanılmaz hale geldiğini düşündü. Fakat ne gariptir ki, bu durumdan hiç kimse rahatsız değildi. Aksi takdirde mutlaka bunu dile getirenler, birbirlerine şikayet edenler veya şoföre bu konuda seslenenler olmalıydı. Yeni yolcuların otobüse binme çabalarını şoför “ilerleyelim beyler” komutu ile destekleyince, o da bir iki adım daha ilerledi. İşte o an kokunun kaynağına geldiğini kesin olarak hissetti. Kaynak şu an tam yanında durduğu koltukta oturan beyefendi idi. Nedenini bir türlü anlayamıyordu. Hem bu orta yaşlı ve halim selim görünen adam, gayet düzgün ve temiz giyimli biriydi, hem de onun yanında oturan diğer yolcu başta olmak üzere hiç kimse bu iğrenç ötesi kokudan rahatsız olmuyordu. Oysa genç kızın burnunun direkleri hiç sızlamadığı kadar sızlamış, hatta vücut dengesi bozulmuş, başında yine ilk kez yaşadığı türden bir baş ağrısı başlamıştı. Tam baygınlık geçireceğini hissettiği anlarda adam hiç beklemediği bir hareket yaparak ayağa kalktı ve yerini genç kıza verdi.
- Ben birazdan ineceğim siz buyurun oturun.
Genç kızın bir kelime bile söylemeye dermanı kalmamıştı. Biraz daha ayakta kalsa zaten olduğu yere yığılıp kalacaktı. Bu oldukça uzun boylu adamla göz göze geldiklerinde onun çok karizmatik yüz hatları ve etkileyici bakışları dikkatini çekti. Hatta ünlü bir aktöre çok benzediğini düşündü. Adam zar zor da olsa arkaya doğru ilerledi. Böylece koku da azalmaya başlamıştı. Genç kız koltuğa oturduğunda hem biraz dinlenmiş hem de kokunun azalması ile biraz rahatlamıştı. Az sonra otobüs durdu ve inenler oldu. Kokunun tamamen bitmesi ile adamın o durakta indiğini anladı.
Hafta içi her gün evi ile işyeri arasında iki vasıta ile ve iki saati aşan süre ile yaptığı bu yolculuklarda birçok şey yaşamış, hatta bir seferinde şoförün kendisi ile tartışan ve susmak bilmeyen bir kadına kızarak otobüsü uygun bir yere çekip yolcuları terk ettiğine bile şahit olmuştu. Fakat bu akşam yaşadığı şey anlatılacak gibi değildi. Kimsenin duymadığı, sadece kendisini rahatsız eden, üstelik tanımlayamayacağı kadar tuhaf ve rahatsız edici bir kokuyu nasıl ve kime anlatabilirdi.
Bugün işten çıkınca rahatsızlığı nedeni ile bir haftadır işe gelemeyen bir arkadaşını ziyaret ederek hem ona biraz moral vermiş hem de annesi ve babası ile tanışmıştı. Babasının üvey olduğunu kendi babasının iki yıl önce vefat ettiğini anlatmıştı daha önce. Annesi üzülmesin diye her şeye katlandığından söz etmişti. Bir yıl kadar önce aynı dönemde işe başlamışlardı ve çok yakın iki dost olmuşlardı. Onun hastalığına da çok üzülüyordu. Doktorlar henüz tam teşhis koyamamışlar, yeni tahliller istemişlerdi. Aslında birkaç aydır şiddeti gittikçe artan bir halsizlik ve baş ağrıları yaşadığından hep bahsediyordu fakat bu ağrılar yatağa düşürecek kadar olmamıştı hiç. Bugün çok bitkin görmüştü arkadaşını ve çok üzülmüştü. Hem yüzü hem kalbi çok güzel olan, çalışkanlığı ve dürüstlüğü konusunda herkesi kendisine hayran bırakan birisiydi o.
Genç kız nihayet eve ulaşmıştı. Annesinin, eve geç geldiğine yönelik serzenişlerini anlayışla karşıladı.
- Benim güzel annem, gül kokulu annem, merak etme diye geç geleceğimi sana haber verdim ya!.. Diyecek oldu, pek takati olmadığı için vazgeçti. Yoksa annesinin söyleyecekleri de ezberindeydi:
- Anne yüreği kızım benimki. Elimde mi sanıyorsun. Sen gelene kadar ben ne felaket senaryoları yazıyorum biliyor musun? Ortalık kötülük dolu be kızım. Sen de anne olunca anlarsın. Sen gelene kadar tespihim elimde dualarım dilimde balkondayım hep biliyorsun. İşten çıkınca direkt eve gel, gideceğin yerlere hafta sonu git diye hep söylüyorum sana. Şu taliplerinin içinde en hayırlısı olduğuna inandığım, hem boylu boslu, hem güzel ahlaklı komiserin teklifini kabul et de ben de mürüvvetini göreyim, kurtulayım senden. Evlilik konusunda kimseye güvenemiyorsun biliyorum, fakat benim hislerime güven kızım.
Aslında genç kız annesini çok iyi anlıyordu. Babasını ve erkek kardeşini kaybettikleri o kazadan sonra onun bu dünyadaki her şeyi kendisiydi. Deyim yerinde ise yememiş yedirmiş, giymemiş giydirmişti. Konu komşuya diktiği elbiselerle ona hiç sıkıntı çektirmeden okutmuştu üniversitede. Gerçekten de anne yüreği anne merhameti başka bir boyut diye düşünürdü hep. Cennetin neden annelerin ayakları altında olduğunu anlayabiliyordu.
