O Karagöz oldu bu sabah, ben Hacivat. Pencereden bakıp bana sisi göstermeye çalıştıkça ben sisi anında “pis” olarak algıladım. Nasıl oldu, ben de anlamadım. Dışarıya baktım hakikaten bir sis inmiş ki ama ne sis, göz gözü görmüyor.
— Bulutlar sanki bizi ziyarete gelmişler anne. Ya da koca koca pamuk parçaları inmiş de bütün binaları yutmuş gibi görünüyor baksana ne ‘sihirli’ şey, dedi.
Sihirli kelimesi de hemen kirliye dönüştü zihnimde. Bu ne hız ey zihnim demeye kalmadan devamı geldi: kirli hava. Sis demek eşittir kirli hava işte! Öyleyse havada azotdioksit oranı çok yüksek, solunum yolları için bu kötü haber demek, “ayva olacaktı bir tane evde, çekirdeklerini çıkarıp şimdiden suda bekleteyim, ciğerleri temizler hem doğal antibiyotik” dedim içimden bir çırpıda.
O, sisin sihirli bir şeyler olduğu fikrine yenilikler dâhil ederek güle oynaya okula hazırlanmaya devam ederken, sis benim aklıma “sihir”i değil ama “şiir”i getirdi. Fikret’in “Sis” şiiri, bu dizeleri ortaya koyarkenki nefreti, ümitsizliği, ülkenin maddi ve manevi çöküşünü anlattığı mısraları, bölük pörçük geçti zihnimden:
“Sarmış yine ufuklarını bir inatçı sis
Örtün, evet ey facia… Örtün, evet, ey şehir
Ey kanlı sevgileri, nefretle titremeden
Zevk ve sefaya susamış bağrında emziren
Ey Marmara’nın mavi kucağında
Ölmüş gibi dalgın uyuyan canlı yığın…”
…
— Bulutlara çıkmama gerek kalmadı artık yaşasın! diye dışarı çıkmak için can atan bir oğlan çocuğunun sesiyle şiiri kaldığım yerde bıraktım. Çıktık. Tanıştı sonunda sisle. Kahkaha atan bir ses tonuyla “Ne güzel şeymiş bu sis anne!” dedi.
Sokak lambaları galaksinin sonundaki güneş gibi parlıyor, araçların farları da güpegündüz açık olmasa uzağımızdan geçen şeylerin araba olduğunu anlayamayacağız. Sanki evlerin, çatıların, bacaların üstüne köpük sıkılmış da gizlenmiş, hatta süslenmiş gibi.
— Evet evet anne, sen sis dedin ama bence sis değil “süs” bu!
Sanki bana içinde sise dair olumsuz ne varsa “Söyleme sus, anne!” der gibi geldi bu sefer de. Bu yoğun sis, trafiği olduğu kadar deniz ve hava ulaşımını da olumsuz etkiler şimdi, diyordum ki, “Burada süper saklambaç oynanır anne var ya? Ya da körebe ama gözleri kapatmaya gerek olmasın, görebilen ebe kazansın. Oyunun adı da “görebe” olsun nasıl fikir ama?” dedi.
Çocuk olmak, büyüsü bozulmamış ne hoş bir şey ya hu! Beni iki metreden uzağını görememek tedirgin etmişti. O ise ben yanındayım diye kendini güvende hissedip işi oyuna çevirmişti. Söylenilen her şeyi yanlış anlayan tarafın ben olduğumu kabul edip Karagöz olma görevini direkt üstlendim. Sonra da ona bu kadar mutluluk veren şeyin beni tedirgin etmesinin düpedüz bir haksızlık olduğuna karar verdim. Art arda sorduğu sorulara cevap vermemi ve heyecanına eşlik etmemi bekleyen kıpır kıpır hâline bıraktım kendimi. Baktım onun şen kahkahaları bana da iyi geldi ve muzurluk yapma sırası benimdi. Onu daldığı dünyadan bu kez ben uyandırdım:
— Baksana oğlum, okulunu sis bulutu kapatmış, okulun kaybolmuş. Herhâlde sis yuttu okulu, yapacak bir şey yok. E biz de okulu göremedik o yüzden okula gelemedik deriz, siste gezelim azıcık ne dersin? deyince birlikte patlattık sokak ortasında kahkahayı.
Onu okula bıraktıktan sonra çıtayı yükseltip sisi şöyle enine boyuna masaya yatırdım. Bazen, bazı şeyleri görmemenin ne kadar güzel olabileceğini gösterir bize sis.
Gerçekleri gördük de ne oldu, gözümüze madalya mı taktılar!
Yanlışı görüp söyledik de her şey yoluna mı girdi, eğri olan doğruya mı döndü. Yoooo!
Onca felaket haberi dört bir yanımızı kuşatmışken ve zerre kadar kötü şeyleri duymaya tahammülümüz kalmamışken, bir çocuk bakışı lazım hepimize, bir de anın tadını çıkarma isteği. Ha bir de unutmadan dostlar, müsaadenizle bundan böyle sisin ismi “Görebe.”