TR EN

Dil Seçin

Ara

Birlik Mühürleri

Birlik Mühürleri

“Bir harf kâtipsiz olmaz.” gerçeğini bilen her akıl, ne bir çiçeği, ne de bir yıldızı sahipsiz, yaratıcısız kabul edemez. Ne bir kuşun, ne de bir insanın kendi kendine var olduğuna ihtimal veremez.

Zira, her varlık ayrı bir kudret mucizesidir; yapılması ancak sonsuz bir kudret sahibine mahsustur. Sonsuz kudret ise ancak bir tek zatta bulunur.

Şu görünen âlemin tümünde birlik mührü vardır. Bu mühür, Nur Külliyatında şöyle ifade edilir:

“Kâinat bir şeceredir. Anâsır onun dallarıdır. Nebatat yapraklarıdır. Hayvanat onun çiçekleridir. İnsanlar onun semereleridir.” (Mesnevî-i Nuriye)

Kâinatın tümü, insan meyvesi veren bir ağaç gibi… Elementler o ağacın dalları, bitkiler yaprakları, hayvanlar ise çiçekleri…

Bir ağacın yüzlerce dalı, binlerce yaprağı, çiçeği ve meyvesi olabilir. Bunların tamamı ağacın ruhu hükmünde olan büyüme kanununa hizmet etmekle vahdete ererler, bir tek şey olurlar ve tek kelimeyle ifade edilirler: Ağaç

Ağacı bir bütün olarak gören ve değerlendiren kimse, onun bazı dallarını yahut bir kısım meyvelerini farklı ilâhlara isnat edemez. Bir ağacın iki ilâhı olmaz. Ağacın planını onun çekirdeğine kim koymuşsa, ağacı o plana göre yaratan da odur; başkası olamaz.

Bir ağaç resmini bile iki ayrı ressamın çizdiği düşünülmezken, gerçek bir ağaç iki ilâha nasıl isnat edilebilir!?..

Biz ağacın tümünü birlikte görebiliyoruz ve rahatlıkla diyoruz ki, bu ağacın tamamı bir elden çıkmıştır. Ama o ağacın bir dalında yol alan bir karıncayı akıllı farz etsek, aynı net kararı ondan bekleyemeyiz. Onun nazarı ağacın tümünü kaplayamadığından, farklı dalları değişik zatların yaptığı iddiasına aldanma ihtimali vardır.

İşte, insan gözünün bütün varlık âlemini birlikte görmesi ve insan aklının da her şeyi bilmesi mümkün olmadığından, Cenab-ı Hakk eşya arasında münasebetler kurmuş ve birliğinin mührünü her şey üstüne koymuştur.

“Her şey her şeyle bağlıdır. Bir şey her şeysiz yapılmaz. Bir şeyi halk eden, her şeyi halk etmiştir.” (Mesnevî-i Nuriye)

Odamızda el yapımı üç tane çiçek bulunsun. Bunların her birini ayrı bir kişi yapmış olabilir. Zira, aralarında gözle görülür bir müştereklik yoktur. Ama yeryüzü bahçesindeki yüz binlerle farklı çiçeğin aynı kudretle yaratıldığı ve aynı hikmetle tanzim edildiği çok açıktır. Hepsi toprakta bitmişler, hepsi sulanmışlar, hepsi güneş ışığından faydalanmışlar ve hepsi baharı beklemişlerdir. O halde, bu unsurlar kimin emrinde ve bahar mevsimi de kimin kanunu ise bütün çiçekler de onun eseridir.

İki çiçeğin iki ayrı ilâha isnat edilebilmesi için, bu ilâhların her birinin ayrı bir güneşi, ayrı bir baharı, kısacası, ayrı bir kâinatı olması gerekir.

İşte müminler, Kur’ân’ın talimiyle, kâinat kitabını ve ondaki böyle nice mühürleri rahatlıkla okur ve bütün eşyanın bir tek zatın mülkü, sanatı, eseri olduğuna şüphesiz inanırlar.

“Bir şey her şeysiz yapılmaz.” hakikatinin sonsuz şahitleri vardır. Yaprak dala bağlı olduğu gibi, dal da ağaca bağlıdır; ağaç yer küreye, o da güneşe bağlıdır. O halde, bir tek yaprağı yapmak, ancak güneş ve sistemini kudret elinde tutan Zâta mahsustur.

Kâinat kitabını doğru okuyamayan kişiler başkalarına aldanabilirler ve bazı şeyleri farklı ilâhlara isnat etme hatasına düşebilirler.

Bediüzaman Hazretleri, “tevhid-i âmi ve zahirî”yi anlatırken “böyle âmi bir adamın nezâretinde çok hırsızlık olabilir.” buyurarak, tevhid inancına şirkin karıştırılmasını bir nevi “hırsızlık” olarak nazara verir.

Bu hırsızlıklardan birkaçı :

Bazıları Allah’ın kudretinin küçük şeylere taalluk etmediğini iddia ederler. Onlara göre Cenab-ı Hak, sonsuz kudret ve azametiyle, böyle küçük şeylerle meşgul olmaz. Bu adamlar, küçük mahlukları bir bakıma hırsızlamışlar, başka ilâhlara isnat etmişlerdir. Halbuki, küçüklük ve büyüklük nisbîdir; insana göre küçük olan bir kaya, bir böceğe göre muhteşem bir dağdır. Kaldı ki; büyük dediğimiz her şey küçüklerden yapılmıştır. Hücreyi yapmayan bedene sahip çıkamaz. Atomu yapmayan dağın sahibi olamaz.

Bir diğer hırsızlık; şerleri Allah’ın yaratmadığı iddiasıdır. Şer dediğimiz şeyler de yaratılmış olduğuna göre, onları Allah’tan başkasına isnat etmek mümkün değildir. Zira, hayır olsun şer olsun, her şeyin tek yaratıcısı O’dur.

Bu kişilerin aldandıkları en önemli nokta şudur:

Hayır ve şer dediğimiz şeyler, yapılan işin sıfatıyla ilgilidir. Meselâ, konuşmak bir iş, bir fiilidir. Konuşma mucizesini yaratan Allah’tır. İnsan, doğru söylediğinde konuşması “hayır” olur, yalan söyleyince “şer” olur. Her ikisini de Allah yaratır. Aksi görüşe göre, bir insan günde yüz kere doğru, yüz kere de yalan söylemişse, o kişi üzerinde, iki yüz defa, farklı ilâhlar tasarrufta bulunmuş olurlar. “Hayır” konuştuğunda sözlerini Allah yaratır, “şer” konuştuğunda (Haşa!) başkası yaratır.

Bir başka hırsızlık, bazı felsefecilerin “akl-ı evvel” safsatasıdır. Buna göre, Allah sadece ilk aklı (akl-ı evveli) yaratmıştır. O da ikinci aklı yaratmış, bu ikinci de üçüncüyü yaratmıştır… Onuncu akıl şu âlemi idare etmektedir. Bu görüş sahipleri de ilk mahluktan sonrasında hırsızlık yapmışlar, onları başka ilâhlara, (kendi ifadeleriyle) başka akıllara isnat etmişlerdir.

Teslis inancı, yani üç ilâh safsatası en büyük bir hırsızlık...

Putperestlik, zaten baştan sona bir hırsızlık silsilesi...

Sebeplere tesir vermek de böyledir. Meyveyi ağacın, bebeği annenin yaptığını iddia etmek de ayrı birer hırsızlık numunesidir.

Tevhidin hakikatine eren bir müminin akıl ve kalbi hırsızlığın bütün çeşitlerine kapalıdır.