TR EN

Dil Seçin

Ara

Yaşadığımı Sanırken

Terc: Vecdi Bürün

Neruda, 1904'te Şili’nin Linares eyâletinde doğdu. Asıl adı Ricardo Reyes Pablo’dur. 1923’te Crepuculario (Şafak) adlı ilk şiir kitabını yayınladı. Tahsilini bitirince diplomat olarak Dışişleri Bakanlığı’nda çalışmaya başladı. Gönderildiği Uzak Doğu’da uzun bir süre kaldı ve birçok şiir yazdı. 1971’de Nobel Edebiyat Ödülü’nü aldı. Ölümünün yaklaştığını hissedince okyanus kıyısındaki evine çekildi. 1973’te Santiago’da öldü. Ölümünden sonra yayınlanan ve dilimize de çevrilen Confieso que he vivido (Yaşadığımı Sanıyorum) adlı eseri, onun bir nesir ustası olduğunu da ortaya koymuştur. Şiirleri muhtelif kişiler tarafından dilimize çevrilmiştir.

Aşağıdaki satırlar, Şili’li şair Pablo Neruda’nın büyükelçi olarak vazife yaptığı sıralarda kaleme aldığı bir yazıya aittir ve onun bir cami avlusunda, ikindi namazına hazırlanan mü’minlerle alâkalı intibalarını dile getirir. Neruda’nın ölüm yıldönümünde Figaro gazetesinin edebiyat ekinde yayınlanan bu yazıyı, Müslümanların dışında çok az insana nasip olan bir hassasiyet örneği olarak aynen yayınlıyoruz.

 

“Sessizlik içinde namaza duran insanlara bakınca hayret ediyorum... Yüzlerce insanın cami dışındayken ayrı ayrı ifâdeler taşıyan yüzleri birbirinin aynı. Aynı yüksek, fakat görünmeyen bir gerçeğe inanmak. Yüzlerine birbirinden asla farkedilmeyen bir imân üniforması giydirilmiş gibi... Sonsuz olduğu zannını veren bir sessizlik, görünüşte imamın sesini yükseltmesiyle bozulur gibi oluyor, fakat Allah’ın büyüklüğünü ifade eden ses, secde sırasında kaybolunca, biraz evvelki sessizlik daha da koyulaşıyor. Arada bir okyanus dalgalarının kıyıya vuruşunu andıran bir uğultu gelir gibi oluyor. Sonunda mü’minler, yüce huzurdan döndüklerini, başlarını sağa ve sola çevirerek bu yalancı dünyaya haber veriyorlar.

İbadetlerini bitiren topluluk, yine o şaşırtıcı sessizlik içinde büyük kapıya yöneliyor. Kendimi, derin bir ruh havuzunda arınma halinde hissediyorum. Geçici, fâni olan her şey, halılar, lambalar, kapı ve duvarlar, sanki canlıymış gibi sonsuzluktan ve ebedîlikten kendilerine bir şeyler sürünmüşler. Bu sürünmeyle daha da şahsiyet kazanmışlar. Kapı daha kapı, halı daha halı...

Gördüklerimin hiçbirisi, günlük gerçeklerle alâkalı değil, insanlar da öyle. Kapıdan içeriye  girinceye kadar onların kendileri olduğuna yemin edebilirim. Fakat kapıdan geçer geçmez, yahut geçtiği anda ilâhiliğin sırrı hepsini değiştiriyor. Zihnimize iyice yerleşmiş olan deyimler de, insanla beraber değişiyor. Alelâde olan her şeyle alâkalarını koparıyorlar. Kalb iyice temizlenmiş ve arınmış olduğuna göre sadece iyi olan şeylerle aşinalığımız sürüyor ve yeniden kuvvet kazanıyor. Bu camiden çıkan insanların, dışarıdaki alelâdeliğin baskısına rağmen kötü birşey düşünebileceğine inanmıyorum. Zaten öyledir de... Ben hiçbir zaman gerçek bir mü’minin suç işlediğini duymadım.

Ben bunları düşünürken, ruh ve kalb temizleyici güç, çalışmasını sürdürüyor. Böylece yeni temizlenmişlik derecelerine ulaşıyorum.

Burada, İslâm’ın Hristiyanlığa kıyasla niçin daha yaygın olmadığının da sırrına ermiş gibiyim:

Büyüklüğü, gerçek büyüklüğü bütün boyutlarıyla kavrayabilmek için, çapı büyük bir ruha sahip olmak lâzım. Bir de iyi niyetli olmak gerek.

Hayatta büyük sıkıntıları olanlarla, aşılamayacak gibi görünen felâketlere düşenler, camiye mutlaka uğramalıdır. Orada her şeyin geçiciliği hemen anlaşılıyor. Hemen her şey kubbeler, pencereler, içeriye sinen hava ile değişiveriyor. Bütün ıstıraplar ve yakamızı bırakmayacak gibi görünen bütün dertler, bizim için yabancı oluveriyor.

Artık işlerimi hemen bitirip, her gün camiye gidiyorum. Bir de Kur’ân tercümesi edindim. Tercüme, aslından birçok değeri alıp götürür kanaatindeyim. Fakat okuduğum tercüme olsa bile, Büyük Kitab’ın hiçbir şey kaybetmediğini gösteriyor. Bu, doğruluğun ve güzelliğin herhangi bir dış tesirle bozulamayacağının en açık delili değilini?”