TR EN

Dil Seçin

Ara

Senin Hayatın, Senin Kitabın

Senin Hayatın, Senin Kitabın

Boş sayfalar, tertemiz, hiçbir yazı, karalama, şu bu yok. Daha gözlerini açmadan, kitabın açılıyor. Bu kitabı sen yazacaksın. Belki üç, belki beş, belki bin sayfa; bu önemli değil. Yazdıkların önemli, onlara bakılacak çünkü.

Her gün bir sayfa açılıyor ve bu boş sayfaya dilediğin şeyi, istediğin gibi yazıyorsun. İşte bu sayfalar toplanacak ve hayatın eline verilecek. İşte bu senin yazdığın kitap, bu senin hayatın…

Günlerin sayfalarındı, iraden kalemin. Ömrün boyunca hiç durmadan yazdın… Bazısını sildin, bazısını bıraktın…

Bir kitabın değeri kâğıdında, kapağında değil, içinde yazılanlardadır. Anlamsız, deli saçması şeylerle dolu kitabı kim eline alır, kim kitaplığına koyar ki?.. Kitap dediğin okunmaya değer olmalı… 

Bu dünya bir kütüphane olsa, burada en güzel, en konforlu, en havalı rafta yer alsan ne olacak!? Sen kitabında yazdıklarından haber ver… Kitabı değerli yapan taşıdığı anlam değil mi; sen yazdıklarına bak!.. Sonunda hurda olan nice albenili kitap var…

Asıl olan kitabımızın muhtevasını önemsemek!.. Bir cümle bazen hayatını değiştirir; bazen de anlamlı bir cümle kitabını değerli yapar.

Hz. Aişe annemiz, Resulullah Efendimizi ne güzel tarif etmişti: “O (asm), yaşayan bir Kur'an’dı.”
… 
Ahiret de bir kütüphane. Kitabımız asıl orada yerini bulacak. Orada sayfalarımıza bakıp “keşke bunu yazmasaydım” ya da “”iyi ki bunu yazmışım” diyeceğimiz sayfalarımız olacak. Ama son şeklini burada vereceğiz kitabımıza. Ne mutlu, yazdıkları kendisini mutlu edecek olanlara… 

Orada boş sayfaların yeri yok, değersiz ve yanlış yazılarla dolu sayfaların yeri yok… Kitabımızın cennet kitaplığında yer alması için, muhtevasının değeri olmalı. 

Senin ışığın mı yok? Olsun üzülme… Allah Resulünün nurunu taşı kitabına; Onun gibi yap, Onun gibi yaz, hiç şüphen olmasın senin kitabın da değerli olacak…

Madem kitabı kitap yapan muhtevasıdır; hayat kitabını güzelliklerle, ilimle, erdemle, vefayla, gayretle doldurmaya çalış; elbette yerini bulacaktır. Çünkü Allah her şeyi bilir, kulunun çabasını zayi etmez… Mahşer elemesinde her şey lâyık olduğu yeri bulacaktır elbette…

Rabbimiz, Kuran’da mahşer günü kitabı ellerine verilen insanların tepkilerini nazara veriyor. Hayali bile insanı heyecanlandıran sahneler… Bir dönüm noktasıdır o an; sonrasının netleştiği an: ebedi kurtuluş ya da ebedi şekavet… Kitabını sağından alanlar mutluluktan uçarlar, bu bahtiyarlıklarını paylaşmak için etraflarında olanlara defterlerini gösterip sevinçlerini paylaşırlar… Ne heyecanlı, ne güzel bir sahnedir o… Bu tabloları anlatan bir ayetin mealinden okuyalım:

“Defteri sağından verilen, “Alın,” der, “Okuyun kitabımı. Ben zaten hesaba çekileceğimi biliyordum.” Artık o hoşnut olacağı bir hayattadır. Yüksek bir Cennettedir. O Cennetin meyveleri hemen yakınındadır. Geçmiş günlerde yaptıklarınıza karşılık şimdi âfiyetle yiyin ve için. Defteri solundan verilen ise, “Keşke defterim verilmeseydi.” der. “Keşke hesabımı öğrenmeseydim. Keşke ölmekle her şey bitseydi. Malım da bir fayda vermedi. İktidarım yok oldu.” Tutun, bağlayın onu! Sonra Cehenneme atın. Yetmiş arşın zincire vurun. Çünkü o Ulu Allah’a inanmazdı. Yoksulu doyurmaya önayak olmazdı. O gün orada ona ne bir candan dost vardır, ne de irinden başka yiyecek. Onu da ancak o büyük günahı işleyenler yer.” (Hâkka Suresi, 19-37)

İşte her gün bir sayfadayız ve bu boş sayfada dilediğimiz gibi yazıyoruz. Yazdığımız sayfalar toplanıp ciltleniyor ve mahşer günü amel defterimiz olarak elimize verilecek… Ve denilecek, işte senin hayatın, işte senin kitabın…