İslam dini, yardımlaşma, dayanışma, birlik, beraberlik ve kardeşliğe büyük bir önem vermiş ve bunun için önemli prensipler ortaya koymuştur. İslam kardeşliğinden meydana gelen dayanışma ve birlikten, büyük bir kuvvet kazanılır. Bu kuvvetle de her türlü terör ve tehlikenin üstesinden gelinir ve böylece huzur ve barış ortamı sağlanır. “İttifakta kuvvet, ittihadda hayat, uhuvvette saadet vardır.” diyen Bediüzzaman Hazretlerinin, İslam âleminin birlik ve beraberliği hakkındaki bu tespiti de bizi birlik ve kardeşliğe davet eder.
Avrupa birliğinin, daha kısa bir zamana kadar birbirine düşman olan devletlerinin bugün ortak menfaatleri uğruna, aralarında vizeyi kaldırmaktan, paralarını birleştirmeye kadar birçok sahada birlikte hareket etmeleri, öte yandan bu birliği bir Hıristiyan kulübü hâline sokup, Türkiye’yi içlerine almamak için sudan bahanelerle direnmeleri, Üstad Bediüzzaman’ın bir asır önce üzerinde önemle durduğu İttihad-ı İslam (İslam Birliği) fikrini milletimizin ruh dünyasında yeniden canlandırdığı gibi, yöneticilerimizin de sadece Batı’ya bağlı kalmayıp, kendileriyle çok yönlü bağlarımız bulunan İslam âlemine de yönelmelerine yol açmıştır.
Bediüzzaman Hazretleri, bu birliğin gerçekleşmesine en büyük engelin, Avrupa’nın Müslümanları birbirine düşman etme, onları bölme ve yutma politikası olduğunu tespit etmiş ve bu tehlikeyi şöyle dile getirmiştir:
“Fikr-i milliyet, şu asırda çok ileri gitmiş. Hususan dessas Avrupa zâlimleri, bunu İslamlar içinde menfî bir surette uyandırıyorlar; tâ ki, parçalayıp onları yutsunlar.”
Öyle ise bütün Müslümanlar, hep birlikte Kur’an-ı Mübin’e, din-i İslam’a sarılmalı, onun hükümleri ve emirleri doğrultusunda hareket etmeli ve asla ayrılığa düşmemelidirler. Müminler birbirine sırt çevirmemeli, birbirine karşı düşmanca davranmaktan, hak ve hakikate aykırı hareketlerde bulunmaktan sakınmalıdırlar.
Gerek fertlerin, gerekse devletlerin birbirine karşı kin beslemesi düşmanlığı doğurur, o toplumu yaşanmaz hâle getirir, huzur ve saadeti ortadan kaldırır. Muhabbet ve kardeşliğin olduğu bir toplumda ise, huzur ve saadet vardır. Böyle bir toplumda hariçten gelebilecek her türlü fitnenin de fazla etkisi olmaz. Memleketimizde de bu fitnelerin etkisiz kalmasının tek ve yegâne çaresi, insanımızın din ve mukaddesatına olan bağlılığıdır. Ölçümüz iman ve vicdan olmalıdır.
Şunu hemen ifade edelim ki, insanlarda istismara en müsait ve en zayıf damar “ırkçılık” damarıdır. Bugün birtakım iç ve dış güçler, insanımızın bu damarını kendi kötü emellerine alet etmek istemektedir. Bu maksatla sistemli ve plânlı bir şekilde ırkçılık duygularını körüklemektedirler. Bu bakımdan, insanları birbirine düşman eden bu fitneye karşı çok uyanık olunmalı ve bu oyunlara gelinmemelidir. Tarihin acı ve hazin tablolarından ibret almalıyız. Aksi halde, telâfisi mümkün olmayan pişmanlıklar yaşarız.
Bu vatanda yaşayan vatandaşlarımız, özellikle de Türkler ile Kürtler, İslam kardeşliği sayesinde böyle bir hataya düşmeyeceklerdir inşaallah. Çünkü onlar çok iyi biliyorlar ki, bütün bunlar, Türkiye’nin gelişmesini istemeyen ve bizi bölmeye çalışan güçlerin ve gizli zındıkların planlı ve sinsi oyunlarıdır. Bugün Irak, Suriye ve Mısır’da ve birçok İslam ülkesinde yaşanan elim hadiseler hep bu oyunların bir sonucudur.
Evet, ırkçılık, İslam âlemine bulaşmış kanserden daha tehlikeli bir hastalık ve büyük bir musibettir. Buna karşı dayanak noktamız, muhabbet ve birliği emreden İslamiyet’e sarılmaktır.
