TR EN

Dil Seçin

Ara

Zorbacının Aklı, Yağmacının Eli

Bağdatta, Basrada ve Irak’ın birçok şehrinde yağmalama olayları sürer ve bu görüntülerin taşıdığı “kendi şehirlerini yağmalayan halkimajı zihinlerimize kazınırken, aklımızı ve duygularımızı yağmalanmaktan koruyabilir miydik? Yaşadığımız şaşkınlığın utanca, üzüntüye ve giderek kızgınlığa dönüşmesi; nihayet en bayağı, tiksindirici ırkçı söylemlerin ortaya saçılıvermesi, yağmanın tam da merkezinde olduğumuzu ispatlıyor. Yaşadıkları şehirlerin evlerini, dükkanlarını, hastanelerini, müzelerini yağmalayan insanlara nasıl olmuştu da acımıştık? Koltukları, avizeleri, halıları gülerek kamyonetlerine yükleyen ve arkalarında bir toz bulutu bırakarak uzaklaşan bu insanları savunduğumuza değmiş miydi? Zaten onlar değil miydi Bağdat’ı hiç direnmeden işgal güçlerine açan ve ellerinde Amerikan bayraklarıyla sevinç gösterileri yapan?

Büyük bir hayal kırıklığının ve aldatılmışlık duygusunun açığa çıktığı bu ifadeleri biçimlendiren toptan yargılayıcı bakışın, ırkçı bir dile sıçraması kaçınılmazdı. Arapların güvenilmezliğinden, hainliklerinden, korkaklıklarından söz edildiğini duyduk ve okuduk. Hattâ işi Arapların kanlarında bir parça ihanet geni vardır.diyebilecek kadar ileri götürenler oldu. Bu ve benzeri sözlerin apaçık, cesaretle söylenebilmesi yeterince dehşet verici. Daha da korkutucu olanı, savaş karşıtlarının arasından bile aklın bu karanlık bölgesine sessiz bir onayla ve “üzülerek de olsa” çekiliverenlerin bulunmasıydı. Bir halkın tamamı, maruz kaldıkları kötülüğün kurbanı olmaktan rahatlıkla soyutlanıp, toptancı bir hükümle kötülüğün temsilcisi konumuna getirilebildi. Dolayısıyla başlarına gelen her şeye müstehaktılar. Onların, yağmaya karışanlara Bunlar Iraklı olamaz.diyerek karşı çıkmaları bile, bir kere ininden çıkmış önyargıları silmeye yetmedi: Hayır, hepiniz yağmacısınız!

Yağmacıların elleri odalarımıza kadar girdi. Bir barınak olmaktan çoktandır çıkmış evlerimizde, bir yağma nesnesi gibi soyulan insanlığımızdan geriye kalan çıplak gerçekle yüz yüzeyiz. Gördüğümüz şey, ya insanlığımızdan duyduğumuz utanç ve umutsuzluğun öfkesi ya da keyfini sürebileceğibir ötekisini keşfetmiş ırkçının sergileyeceği tavırlardır.

Öteki; olumsuz, kötü ve aşağılayıcı bütün nitelikleri kolayca yüklediğimiz “şeydir: Barbardır, açgözlüdür, hain ve güvenilmezdir, hırsızdır... Ötekinin, taşıdığından kuşkulanmadığımız bu özelliklerle, artık bir insan olarak görülebilme şansı kalmaz.

Iraklılar içlerinden çıkan yağmacıların eliyle, dünyanın, üzerlerinde kendilerini temize çıkaracakları bir Ötekine dönüştürülüyorlar ve bu hiç de bilinçsizce yapılmıyor. Tümüyle kötülüğe bulaştıklarına inandığımızda, yıllardır bombalarla ve ambargolarla biçilen bu halkın gözlerinden son hayat ışıklarının çekilişini rahatlıkla seyredebileceğiz ve zorbanın adaletine sığınmamız da güç olmayacak. Baş döndürücü bir illüzyon... Oysa ki, kötülüğün sembolü olan hiçbir olay, eylem ve eylemi gerçekleştiren kitle (sayıları ne kadar çok olursa olsun) içinden çıktığı halkı temsil etme durumunda değildir. Bütün Almanların Nazizm yanlısı, bütün Yahudilerin siyonist olduğunu iddia etmek, en hafif deyimiyle, önyargılarımızın esiri olduğumuzu da itiraf etmektir. Bir toplum suçlanacaksa, içlerinde doğan ve büyüyen bir kötülüğü zamanında görememek ve engelleyememekle suçlanabilir, yoksa bizzat kötülüğün kendisi olmakla değil. Zira böyle bir itham, haksız olduğu gibi, suçlayanın içinde konuşan bir kötülüğü de ayna gibi yansıtır.

Amerikan ve İngiliz uçaklarının, Irak halkına gönderdiği iç içe konmuş hediye paketlerinin ilkinden çıkan parçalanan vücutlar ve yerle bir olan şehirlerdi. Şimdi, kaos ve bir özgürlük biçimi olarakyağmayla tanışıyorlar. ABD Savunma Bakanı Rumsfeldin, yağmalama olayları hakkındaki görüşleri, yağmacının elini harekete geçiren zorbanın