“Biz, onlardan önce nice insan nesillerini yıkıma uğrattık; (şimdi ise) onlardan hiçbirini hissediyor veya onların fısıltılarını duyuyor musun?” (Meryem Suresi, 98)
İnsanın dünya şartlarında başına ne zaman ne geleceği, ne yaşayacağı belli değil. Aciz bir varlık olan insan, ummadığı bir anda ani bir tehlike ile karşılaşabilir, yaşadığı olay sonucunda bedensel kayba uğrayabilir. Bu yüzden insanın, kendisinde güç görerek Yaratıcısına karşı büyüklenmeye kalkışmasının çok anlamsız olacağı açık. İnsana sahip olduğu tüm imkânları ve özellikleri veren Yüce Allah’tır ve dilerse tümünü geri alabilir.
Yüzlerce tehlikeyle birlikte yaşıyoruz. Göktaşları, karadelikler, kuyruklu yıldızlar, dünyanın derinliklerine inildikçe binlerce derece sıcaklıkta magma tabakası… Ayrıca koruyucu bir tabaka olduğu halde, fırtınalar ve tayfunlar gibi yıkıcı sonuçlara yol açabilen olayların gerçekleştiği atmosfer…
Dünyada can ve mal kaybıyla sonuçlanan depremler, yanardağ patlamaları, seller, yangınlar kısa bir süre içinde bir kenti, orada yaşayan tüm canlıları yok edebilir, büyük hasarlara neden olabilir.
Her olay sebep-sonuç ilişkisi içinde, akla uygun bir şekilde yaratılır. Tüm doğa olaylarının akla uygun/bilimsel bir nedeni ve açıklaması vardır. Mesela depremin, fay hatlarının bulunduğu yerde gerçekleşmesi gibi.
Elbette Allah’ın bu olayları sebepsiz olarak da yaratmaya gücü yeter. Olaylar sebep-sonuç ilişkisiyle yaratıldığındandır ki bazı insanlar yaşananları, Allah’tan bağımsız olduğunu zannettikleri sebeplere bağlarlar. Oysa her doğal felâketi de Allah yaratır ve hepsi insanlar için bir uyarı niteliği taşır. Tümü Allah’ın insanlar üzerindeki rahmetindendir. Allah, böylece insanlara acizliklerini ve dünyanın geçici olduğunu hatırlatır.
Yaşananlar, içinde bulundukları gaflet halinden kurtulmaları, büyüklenmekten vazgeçerek Allah’ın dosdoğru yoluna girmeleri ve dünyaya tutkuyla bağlanmamaları için insanlara tanınan birer fırsattır.
İnsan, Allah’ın dilemesi ile gerçekleşen felâketler karşısında ne kendisine ne de çevresindekilere yardıma güç yetiremez. Her şey elinde olan Allah’tan başka zarar verecek ya da yarar sağlayacak kimse yoktur.
Tarih, disiplinli ve güçlü askeri-bürokratik sistemlere sahip ve bulundukları coğrafyada iktidarlı olan ya da üstün mimari özelliklere sahip kentlerde yaşayan ancak doğal afetlerle yok edilmiş toplumlarla doludur. Bu kavimler büyüklenmiş, sahip olduklarını Allah’a nankörlük için kullanmış ve inkârları nedeniyle helâk edilmişlerdir.
Arkeolojik araştırmalar sonucu ortaya çıkarılan bilimsel bulgular, Kur’an kıssalarının ‘ibretlik’ özelliğini daha da açık bir biçimde gösterir. Allah, “yeryüzünde gezip dolaşılması” ve “öncekilerin uğradıkları sonun anlaşılması” gerektiğini haber verir.
Toplumların teknolojik yönden ulaşmış oldukları düzey ve imkânları, Kur’an ayetlerinde de haber verildiği üzere, hiçbir önem taşımaz. Bunların hiçbiri, hiç kimseyi üstün, kuvvetli, güçlü, mağlup edilmesi mümkün olmayan, galip olan Allah’ın azabından kurtaramaz.
…
Deprem, sel, fırtına gibi olaylara karşı alınan tüm tedbirler fiilî birer dua anlamındadır. Ancak yalnızca tedbirlere güvenerek, Allah’ın sonsuz gücünü görmezden gelmeye çalışmak hata olur. Aldıkları tedbirlere güvenen ve kendilerinde güç gören kavimler, öğüt almak için birer örnektir.
Gönderilen tüm peygamber ve resuller kavimlerine Allah’ı, ölümü, hesap gününü, ahireti hatırlatmış ve onlara Allah’ın mükâfatlarını müjdelemiş ve azabına karşı uyarmışlardır. Ancak gönderildikleri kavimler onları yalancılıkla, çıkar elde etmeye çalışmakla ya da üstünlük arayışı içinde olmakla suçlamış ve onların anlattıklarını düşünmeden, öğüt almadan kendi sistemlerini devam ettirmişlerdir. Hatta büyük bir kısmı daha da aşırı giderek müminleri öldürmeye veya yurtlarından sürmeye çalışmıştır. İman ve itaat eden müminlerin sayısı ise her defasında çok az olmuş, Allah yalnızca resûlünü ve beraberindeki inananları kurtarmıştır.
Aradan binlerce sene geçmesine rağmen söz edilen toplum yapısında ve inkâr sisteminde pek bir şey değişmedi. Günümüzde, Sodom ve Gomorra kentlerindekine benzer hatta daha da aşırı sapkınlıklar yaşayan “Lut Kavmi” var. Semud Kavmi gibi tartıda adaletsizlik yapan, Sebe ve İrem Halkı gibi Allah’ın nimetlerine karşı nankör, Nuh Kavmi gibi dine ve müminlere karşı alaycı, Ad Kavmi kadar adaletten sapmış toplumlar var.
Geçmiş kavimlerin hepsinin ayrı ayrı helâk sebepleri var. Yaşadığımız dönemde ise bu çirkin davranışların hepsi fazlasıyla görülüyor. O nedenle bu dönemde imtihan da çok olur, azabı da. Helâk edilen her kavim bu döneme bir delil olarak var. Bunlar çok önemli işaretler...
Kur’an’ın bu toplumları hatırlatmasındaki amaç, kuşkusuz tarih bilgisi vermek değil. Kıssalar “ibret” alınması için anlatılır ki, helâk olanların yaşadıkları, arkalarından gelenleri doğruya yöneltsin.
…
İnsana aczini ve çaresizliğini gösteren Allah’ın uyarılarından ders çıkaran “temiz akıl sahipleri”, Allah’ın büyüklüğünü kavrayıp takdir etmeye çaba gösterirler. İçleri titreyerek Allah’tan korkarlar ve Rableri karşısındaki acizliklerini sık sık hatırlarlar. Çünkü ne övünülen servetler ne hiç bitmeyeceği zannedilen hayatlar ne güç ve servetleri ile övünen insanlar ve ne de fısıltıları kalmıştır.
“Rabbim… İçimizdeki beyinsizlerin yaptıklarından dolayı bizi helâk edecek misin? O da Senin denemenden başkası değildir. Onunla Sen dilediğini saptırır, dilediğini hidayete erdirirsin. Bizim Velimiz Sensin. Öyleyse bizi bağışla, bizi esirge; Sen bağışlayanların en hayırlısısın.” (A’raf Suresi, 155)