İslam dini ırkçılığı şiddetle yasaklamıştır. Irkçılık, bir ırkı veya bir grubu üstün sayarak diğerlerini hakir gören, kendinden olmayanları kötüleyen, saldırgan, istilâcı ve zulümkâr bir hastalıktır. Irkçılık, dinî bağları gevşeten, terör ve vahşeti doğuran ve toplum bünyesinde bozulmaya yol açan bir mikroptur. Çünkü ırkçılık, hayata düzen veren dinî ve ahlâkî esaslar yerine, ırkçı düşünce ve bağları esas aldığı için tahripkârdır.
Bu bakımdan her türlü fitnelerden ve özellikle ırkçılıktan, vatanın bekası, milletin saadet ve selameti adına şiddetle sakınmamız ve bu konuda çok hassas davranmamız gerekmektedir. Zaten ırkçılık dinimizde “cahiliye âdeti” olarak görülmüş ve reddedilmiştir. Irkçılık, İslam’ın bekasına, Müslümanların huzur ve saadetlerine en büyük bir darbedir.
Bediüzzaman Hazretleri ırkçılık hastalığına yakalanmamak ve Avrupa’nın oyunlarına gelmemek ve Müslümanların birliğini tesis etmek için, bir taraftan eserlerinde imana ait şüphe ve vesveseleri giderici deliller sunarken, diğer taraftan da millet ve memleketin birlik ve beraberliğini, kardeşlik ve muhabbetini perçinleyici kuvvetli ve ikna edici dersler vermiş; görüşlerini her vesileyle dile getirmiş, yetkilileri, bir din âlimi olarak uyarmış, ancak problemlerin çözümünde milletin daha önemli olduğunu çok iyi bildiği için onları irşad etmeyi esas almıştır.
Evet, Bediüzzaman Hazretleri, Avrupa’nın fen ve sanat silahıyla Müslamanları esaret altına almasının acısını ruhunun en derinliklerinde hissetmiş ve Müslümanların da bu sahada terakki etmeleri için din ilimleriyle fen ilimlerinin birlikte okutulacağı, Doğu’nun maddi ve manevi kalkınmasında zaruri olduğuna inandığı ve ismine Medreset-üz Zehra adını verdiği bir üniversitenin kurulması için büyük çaba göstermiştir.
Dünyanın neresinde bir Müslüman varsa kardeşimizdir. Dili ve ırkı ne olursa olsun onu sevmemiz dinimizin emridir. Çünkü onlarla dinî bağlarımız vardır. Aralarında din, tarih ve vatan bağları bulunan ve aynı vatanda yaşayan Müslümanların bu bağlarından dolayı birbirlerini daha da çok sevmeleri lazımdır. Öyle ise aynı vatanda yaşayan, asırlarca cihad arkadaşlığı yapan, bu vatanı beraber kurtaran ve muhafaza eden; birbirlerinden kız alıp kız vermek suretiyle aralarında akrabalık bağları kurulan, âdeta et ile kemik mesabesine gelen Türkler ile Kürtlerin birbirlerini daha çok sevmeleri aklın ve vicdanın gereğidir.
Bediüzzaman Hazretleri, “Milliyetimiz bir vücuttur; ruhu İslamiyet, aklı Kur’an ve imandır” buyurarak birlik ve beraberliğin reçetesini ortaya koymuş, hayatın devam ve bekasının, huzur ve saadetinin ancak İslam kardeşliği ile, birlik ve dayanışma ile mümkün olacağını ifade etmiştir. Bu bakımdan her mümin, Müslümanlar arasındaki kardeşlik, muhabbet, birlik ve beraberlik bağlarını kuvvetlendirmeli; düşmanlıkları netice verecek her türlü fitne ve fesadın, bozgunculuk ve terörün kapısını kapamak için gayret etmelidir.
Şimdi bize düşen en önemli görev, her güzelliğin esası olan iman-ı tahkikiyi kalplere yerleştirmek için azamî gayret göstermektir. Bu sayede hem müminler arasındaki kalbî bağlar güçlenecek, kardeşlik şuuru kuvvet bulacak, hem de her konuda ortak hareket etme ve yardımlaşma ruhunun gelişmesiyle Müslümanların maddi terakkileri de sağlanmış olacaktır. Bu ruh ve bu şuur yaygınlaştıkça Müslüman milletler arasındaki kardeşlik bağları, ülkeler arasında da tesis edilecek ve ittihad-ı İslam böylece gerçekleşmiş olacaktır.