TR EN

Dil Seçin

Ara

Kâfirlerin Zannı

“Biz göğü, yeri ve arasındakileri boşuna yaratmadık.

Bu kâfirlerin zannıdır.

Cehennem ateşinden, o kâfirlerin başlarına gelecek var.”

— Sad Suresi, 38:27

 

Bütün zamanlar içinde özellikle bizim zamanımıza hitap eden bu âyet, bizi her taraftan kuşatan bir tehlikeye dikkatimizi çekiyor:

Göğün, yerin ve arasındakilerin boşuna yaratıldığını sanmak.

Belki kanıksadığımız için biz böyle bir kuşatmanın farkında olmayabiliriz; ancak, biraz ciddi ve derin bir muhasebe, her gün çeşitli kaynaklardan almakta olduğumuz telkinlerin hiç de masum iddialar olmadığını, tam tersine, doğrudan doğruya imanımızı hedef alan sistemli saldırılar karşısında bulunduğumuzu gösterecektir. Çünkü ders kitapları, ansiklopediler, gazete haberleri, belgeseller, tartışma programları, uzman görüşleri gibi akla gelebilecek her türlü araçla zihinlere nakşedilmeye çalışılan görüş, bu kâinatı ve içinde olup bitenleri Yaratıcısından ve hikmetten soyutlayan bir anlayıştır.

Durumu daha da vahimleştiren husus ise, bu saldırıların “bilimsellik” kılığında ortaya çıkmasıdır. Böyle bir kılık, dalâletten başka dayanağı olmayan iddiaların ciddiye alınmasını sağlamakta, hatta bu kadarla da kalmayıp, her türlü eleştiri kapısını kapatacak şekilde dayatmalara gerekçe teşkil etmektedir. Bu ise, Bediüzzaman’ın “Eskiden dalâlet cehaletten geliyordu, izalesi kolaydı; şimdi ise fenden geliyor” şeklindeki tespitine haklılık kazandıran bir durumdur.

Bugün bilim kılığında öne sürülen anlayışın temelinde, kâinatın amaçsız ve failsiz şekilde var olduğu zannı yatar. Eğer bu âlemin veya içindeki herhangi bir şeyin bir Yaratıcı tarafından, bir amaçla ve hikmetli bir şekilde yaratıldığını söyleyecek olursanız, “bilim” namına reddedilirsiniz. Fakat bu reddedişte iki noktayı gözden kaçırmamak gerekiyor:

Birincisi: Bu, bilgiye dayanan bir red değildir. Âyetin de belirttiği gibi, bu, “kâfirlerin zannıdır.” Zan ise, yine Kur’an’ın işaret ettiği gibi, asla gerçeğin yerini tutmaz.1

İkincisi: Hikmeti reddeden bilim değil, bir kısım bilim adamlarıdır. Müslüman demek nasıl İslâm demek değilse, bilim adamı demek de bilim demek değildir; bir kısım medyatik bilim adamlarının bir düşünceyi reddetmesi, o şeyi hemen bilimin dışına atmaz. Eğer atsaydı, bilim kendi kendisini reddetmiş olurdu. Çünkü bilim, varlıklardaki hikmetleri araştırarak var olmakta ve onun her buluşu, akılları hayrette bırakan bir İlahî hikmet ve sanat eserini gözler önüne sermektedir. Kâinat amaçsız ve hikmetsiz şekilde var olduysa, bu başıboş ve anlamsız kâinatta bilim nasıl ortaya çıkar ve neyin araştırmasını yapar?

Âyet-i kerimenin içerdiği uyarının şiddeti, bu konuda maruz kaldığımız telkinlerin hafife alınacak bir şey olmadığını gösteriyor. Gerek bir bütün olarak bu âlemin, gerekse onu teşkil eden varlıkların ve olayların amaçsızlığı anlamına gelebilecek iddialar, âyette, net bir ifade ile, “kâfirlerin zannı” olarak nitelenmiş ve bu zannın sonucu da “Cehennem ateşi” olarak bildirilmiştir. İşte bu, dünyadan iman ile göçmek isteyen herkesin ciddiye alması gereken bir uyarıdır. Böyle bir tehdidin kapsamına girmemenin de tek bir yolu vardır:

Kâinatı, Kur’ân ile beraber okumak. Bu âlemin ve içindekilerin niçin yaratıldığını ondan sormak. Hikmeti onda aramak, hidayeti ondan öğrenmek.

Özellikle yeni yetişen nesilleri, akıllarının ermeye başladığı en erken çağlardan itibaren Kur’ân’ın hikmetiyle tanıştırmak, onlara Kur’ân’ın kavramlarını öğretmek, kâinatı Kur’ân’ın öğrettiği gibi tanıtmak, çağın bu vebasına karşı alınacak en etkili önlemdir.

 

DİPNOTLAR:

1. Yunus Suresi, 10:36; Necm Suresi, 53:28.