TR EN

Dil Seçin

Ara

Mızıkçı

Olmazsa olmazlarım var. Öyle atla deve şeyler değil herkeste olduğu kadar. Kimi geçer akçe, kimi üç kuruş etmeyen hurda. Olsun, hepsi benim. Başkalarını anlamaya çalışayım diye çıktığım yolda buldum hepsini. Derken zamanla bütün olmazsa olmazlarımın benim sınırlarım olduğunu öğrendim. Birazı eş dostla iki lafın belini kırarken çıktı ortaya, birazını da şu “ıssız bir adaya düşseniz...” diye başlayan soruların cevaplarını değil de sebeplerini düşünürken keşfettim. 

Yanınıza almak istediğiniz üç ya da beş şeyi merak etmiyorum. O sizde kalsın. Size, “Tahammül edemediğiniz ilk üç söz nedir?” denilse bunu da söylersiniz eminim ama ya nedeni sorulsa?

Var mı uzunca öncesinden hazırladığınız bir liste, yoksa “hiç düşünmedim” diyerek zaman kazanmayı mı tercih edersiniz?

Benim listeye de uzunca düşünmeye de ihtiyacım yok! Yalan sözle kanlı bıçaklıyım ben. O kadar da net, bir çırpıda söylerim. Ama sebebini soranlara, yalana neden bu kadar tahammülsüz olduğumu şimdiye kadar içimi rahatlatacak şekilde anlatabilmiş değilim. 

Söylemesine söylerim de hep beylik cümleler, bilindik sebepler gibi gelecek diye de çok açıklayamadım. Öyle ya herkese ders verecek dürüstlük abidesiymişim gibi sanılmak da kötü. Nerden bakılsa ukalalık algılanır. Böyle olmasını da istemedim hiçbir zaman. Öyle damdan düşer gibi yalan söylenildiğini anlayınca birden dünyam alt üst oluyor, elimde değil de diyemedim. Çok çok hâlimle, öfkemle, asık suratımla belli ettim. Bazen de yatsıyı beklemeden sönüveren mumların sahibine konuşamadıysam kızgınlığımı etrafımdaki eşyalardan çıkarttım. Ama yalana neden bu kadar aşırı tepki verdiğimi kimselere anlatamadım. Takıntılı da oldum, çok detaycı da; duygusal olduğum da düşünüldü, abarttığım da... Yalana eşlik etmedim diye dışlandım hatta.

Her kötülüğe bir kılıf bulmanın âdet olduğuna, kötülük yapanın alkış aldığına şahit olmuştum da yalanı ancak zeki olanların söyleyebileceği iddiasını hiç duymamıştım. Hangi yalanın nerde, kime, ne zaman söyleneceğini iyi bilmeyi şeytanlıkla değil zekayla izah eden sözüm ona akıllılar sarmış ortalığı da haberimiz yok.

“Tek başına bir işe yaramasa da toplumumuzda zeki olmak takdir gören bir haslet, yalanınsa kötü olduğu herkesin malumu. Öyleyse ben de pembesini, beyazını, büyüğünü, küçüğünü, türlü şeklini söyleyip tilkilerin kuyruklarını birbirlerine değdirmeden muhatabımı kandırmayı başarırsam zeki sayılırım.” diye yanlış denklemler kurmuş olmalılar. Yazık! 

Hani bazen içinizde ısrarla bir şeyi çok ister ama neden çok istediğinizi bir türlü izah edemezsiniz ya da bir şeye sebebini bilmediğiniz bir şekilde tavırlı, mesafelisinizdir de soran olursa nedenini bir türlü söyleyemezsiniz. İşte bendeki durum da tam buydu.

Geçenlerde okuduğum bir kitapta sayfaları çevirdikçe tek tek hazine sandıklarını açtığımı düşündüm. Okuduğum bir okyanusun içinde bir damlayla mest oldum ve cevabımı buldum. Yalanın bana neden bu kadar sevimsiz geldiğini anladım.

Bundan sonra ayaküstü de sorulsa, yazılı da yapılsa, sözlü de olsam sorun değil. Artık gönül rahatlığı ile söyleyebilirim. Orada aynen şöyle yazıyordu: “Yalan, kadere yapılmış büyük bir iftiradır!” Bu cümleyi okuduğum andan itibaren sanki içimdeki kilitli kapı açıldı, rahatladım. En basitinden bir telefon görüşmesinde ordayken buradayım diyen, varken kendisine yok dedirten insanları, bir lunaparkı andıran şu yalan dünyanın oyun bozan mızıkçıları ilan ediyor; yolun gidişatını değiştiren, kazalara sebebiyet veren ehliyetsiz sürücüler olarak görüyorum. 

Hâlâ daha “Yalana neden bu kadar düşmansın?” diye merak buyuruluyorsa cevabım artık hafife alınmaz diye ümit ediyorum.