TR EN

Dil Seçin

Ara

Satıcı

Satıcı

Genç adam, uzun kış gecelerini fırsat bilerek her zamankinden daha erken bir vakitte eve ulaşmayı düşünüyordu… Yoğun mesainin ardından, ofisindeki masasına son bir kez göz attı. Ertesi günün plânlamasının yeraldığı notlarını görünür şekilde derledi, toparladı. Nihayet çantasını alarak arkadaşlarına hayırlı akşam dilekleriyle yola koyuldu.

İşyerine yürüme mesafesindeki evine giderken, yürüyüşün tadını çıkarmak, kısa da olsa günün muhasebesini yapmak, yarına dahası yarınlara yönelik hedefler kurgulamak ayrı bir haz sebebiydi onun. Ancak, iyice kararan günün telâşıyla koşar adım bir tempoda sokaklarda yürüyenler, bütün soğukkanlılığına rağmen onu da etkiliyordu. Yağmur sonrası oluşan puslu hava etraftaki detayları örtüyor, her şey kaba hatlarıyla bir siluet şeklinde hareket ediyordu. Yolun karşı yakasında mahalle camisinin hemen köşesindeki sokak lâmbasına göre konuşlanmış üç tekerlekli seyyar tezgâh, sahibinden önce gözüne ilişmişti. Yukarıdan inen ışık hüzmeleri meyvelerin üzerine tutunan yağmur damlacıklarında mercek etkisi yapıyor, her biri minik uydular gibi ışığı yansıtıyordu.

Eve gidecek, bir sûkün, bir sığınak bellediği hanesinde bütün aile bireyleriyle birlikte akşam yemeğini yiyecek, sohbet demlendikçe çaylara yer açılacak ve geç sayılabilecek saatlerde meyveyle geceyi taçlandıracaktı. Bir çok kere olduğu gibi… Ancak bu işi oluruna bırakmak istemiyordu. Gözüne ilişen meyvelere alıcı gözüyle bakmasıyla tezgâhtar amcanın öne çıkması bir oldu. “Buyur beyim!..” Tezgâha bir kez daha göz attı, elma, portakal... Bir üçüncü çeşidi karışık duygularla telâffuz edemedi! Sağlam giyindiği her hâlinden belli tezgâhtarın, bu sıkı vaziyeti hareketlerini de yavaşlatıyordu. Ağır ağır tarttığı meyveleri poşetleyip verirken, muhatabın sabrını yoklar gibiydi. Başındaki şapkasının kaşlarına kadar inen siperinden dolayı yüzü de tam olarak seçilemiyordu. Hem, kim olduğunun ne önemi vardı? Her gün onlarcasına rastgelebileceğiniz satıcılardan biriydi işte! İkinci poşetle beraber helâlleştiler. Genç adam, evinin yönüne doğru hamleye hazır bir vaziyette ilk adımı atmadan hayırlı akşamlar demeyi de ihmal etmedi. Müşterisini memnun etmenin huzuru içindeki bu vakur insan son temenniye yaşından, duruşundan beklenen tok bir ses ve fakat derinden sarsan bir dua cümlesiyle adeta noktayı koydu: “Allah yemeyi nasip etsin!..”

Zaman donmuştu. Genç, birden kuruyan boğazından güçlükle çıkan, kısık bir “sağolun” mukabelesinden sonra yüzleştiği gafletinin, gecenin bütün karanlığına rağmen açığa çıkması endişesiyle adımlarının gittikçe hızlandığını farketti. Mahcuptu, uzaklaşmak istiyordu. Elinde taşıdığı meyveler, adeta bir ömrün kayıtlarıymış gibi gitgide ağırlaşıyor, alev topları gibi avuçlarını ısıtıyordu. Şimdi eve ulaşabileceğinden bile endişeliydi… Kendini toparlamaya çalıştı. Yürekten, ürkek bir terennümle, kim bilir kaç kez tekrarladı bu cümleyi: “Allah yemeyi nasip etsin!.. Allah yemeyi nasip etsin!..”