TR EN

Dil Seçin

Ara

Ne Anlamalıyım?

‘Kuran’ derken ne anlamalıyım? İki kapak arasındaki sayfaları mı? Çevirisini mi? Yorumunu mu?

 

‘’Ben düşündüm, içinden çıkamadım... ‘Kuran’ derken ne anlamalıyım? İki kapak arasındaki sayfaları mı? Çevirisini mi? Yorumunu mu? Her derde deva olan hangisi?’’

Kuran, ‘’çok okunan’’ demektir. İki kapak arasındaki sayfalardan oluşan, elle tutulan kitaba ‘’Mushaf’’ denir. Şu halde Mushaf başka, Kuran başkadır. Günlük dilde bunlar bazen birbirinin yerine kullanılıyor.

Kuran, hiç yazılmayabilirdi, tamamen ezber yoluyla gelebilirdi bize kadar. Lafzı sayfalara yazılmaksızın da bir ‘’kitap’’ olabilirdi.

Öyleyse ‘’her derdin devası’’ tabiriyle anlatılmak istenen ‘’vahiy’’ hakikatidir. ‘’Kuran’’ diyen ‘’vahiy’’ demektedir. Keza, ‘’Kitap’’ diyen de ‘’vahiy’’ demektedir. Yani Hz. Peygamber vasıtasıyla insanlara bildirilen ilim.

Evet, Kuran ilimdir. Hem aklı, hem kalbi, hem de öbür duyguları tatmin eden en yüksek hakikat ilmi. Bu ilimde hata ihtimali yoktur. Nitekim ayette ‘’kendisinde şüphe olmayan’’ diye nitelenmiş.

Hakikat neyse onu bildiriyor. Temel sorulara cevaplar veriyor. İnsanın varlık nedenini, evrenin tılsımını, hayatın anlamını, ölümün gerçek yüzünü bildiriyor.

Bu noktada bir sorun daha çıkıyor karşımıza: Bu bilgiye nasıl ulaşmalıyız? Dilini öğrenerek mi? Dilini bilmenin yararı su götürmez fakat bu da yetmiyor. Dil bilmekle manayı anlamak aynı şey sayılamaz.

Peki, acaba meal mi okusak? Evet, meal okunabilir ama mealin Kuran olmadığını bilmek şartıyla. Çünkü meal, ilahi söz bahçesinin silik bir fotoğrafıdır, kendisi değil.

Geriye kalıyor tefsirler. Bu noktada da ‘’Hangisi?’’ sorusu çıkıyor karşımıza. Öncelikle hadislerdeki yorumlar esas alınmalı. Sonra sahabelerin sözleri. Sonra da, her asır başında gelen büyük alimlerin yorumları.

Bu büyük alimlere din dilinde ‘’müceddit’’ denir. Yani yenileyici. Hem aklen hem de kalben en ileriye giden seçkin insanlar. Bu zatların gelecekleri hadisle bildirilmiş. ‘Ebu Davud’ ismiyle meşhur hadis kitabında var.

Nitekim her asırda gelmiş, kitaplar yazmış, insanlara rehberlik etmiş, görevlerini layıkıyla yapmışlar. Yeni bir din ihdas etmemiş bunlar. Sadece kendi dönemlerine göre yorumlamışlar ilahi hakikatleri.

Peki, uygulamada durum nasıl?

Kitap okumakta tembel bir toplumuz. Herkes meal okumaz. Meal okuyan da tefsir okumayabilir. Tefsir okuyan da en isabetli olanını seçemeyebilir. Bunlardan birini okudular diyelim. Bu kez de anlama dereceleri farklı olacaktır.

Kimi insanlar da vardır ki, ne lafzını okur, ne çevirisini, ne de tefsirini, sadece işittikleriyle yetinir. Kimi de en ileri derecede olanları bulur, onları okur. Daha ince, daha derin manaları görür, feyiz alır.

Bu tespitlerden hareketle şöyle bir sonuca varabiliriz: Her bireyin Kuran’ı kendine göredir. Bunu bir örnekle daha iyi anlayabiliriz:

Güneşi düşün... Bütün azameti, ihtişamı ve güzelliğiyle gökyüzünde parlıyor. Her yere ışık saçıyor, ısı yayıyor, renk dağıtıyor. Bir su damlası da onun aynası, bir cam parçası da. Bir göl de yansıtıyor onu, bir deniz de. Her ayna onu kendi çapı oranında gösteriyor.

Bütün aynalara yansıyan güneştir, kuşkusuz. Fakat ışıltılı görüntülerin hiçbiri güneşin kendisi değildir. Bir akis, bir yansı, ondan bir izdir görünen.

İşte, insan ruhları da vahye, ilahi ilme, Kuran güneşine böyle muhatap oluyorlar. Her ruh kendi çapına göre alıyor feyzini. Hz. Peygamber (asm) en büyük feyzi alıyor. Sonra sahabeler, veliler, alimler geliyor. Bu zatlar aldıkları ilmi, feyzi, nuru ruh aynalarımıza yansıtmakla bizi de aydınlatıyorlar.

Kuran bitmez tükenmez bir kaynaktır. Ondan herkes gücü nispetinde faydalanır. Fakat kimse diyemez: ‘’Kuran, benim!’’ ya da ‘’Kuran’ın tüm manasını anladım’’ ya da ‘’Benim kitabım onun manasını tamamen içeriyor.’’

Sadece şunu demeye hakkı var: ‘’Kuran bana şu dersi verdi. Benim aynamda yansıyan Kuran budur. Ben şu manaları anladım...’’

Öyle ya, herkes o nurlu denizden kabı nispetinde su alıyor. Her insanın ilmi ondandır ama o değildir. Fakat şunu unutmamak gerekir: Bir damla su da yine sudur!