TR EN

Dil Seçin

Ara

Aynalardaki Gölgeler

Aynalardaki Gölgeler

Nasıl insanın gölgesi insan değilse, güneşin aynadaki tecellisi de güneş değildir. İnsanın gölgesi insandan haber verir, ama onun özelliklerini taşımaz. Gölgenin varlığı insanın varlığından çok aşağı bir mertebededir. Güneşin aynadaki aksinin ışığı da güneş ışığının bir gölgesi hükmündedir. Yani, güneşin ışığından haber verir, ancak derece itibariyle güneş ışığından çok aşağıdır, çok uzaktır.

Risale-i Nur Küliyatı’nda güneş örneğinin özel bir yeri vardır. Bu örnekle çok hakikatler aydınlatılmış, çok şüpheler giderilmiş, çok akıllar ikna edilmiştir. Bu derslerin birinde güneşin aynadaki tecellisi hakkında “gölge” ifadesi kullanılıyor.

Nasıl insanın gölgesi insan değilse, güneşin aynadaki tecellisi de güneş değildir. İnsanın gölgesi insandan haber verir, ama onun özelliklerini taşımaz. Gölgenin varlığı insanın varlığından çok aşağı bir mertebededir.

Güneşin aynadaki aksinin ışığı da güneş ışığının bir gölgesi hükmündedir. Yani, güneşin ışığından haber verir, ancak derece itibariyle güneş ışığından çok aşağıdır, çok uzaktır.

Bu güneş ve ayna örneği, Allah’ın herbir ismi için müstakil olarak değerlendirildiğinde birçok tabloları tefekkür etme imkanı ortaya çıkar. 

Sadece birkaç örnek verelim:

Basîr ve Semi’ (görücü ve işitici) isimleri de ayrı birer manevî güneş gibi. Allah gözler ve kulaklar âlemini yaratarak görme ve işitme mucizelerini onlarda sergiliyor. Her asırda, hatta her senede, her günde nice gözler sönüp gidiyor ve nice kulaklar işitemez oluyor. Allah onların yerine yeni gözler ve kulaklar yaratıyor. 

Mahlukatın kendileri gibi görmeleri ve işitmeleri de mahluktur, yaratılmıştır. Ve bunlar Hâlık’ın görme ve işitme sıfatlarıyla mukayeseye girmeyecek kadar zayıftırlar. Ancak o sıfatlardan haber veren birer gölgedirler.

Allah Rezzâk’tır. Her asırda yeryüzü sofrasında yiyip içen sayısız denecek kadar çok canlı, ölüm kanunuyla bu sofradan uzaklaştırılıyorlar. Artık ne tat alacak dilleri kalıyor, ne hazmedecek mideleri. Onların yerine yeni misafirler yaratılıyor, yeni rızıklar yaratılıyor ve bu misafirlere verilen yeni ziyafette Rezzak ismi ayrı bir aynada yine parlıyor ve kendini gösteriyor. Bütün bu rızıklar âlemi Rezzâk isminin gölgesi hükmündedirler.

Bir başka Nur Dersinde varlık âlemi için “esmâ-i İlâhiyenin gölgelerinin gölgeleri” ifadesi kullanılır. Buna göre Allah’ın ilminde teşekkül eden bütün rızıklar Rezzak isminin gölgeleridirler, bu rızıklar yaratıldıklarında o ismin gölgesinin gölgesi olurlar.

Kerîm ismi ayrı bir güneş, ikramlar ise birer parıltı gibi. 

Hidâyet ayrı bir güneş, imanla nurlanan kalpler o güneşten birer parıltı gibi...

Örnekleri artırabiliriz.

Esmâ-i İlâhiye hakkında verdiğimiz bu örnekleri Allah’ın vücud sıfatı için de tekrarlayabiliriz. 

Allah’ın varlığı kadim ve bâkidir. Yani evveli olmadığı gibi, Onun için bir son da düşünülemez 

“Evet, ezelî olan, elbette ebedîdir. Kadîm olan, elbette bâkidir. Vâcibü’l-Vücud olan, elbette sermedîdir.” (Bediüzzaman, Mektubat)

Dün ne isminden ne de resminden söz edilen nice varlıklar bugün varlık sahasında boy gösteriyorlar. Sineğinden balığına, arısından insanına kadar bütün canlı varlıklar dün yoklardı. Yarın yine bu dünya sahasından silinecekler, yerlerine başka varlıklar gelecekler. Ve Allah’ın vücud sıfatına bu yeni varlıklar ayna olacaklar ve o sıfattan haber verecekler. Şu var ki, Allahın vacib, ezeli ve ebedi olan varlığına nisbeten bütün mahlûkatın varlıkları birer gölge gibi kalırlar. Onun varlığından haber verirler, ama Ona hiçbir cihetle benzemezler. 

Vücud denilince vahdetü’l-vücud meşrebi hatırımıza geliyor. Bu konuda yapılan yanlış değerlendirmelere ve düşülen aşırılıklara Üstat Bediüzzaman Hazretleri şöyle bir ölçü getiriyor:

“...Muhyiddin-i Arabî gibi çok ehl-i tahkik, sair tabakat-ı vücudu, evham ve hayal derecesine indirmişler; ‘Lâ mevcûde illâ hu’ demişler. Yâni: Vücûd-u Vacibe nisbeten başka şeylere vücud denmemeli; onlar vücud unvanına lâyık değillerdir, diye hükmetmiştir.” (Bediüzzaman, Mektubat)

Üstat Hazretleri, eşyayı tamamen yokluğa atan bu görüşe katılmadığı gibi, “Muhyiddin-i Arabî gibi çok ehl-i tahkik” ifadesiyle de bu meşrep sahiplerini aşırı derecede kötüleyenlere iştirak etmiyor. O konuya burada girecek değiliz. Sadece, Bediüzzaman’ın başka bir konuda verdiği harika bir örneği hatırlamakla yetineceğiz:

“...Sen âyineler mahzenine girsen bir Said binler Said olur. Fakat zîhayat yalnız sensin, ötekiler ölüdürler. Hayat hâssaları onlarda yoktur..” (Bediüzzaman, Sözler)

Bir insan ve binlerce görüntü... 

Birisi diyor ki; “Bu mekânda sadece bir kişi var; başka bir şey yok.”

Bu söz bir yönüyle doğrudur, zira orada sadece bir kişi vardır. Ama “Başka bir şey yok.” hükmü de doğru değildir. Zira binlerce görüntü de vardır. Bu konuda tartışmaya girenlere Üstat Hazretlerinden yukarıdaki cevap geliyor: Görüntüler vardır, ama onlar insan unvanına layık değillerdir. Fakat yok da değillerdir. 

İşte vücud sıfatının varlığını haykıran her mevcud Allah’ın var olduğunu bildirir, ama Onun vacib, kadim ve bâki varlığına göre başka varlıklar gölge makamında kalırlar.

Aslında bu hüküm sadece vücud sıfatı için değil, bazı örneklerinden kısaca söz ettiğimiz gibi, bütün esmâ ve sıfatlar için de geçerlidir.