Bu hayatta hepimiz kendimizi sevmek isteriz. İnsan değer verilmek ve sevilmek ister, bu arzu ve arayış bir ömür boyu sürer. Ne zaman iyi bir şey yaptığımızı düşünsek hemen dönüp etrafta bizi takdirle süzen gözler veya bir alkış sesi ararız. Yazdığım bir yazı, bir başkasının kalbine değebilirse, yeryüzündeki varlığımı daha anlamlı bulurum.
...
Kendimize duyduğumuz sevgi bazen marazi hallere bürünebilir ve çevremizdeki insanları canından bezdirebilir. Ancak narsisizmimizi genellikle daha işe yarar durumlara dönüştürürüz. İnsanın kendi özseverliğini dönüştürme biçimlerinin başında iş gelir: İş, üretken kişi için adeta bir geçiş nesnesidir. Yani annenin huzur dolu varlığından gerçek dünyanın tekinsizliğine geçişte sarıldığımız nesneler gibi, bir battaniye, bir oyuncak, annenin verdiği emniyeti simgeleyen herhangi bir şey gibi. İşlerimiz sayesinde kendimizi önemli hissederiz. Kendimize daha fazla önem verme ihtiyacı duyduğumuzda işlerimizi abartırız.
İnsan bir ada değil, kaldı ki bir adayı bile sevgiyle kucaklayan bir deniz var çevresinde; otu var, ağacı var, börtü böceği var. İnsan ilişki içinde bir varlık ve ancak ilişkiyle, başkası tarafından işitilmek ve anlaşılmak suretiyle varlığını ve hayatiyetini sürdürüyor. Kimileri, kadim kelâmı değiştirerek, “Önce ilişki vardı” derler. Özsevimizi dönüştürme biçimlerimizden birisi de empati duygusu veya hemhâl oluş. Kendimizi bir başkasının yerine koyarak onun ne düşündüğünü ve hissettiğini anlamak. Doğumdan itibaren bebekler anneleriyle duygusal bir ayar tutturmaya hazırdır. Bu karşılıklı etkileşim, empati duygusunun tohumlarını atar. Batı kültürünün eğitim süreçlerinin, hemhâl oluşun yerine bilmenin empatik olmayan biçimlerini koyduğu ve bunun da nesnel, mekanik ve maddeci bir dünya görüşünü çoğalttığı dile getirilmiştir.
İnsanın kendine duyduğu sevda, geçiciliği yani sonluluk ve ölümü kabul ederek de dönüştürülebilir. Ölümün kabulüyle, dirimin daha zengin bir duygu ve deneyimine ulaşırız. Ölümle yüzleşebilenler, hayatlarına derinlik ve anlam katabilen insanlardır. Ölüme verilecek bir cevabımız varsa, dünyanın bize geçici bir yurt olabileceğine dair ümidimiz var demektir. Ölüm varlığı ışıtır. Onun sayesinde yaşamanın bir lezzeti, sevmenin bir izzeti olur. Ebediyetin ışıklan içeri sızdığı için, aşk vardır. Aşkın ışıklan içeri sızdığı için dünya insana bir ev olur. Ev, mânânın olduğu yerdir. Varlığın evi, aşk ve anlamla çatılır.
…
Kendi kendimize duyduğumuz sevdayı, özsevimizi veya narsisizmimizi, kendimizle dalga geçerek de dönüştürürüz. Hayatı bir şaka gibi yaşayan insanlar, bu mânâda ‘aşmış’ insanlardır. Buraya bir parça bilgelik tozu da serpiştirmek icap eder: Kim ki entelektüel, fiziksel veya duygusal güçlerinin bir sınırı olduğunu bilir ve bu sınırları gönülden kabullenirse, o bilgeliğe doğru bir adım atmış demektir. Hayatın büyük resmini dikkate alarak, bir denge ve oran tutturmak demektir bu. Aktığın ırmağın varacağı menzili özlemek. O ırmakla birlikte çağlamak, o çağıltıyla coşkuya kapılmak. Akışı hissederek akmak.
Anlayacağınız, adam olmanın sayısız yolu vardır. Kendi etrafımıza ördüğümüz kozalardan, o küçük dünyalarımızın içinden çıkıp büyük resme bakabilirsek, adam olmak ihtiyacını ruhumuzda en yakıcı biçimiyle hissedeceğiz. Çabasız tatmin insanı sükûna erdirmez, sadece yabancılaşma, sıkıntı ve değersizlik duyguları yaratır. Kimi insanlar vardır hayatları boyunca parayı koklar, o kokuyu aldıkları yöne seğirtirler. Kimileri iktidara açtır, oturdukları koltukla yüceldiklerini sanırlar. Herkes kendi güvensizliğini iyileştirme telaşındadır.
Oysa güzelliği, iyiliği ve hakikati aramayan bir ömür, sonunda insana beyhude bir debelenme hissinden başka ne verebilir? Herkesi aynı kaderin beklediği, hayatların farklı farklı ancak kaderin ortak olduğu bir dünyada, kimin kazanıp kimin kaybettiğini nereden bileceğiz? Ne banka hesabımız ne de oturduğumuz koltuklar ölüme karşı bir panzehir sunuyor. Kader ortak.
Bizim Hüseyin, “Kemal Hoca” diyor, “bu hafta da âlemlere akamadık!” Ne zaman uğrasa, o hafta akış olup olmadığını soruyorum ona. “Bir âlem bul da ak” sevgili kardeşim. Daha iyisi, “Bir âlem ol da ak!”