Hristiyan dünyasının İslâm’a ve İslâm peygamberine geleneksel olumsuzlayıcı yaklaşımlarına, ünlü tarihçi ve deneme yazarı Thomas Carlyle’ın muhteşem reddiyesi
On dokuzuncu yüzyılda Müslümanlara karşı misyonerlik faaliyetleri Evanjelik Hristiyanlığın yükselişiyle başladı. Oryantalist zihniyetin desteğindeki bu “Haçlı seferleri”nde, Katolikliğin “Kilise dışında kurtuluş yoktur.” akidesi “Hristiyanlık dışında kurtuluş yoktur.” şekline dönüşmüştür. Bu dönemde yazılan misyonerlik metinlerinde İslâm’dan Hristiyanlığa geçişi özendirmek amacıyla Hristiyanlığın İslâm’a üstünlüğün ortaya koymaya çalışan mukayeseler ve Şark Kiliselerine ilişkin eleştirilere yer verilmekteydi. Yakın dönemde ortaya çıkan İslâm’a karşı daha toleranslı bir tutumu haber veren yaklaşımlar da bulunmakla birlikte, bunlar oldukça azınlıktaydı. Bu yaklaşımlarda İslâm’ı kendi kaynaklarından inceleme ve Müslümanlarla girilen birebir etkileşimlerin husule getirdiği “ef’al ve etvardaki İslâm”ın etkisi büyüktü.
Yirminci yüzyıl bu açıdan önemli bir dönüşüme tanıklık etmiş ve İslâm’ın yakın zamanda tarih sahnesinden çekileceği kehanetine dayandırılan misyoner yaklaşım yerini, İslâm’ın bir din olarak kıymetini teslim eden, hattâ bunu İslâm Peygamberinin rolüne de teşmil eden bir yaklaşıma terk etmiştir. Ancak tüm Müslümanların Hristiyanlaştırılmasına ilişkin nihai ümit korunmaya devam edilmiştir. Nitekim, günümüzdeki misyonerlik literatürü bu ayrışma üzerinde yürüdüğü için, “diyalog” ve “şahitlik” yaklaşımları arasındaki açık gerilim üzerine oturur.
Bugün İslâm dünyasındaki misyonerlik faaliyetleri esas itibariyle Evanjelik Protestanlar tarafından yürütülmektedir. Uğranılan genel başarısızlığın yol açtığı taktik değişiklikler, yeni kiliseler kurarak bunun meyvelerini Hristiyanlığa ihtida şeklinde devşirmek amacını değiştirmiş değildir. Çağdaş Evanjelik literatürün önemli bir bölümü Batı Avrupa’yı Hrıstiyanlığa yeniden kazanmak ve tüm dünyadaki Müslümanlara Hrıstiyanlığı propaganda edebilmenin yollarına ve imkanlarına ayrılmıştır. Diyalogu münhasıran Hristiyanlaştırma sürecinin bir bileşeni olarak görmekten çok, iki din arasındaki karşılıklı değişme ve büyümenin ortak vesilesi olarak gören daha liberal eğilimdeki Hristiyan ruhanileri, din değiştirtmeyi hedefleyen geleneksel misyoner saikin ciddi şekilde sorgulanması gerektiği görüşünü taşımaktadırlar.
Diyalogu “şahitlik”in bir türü olarak görenler Hz. Peygambere ilişkin Ortaçağ imajlarına atıfta bulunmayı sürdürmekle birlikte, çoğunluk itibariyle İslâm’ın gerçek ve geçerli bir imana dayandığı düşüncesi kabul görmeye başlamıştır. Nihai kurtuluşun, İsa Mesih’e Hristiyanlık öğretisine göre imanı gerektirdiği düşüncesinden taviz vermeden, İslâm’ın tevhid üzerindeki vurgusu ve dindarlığa dayalı nezih ahlâk pratikleri Hristiyanlıkla ortak zeminler olarak değerlendirilmektedir. Birçok Hristiyan din adamı Hz. Muhammed’in peygamberliğini kabul ederken, kimisi Onun hem Müslümanların hem de Hristiyanların peygamberi olduğu kanaatindedir.
“İslâm meselesini” Müslümanların Hristiyanlaştırılması problemi olmaktan çıkararak, Hristiyan inançlarını İslâm dinine gerçek ve derin bir saygıyla bağdaştırmak olarak dönüştürmek, içinde bulunduğumuz yüzyılda Hristiyan ruhanilerinin önündeki en önemli mesele olacaktır. İslâm ve Hristiyanlık arasındaki ilişkiyi, Hristiyanlığı “yeni dünya düzeninin hegemonik dini” olma söyleminin dışına taşıyarak, ırkçı imalardan kurtarıp İslâm’la samimi ve karşılıklı etkileşime açmak Hristiyanlığın yeniden hayatlanmasında anahtar unsur olacaktır. Bu bakımdan on dokuzuncu yüzyılda (1795-1881) yaşamış İskoç tarihçi ve deneme yazarı, aynı zamanda koyu Kalvinci Thomas Carlyle’ın, İslâm ve İslâm Peygamberine ilişkin düşünceleri oldukça ümit verici ve ufuk açıcıdır.
II
“Geleneksel” Hristiyanlıkla ciddi bir çatışma içine giren ve bunu eserlerine de yansıtan Carlyle’ın On Heroes, Hero-Worship and the Heroic in History (Tarihte Kahramanlar, Kahramanlara Tapınma ve Kahramanlık) isimli eserinde, kahramanlar tarih yapıcı aktörler olarak şu şekilde sıralanır: Tanrı-kahraman (pagan mitleri), peygamber-kahraman (Hz. Muhammed), şair-kahraman (Dante ve Shakespeare), din adamı-kahraman (Luther ve Knox), edebiyatçı-kahraman (Johnson ve Burns) ve hükümdar-kahraman (Cromwell ve Napolyon). Carlyle’ın 1840 Mayısında verdiği ve tarihi yapan temel aktörlerin kahramanlar olduğu varsayımından hareketle altı kahramanı konu alan Konferanslar serisinin, 8 Mayıs 1840<