Dedi ki, “Ben neden Allah’ı unutuyorum, kendi kendime söz veriyorum ama olmuyor, yine unutuyorum. Besmeleyi, hamd etmeyi unutuyorum da unutuyorum. Neden?..”
Kesrette boğuluyoruz, bunun sebebi bu.
Ne demek o?
Şöyle: Güneşin milyonlarca aynayı aydınlattığı bir aynalar galerisinde yaşıyor gibiyiz. Baktığımız her yerde sayısız farklı aynalar ve ışıklarını görüyoruz. Her aynanın yansıttığı kendine özel bir ışığı var.
Aslında baktığımız her aynada güneşin aksini görüyoruz. Tek bir güneş ve güneşin ışığıyla aydınlanan ve karanlıktan kurtulan sayısız ayna...
Bu bir vahdet örneği, tüm ışıklar tek bir kaynağa, yani güneşe bakıyor, bağlanıyor ve onu gösteriyor; her ayna güneşi bildiriyor, yansıttığı ışık kendinden çok güneşe delil oluyor.
Bir de işin kesret yönü var. Gerçek kaynağın unutulup, milyonlarca aynanın her birinin kendi başına ışık kaynağı olduğu yanılgısına düşmek. Güneş yok sayıldığında, her aynanın kendi başına küçük bir güneş olduğunu kabul etmeye mecbur kalıyoruz.
…
Kelime anlamıyla söylersek, vahdet, birlik; kesret, çokluk demek. Bunlar Allah’ın bilinmesinde, marifetullah konusunda bilinmesi gereken önemli kavramlar. Vahdet, vahidiyet, vahdaniyet kavramları Allah’ın yegâne yaratıcı olduğunu ve kainatın Allah’ın tek yaratıcı olduğunu göstermesini, yaratılmışların Allah’ın bir olduğuna şahit olmalarını ifade ediyor. Mevcudatın Allah’a bakan yönünü, yani “lâ ilahe illallah” kelimesini ifade ediyor.
Tek cümle ile ifade edersek; vahdet, yaratıcının, failin, ilahın bir olduğunu ifade ederken; kesret, faillerin çok olduğunu, her şeyin kendi başına bir yaratıcı ve fail oldugunu ifade ediyor.
...
Risale-i Nur’da “kesrette boğulmak” ifadesi geçer.
Sebeplerle çevrili olarak yaşayan ve düşünen zihinlerimizin karşı karşıya olduğu bir tehlikedir bu.
Güneşin unutulması, ondan gelen her yansımanın küçük bir güneş olarak görülmesi yanlışına düşürdüğü gibi, Allah’ın unutulması da her şeyin kendi başına küçük bir yaratıcı ve fail olarak görülmesi hatasına düşürüyor. Böyle bir yanılgıyla bakan insanın nazarında her ayna küçük bir güneş olduğu gibi, her varlık da bir ilah ve yaratıcı oluyor. Çünkü güneşi görmüyor, Allah’ı hatırlamıyor; ve sonuçta her yaratılmışı yaratıcı sayıyor, ilahlaştırıyor, putlaştırıyor.
...
Neye baksak, neyi dinlesek, her şey sanki Allah yaratmıyormuş gibi anlatılıyor; her olan Allah ile ilgisi yokmuş gibi açıklanıyor; hayat Allah yokmuş gibi yaşanıyor. Sonuçta, zihinler kesrette boğuluyor.
Sadece varlıklar görülüyor Halık görülmüyor; yalnızca nimetler sayılıyor Mün’im olan Allah hatırlanmıyor; sadece eserler biliniyor Müessir-i Hakiki olan Allah bilinmiyor.
Böyle kesrette boğulmuş bir bakış her şeyi başıboş görüyor, kendisini de başıboş zannediyor. Sonuçta ahireti, hesap vereceğini, sorumlu olduğunu, her yaptığının kaydedildiği, Allah’ın aynı zamanda hesap sorucu olduğunu da unutunca karşımıza haksızlıklarla dolu insan ve toplum ilişkileri çıkıyor.
Herkes kendisine değer verilmediği için yalnız; her insan hakkı yenildiği için moralsiz; herkes kimseye güvenmediği için tedirgin bir hayat yaşıyor... Allah’ı unutmak mutsuzluğa düşürüyor.
Oysa mesela, Allah’ın emirlerinden yalnızca kul hakkı kanunu bile toplumdaki tüm problemleri bitirme potansiyeline sahip.
Kul hakkı bilinciyle yaşayan bir insan, kimsenin malına zarar vermeyeceği gibi onu gıyabında bile incitecek bir şey yapamaz, hatta konuşamaz. Çünkü Allah, kulunun hakkını kimsede bırakmayacak, hatta onu üzen bir ifade bile olsa bunu yapandan kulunun hakkını alacaktır. Bu bilinçle yaşayan her insan ve toplum Allah’ın koruması altına girmiş olur.
Bu şekilde Allah’ın hesap sorucu olduğunu bilerek yaşayan insan kimseye zarar vermeyeceği gibi, kimseden zarar da görmez. Böyle insan da huzurludur, böyle insanlardan oluşan toplum da huzurludur.
…
Demekki Allah’a iman her şeyin başıdır. Zihnimizi, bakışımızı “kesrette boğulmaktan” kurtaracak şey Allah Resulünün en önemli mesajı “lâ ilahe illallah”tır, tevhidi bulmaktır, Allah’a imanımıza şirk bulaştırmamaktır. Aynalarda gerçek güneşi bulabilmektir. “Evet, kâinat o Hâlık’ın nurunun gölgesi, esmasının tecelliyatı, ef’alinin âsârıdır (fiillerinin eserleridir.)” (Mesnevî-i Nuriye, Katre)
Dünya ve ahiret mutluluğu Allah’ı bilmekte ve tanımaktadır. Tüm dertlerimizden kurtaracak olan Allah’a ve Onun kitabına yönelmek, Elçisini hayatımıza rehber edinmektir.
Allah’ı bilmeyen ve unutan bir nazar, kesrette boğulur, her şeyi tesadüf zanneder, her şeyin anlamını kaybeder, ibadetlerini ezbere yapar, her şeyden korkar, hayatını zindana çevirir.
Oysa Rabbimiz bize her iki hayatın mutluluğunun yolunu gösteriyor. Kesrette boğulmadan maddi-manevi yeteneklerimizi geliştirmeye, olgun bir insan olmaya davet ediyor.