Fakat arkadaşını o gün ziyaret etmemiş olsaydı belki de ömür boyu bunun pişmanlığını yaşayacaktı. Çünkü ertesi sabah ölüm haberi ulaştı iş yerine. Gece yarısı vefat etmişti ve cenazesi ikindi vakti kılınacak diye bildirilmişti.
Hemen izin alıp cenaze evine gitmek için yola koyuldu genç kız. İnanması çok zordu onun için. Arkadaşının ölmüş olmasını ne beynine ne kalbine kabul ettirebiliyordu. Dün vardı, bugün yok öyle mi diyordu içinden. Babasını ve erkek kardeşini küçük yaşta kaybettiği için onların ölümü daha farklı gelmişti ona. Çocuk bilinci ile bu kadar derinden hissetmemişti.
Cenaze evine girdiğinde hiç beklemediği bir şeyle karşılaştı. Dün gece otobüste duyduğu kokuya benzer bir koku vardı evin içinde. Çok şaşırdı. Bir anlam veremedi. Fakat koku aynı keskinlikte ve aynı tuhaflıktaydı. Kokunun kaynağı yine bir insan mı acaba diye geçti aklından. Yine çok rahatsız ediciydi ve yine başka kimse hissetmiyordu. Üstelik bünyesini yine aynı şekilde sarsmaya başlamıştı. Arkadaşının cesedi üzeri örtülmüş halde, salonun orta yerindeydi. Üzerine bir bıçak konulmuştu. Çok yaklaştığı halde kokunun kaynağının o olmadığı anlaşılıyordu. Annesi ile görüştü ve zar zor konuşarak taziyede bulundu. Evden bir an önce çıkmak için kapıya yöneldi. O sırada erkek misafirlerin olduğu odadan babasının çıktığını gördü ve aynı anda kokunun en keskin haline ulaştığını fark etti. Kaynak bu sefer arkadaşının babasıydı. Bütün bunlara hiçbir anlam veremiyordu. Babasıyla konuşacak takati kalmamıştı ve kendisini dışarıya zor attı. Evden uzaklaştıkça koku azalıyordu.
Genç kız uzun bir süre nereye gittiğini bile düşünmeden hızlı adımlarla yürüdü. Yolunun üstündeki bir çay bahçesinde biraz dinlenmek istedi. Kendine gelmesine yardımcı olur düşüncesi ile bir kahve sipariş etti. Olanlar kafasını çok karıştırmıştı. İşin içinden bir türlü çıkamıyordu. Otobüsteki adamla arkadaşının babası arasında bir bağlantı, bir ortak yön olmalıydı. İkisinde de aynı rahatsız edici kokunun olması neyle izah edilebilirdi.
Genç kızın gözü o an çay bahçesinde açık olan televizyonda verilen bir habere takıldı. Ayağa kalkıp televizyonun yanına kadar geldi. Haber spikerinin söyledikleri ve yayınlanan görüntüler iki gündür yaşadığı birçok şeyi izah ediyordu:
- İki ay önce bir gece yarısı yaşadığı apartmanın balkonundan atlayarak intihar eden güzellik salonu sahibi kadının intihar etmediği, “Miroğlu” lakaplı sevgilisi tarafından öldürüldüğü ortaya çıktı. Buna dair görüntülerin karşı apartmandan biri tarafından farkına varmadan, rastlantı sonucu kaydedildiği belirtildi. Görüntüleri dün tekrar izlediğinde olayı fark eden bu kişi, hemen polisle paylaşınca katil sabah saatlerinde evinde uyurken kıskıvrak yakalandı.
Genç kız duydukları ve gördükleri karşısında şaşkına döndü. Miroğlu lakaplı dedikleri adam dün otobüsteki kokunun kaynağı idi. Kimsenin duymadığı bir kokuyu nasıl olmuşsa o duymuştu: Cinayet işleyen biri böyle kokuyordu demek… Belki de her günahın bir kokusu vardı. Kim bilir başka günahlar nasıl kokuyordu. Ve günahların kokularının duyulduğu bir dünyada yaşamak mutlaka korkunç bir şey olurdu. Doğrusu diğer günahların kokusunu bilmek dahi istemem diye düşündü genç kız. Sadece cinayet işleyenlerin kokusunu duymayı bile kaldıramamıştı bünyesi.
Tüm bu olanları göz önüne aldığında arkadaşının bir cinayete kurban gittiği ve katilinin de üvey babası olduğu anlaşılıyordu. Fakat buna kimseyi inandıramayacağını düşünerek üzüldü. Üstelik bu cinayetin nasıl işlendiği de belli değildi. Arkadaşının gün be gün tükenişi ona yavaş yavaş öldüren bir zehrin verilmiş olma ihtimalini güçlendiriyordu. Tam o sırada annesinin bahsettiği “hayırlı damat adayı” Komiser Yusuf geldi aklına. İçi biraz rahatladı. Bu konudan sadece ona bahsedebilirdi. Bir an, ona bu kadar güven duymasına kendisi bile şaşırdı. Var bunda bir hayır diye düşündü…